Spartathlon 2022

Spartathlon 2022

“Once is luck. Twice is coincidence. But three times is skill.”
“Bir kere şanstır. İki kere tesadüf. Ama üç kere bir yetenektir.”

Anonim

Çok sıcak bir havada koştuğunuzu hayal edin. Şimdi biraz daha sıcak bir hava hayal edin. Olmadı, bundan daha sıcağını düşünmeniz gerek. Belki çelikle iş yapan fabrikalardaki temperleme fırınlarını biliyorsanız, onların önünde koşuyormuş gibi düşünün kendinizi. Evet, işte 30 Eylül öğle saatlerinde Yunanistan’ın, Megara ve Corinth şehirleri arasındaki sahil şeridi tam olarak öyleydi. Sonradan ölçülmüş sıcaklıklara baktığımızda 38°C’ye kadar yükseldiğini gördük. Böyle bir sıcaklıkta koşmak hem performansı çok negatif etkiliyor hem de mide ve bağırsak problemleri yaşama olasılığını epey artırıyor. Şu makaleye göre 35°C’de iki saat koşanlar aynı sürede ve şiddette 22°C’de koşanlara göre 4-5 kat daha fazla sindirim problemi ve dolayısıyla mide bulantısı yaşıyorlar. Koştuğum üçüncü Spartathlon yarışımda benim de başıma bunun uç bir şekli geldi. Aşağıdaki yarış raporunun ana konusu bu, ama ben bunun haricinde aklımda kalanların tümünü anlatmaya çalışacağım.

Yarış Öncesi

Bu büyük yarışı daha önce 2017 ve 2019 yıllarında da koşmuştum. Her ikisinde de 36 saatlik zaman limiti içinde bitişe ulaşabildim. 2019 yılında bu oldukça acılı bir sürecin sonunda oldu çünkü çok hızlı başlamış ve vücudumu geri dönülemez bir sorunlar yumağının içine sürüklemiştim. 2017’de hava oldukça iyiydi ve ben 32 saat 48 dakikada bitirebildim. Üçüncü denemede hem 2019’daki gibi sorunlar yaşamak istemiyordum hem de 2017’den daha iyi bir zamanda bitirmek istiyordum. Bunun için tüm hazırlık sürecimi temelden değiştirmeye karar verdim. Bunu tek başıma da yapabilirdim, çünkü koşmaya başladığımdan beri yaptığım her şeyi kendi başıma yapmış, her şeyi kendim öğrenip kendime uyarlamıştım. Bu sefer madem köklü değişiklikler yapacağım o zaman bu konuda da bir değişiklik yapayım, deneyimli ve bilgili birinden destek alayım dedim. Nisan ayında Crawley’de koştuğum 24 saat yarışının birincisi ve İngiltere 24 saat kadınlar takımının üyesi olan Wendy Whearity ile iletişime geçtim ve Spartathlon hazırlığında destek almak istediğimi söyledim. İki büyük değişiklik üzerine yoğunlaştık; tüm antrenmanlarda sürekli beslenme ve kolay koşuları çok kolay yapma. Daha önceleri bu iki konuda da pek çaba sarf etmiyordum, etmek de istemiyordum açıkçası. Bu yüzden bu konularda yönetimi dışarıdan birine devretmek akıllıca olacaktı, ben de öyle yaptım. Mayıs başı itibariyle birlikte çalışmaya başladık. Bu iki konu da beni sürecin başında çok zorladı. Daha önceleri antrenmanlarda mümkün olduğunca az şey taşımak için çok az beslenirdim. Öte yandan koşularımı sürekli keyif aldığım hızlarda gerçekleştirdiğimden doğal tempom çok yükselmiş, artık çok yavaş koşamaz hale gelmiştim. Oysa çok uzun yarışlarda mümkün olduğunca yavaş başlamalı ve yorulup tükenmeden olabildiğince hızı sabit tutmaya çalışarak sona ulaşılmalı.

Hazırlık süreci hakkında çok fazla detaya girmeyeceğim, çünkü hem daha önceki yazılarda biraz değinmiştim hem de tüm antrenmanlarım Strava’da açık durumda. Özet hacim bilgisi yukarıdaki grafikte görülebilir. Şiddet konusunda ise şu veriler yapmaya çalıştığım şeyi göstermeye yeter sanırım:

> 5:30 dk/km4:50 – 5:30 dk/km< 4:50 dk/km
Temmuz%73%14%13
Ağustos%70%15%15
Eylül%75%15%10

Antrenmanların %70’den fazlasını 6 dk/km temposu civarında koşmak benim için gerçekten değişime zorlayıcı bir yaklaşım oldu. En sağ kolondaki yüzdeyi oluşturan koşular ise haftada bir yaptığım interval ya da tepe tekrarları ve yine her hafta yaptığım tempo koşuları. Uzun koşu olarak da çok sayıda 4 saat, bir 5, bir 6 saat ve bir de 100 km koştum. 1,5 saatin üzerindeki her koşuda 20-30 dakikada bir bir şeyler yemeye ve bol sıvı tüketmeye çalıştım. Takdir edersiniz ki 5-6 saatlik koşularda yiyecek ve içecek taşımak oldukça sorunlu. Bu konuda marketler imdada yetişiyor ama bu da uzunca bir mola anlamına geliyor. Benim gibi hiç durmamaya, sürekli koşarak antrenman kilometresini tamamlamaya çalışan biri için can sıkıcı, ama yaptım. Çünkü farklı bir yarış olmasını, farklı bir yaklaşımla koşarsam nasıl olacağını görmeyi çok istiyordum. Peki oldu mu? Hem evet hem hayır. Gelin yarışı anlatarak bu cevabı açıklayayım.

Ama önce bu sene Türkiye’den katılanlardan söz etmek istiyorum. Çünkü bu yıl Türkiye’den katılım açısından özel bir yıldı. Biliyorsunuz bu yarışa Türkiye’den katılan ilk isim Aykut Çelikbaş olmuştu. 2014, 2015 ve 2016 yıllarında tek başınaydı. Onun ardından ikinci isim olma şansı benim oldu; 2017’de bu sefer ben tek başıma gitmiştim. 2018’de Aykut yeniden tek olarak yarışta yerini aldı. 2019 yılında ilk defa 3 kişiydik; Aykut, kardeşi Aytuğ ve ben. 2020’de pandemi Spartathlon’u da vurdu ve yarış tarihinde ilk kez koşulmamış oldu. 2021’de yine Aykut oradaydı, bu sefer Hilmi Güven ile 2 kişilik bir takım oldular. Bu yılsa ilk defa 5 kişilik kalabalık bir takım olarak gittik yarışa. Hem de aramızda Türkiye’den katılan ilk kadın koşucu olan Vesile Yılmaz Anatca vardı. Aykut 7. defa, ben 3. defa, Hilmi 2. defa, Vesile ve Budak Timuralp ise ilk defa koşacaklardı. Budak’ın bu yarışa 2 defa destek ekibi olarak geldiği düşünülürse oldukça deneyimli bir takım olduğumuz söylenebilir. Aykut, Hilmi ve Vesile destek ekipleri olmadan, istasyonlara bırakacakları drop bagler yardımıyla koşacaklardı. Budak’ın tek kişilik bir desteği vardı. Ben yine iki kişilik bir destek ekibi ile gitmiştim Yunanistan’a.

Soldan sağa: Budak Timuralp, Aykut Çelikbaş, Vesile Yılmaz Anatca, ben ve Hilmi Güven. Tişört sponsorumuz Rotafilo‘ya teşekkürler.

Ama benim destek ekibim tarafında bir değişiklik vardı. Daha önceki iki yarışta Başak’a eşlik eden Can bu sefer vize alamadığı için aramızda değildi. Bu üç kişilik ekip olarak iki yılda da güzel çalışmış, keyifli zamanlar geçirmiştik. Ama ne yazık ki bu sene aynı şeyi yineleyemedik. Son anda imdadımıza başka bir dostumuz yetişti. Uzun yıllardır tanıdığımız, dağcı, rehber ve endüstriyel tırmanıcı Çağrı Tuncay bize destek olabileceğini söyledi. Böylece yine 3 kişilik bir ekip olduk, sağ olsun Çağrı öncesinde, sonrasında ve yarış sırasında çok destek oldu.

Değişmeyen Yarışta Değişiklikler

Bu sene yarışta benim için çok fazla yenilik, değişiklik vardı. “40 yıldır neredeyse hiçbir şeyi değişmeyen yarış” diye anlattığımız yarış her anında beni şaşırttı. Yarışa birkaç gün kala her yıl 7:00 olan başlangıç saatinin 6:45’e alındığı haberi geldi. İşin garibi bu değişikliğe rağmen hiçbir istasyonun zaman limiti değişmiyordu. Çünkü rotada da bazı ufak değişiklikler vardı. 40. km civarındaki değişiklik rotayı 1,5 km uzatıyordu ve dolayısıyla o 15 dakikayı burada harcayabileceklerdi koşucular. Aynı zamanda her raporda değindiğimiz, drop baglerin 75 istasyonun tümüne bırakılabilmesi özelliği de değişmişti. 8-10 istasyonda drop bag olmayacaktı. Ben destek ekibi ile koşacağım ve çok fazla drop bagim olmadığı için çok umursamadım ama desteksiz koşacaklar için bu değişiklik önemli olsa gerek. Böyle önemli değişiklikler olduğunu/olacağını duyunca teknik toplantının çok değerli olacağını düşünmüştüm. Ama o da ne! Teknik toplantı da iptal edilmişti. Onun yerine detaylı bir yarış kuralları dokümanı gönderilmişti. Uzun zamandır değişmeyen kurallara sahip bir yarışta, uzun bir dokümana bakıp nelerin değiştiğini anlamak gerçekten çok güç. Bence özel bir bölüm hazırlanıp, “Dikkat edilmesi gereken büyük değişiklikler” başlığıyla listelenmeliydi.

Bir başka değişiklik de GPS takip cihazı taşıma zorunluluğuydu. Çok da küçük olmayan bir takip cihazını taşımak ve sürekli çalışır durumda tutmak gerekiyordu. Bu birçok açıdan güzel bir değişiklik; hem dileyen koşucuyu tam zamanlı takip edebiliyor, hem güvenlik açısından değerli hem de olası kestirme çabalarının önüne geçmek için faydalı.

Organizasyon tarafındaki çok sayıdaki değişikliklerden biri de sabah sürprizi oldu bize. Ben yarışmacıların kaldığı otelde değil, destek ekibimle ayrı bir yerde kaldığım için starta otobüslerle gitmedim. Destek ekibiyle beraber daha önce burada olduğum her iki yıl da yarışın başladığı noktaya gidip beklemeye koyulduk. Çünkü gönderilen dokümanda “The starting point will be on Dionysiou Areopagitou, at the height of Herod of Atticus’ Theater.” şeklinde, önceki yıllardaki noktayı da kapsayan epey geniş bir alan olarak ifade edilmiş start noktası. Çevrede benim gibi 10-15 koşucu daha vardı. Zaman geçti ama koşucu sayısı artmadı. Starta 15 dk kalmasına rağmen kalabalık gelmemişti. O an fark ettim ki start noktası da değişmiş. Neyse ki 350 metre değişmiş de insanları izleyerek o noktayı hızla bulabildim.

Başlangıç

I hurt myself today
To see if I still feel
I focus on the pain
The only thing that’s real.

Hurt – Trent Reznor

Ben de yarış koşacak herkes gibi yarışa birkaç gün kala hava tahminlerine bakıyorum. Ama işte telefon ekranında gördüğümüz rakamlar her zaman gerçekte ne yaşanacağını tam olarak anlatamıyor. Bir de yarış 250 km’lik bir alana yayıldığından hangi saat için hangi bölgeye bakacaksın, o bölgede tahminler her zaman tutarlı mı, bunlar belirsiz. Yine de sıcak olacağını bir şekilde anlıyor insan. Özellikle de Eylül ayını ortalama 18°C ile geçirmiş, Londra’dan geliyorsa ve gördüğü rakamlar 30lu rakamlarsa biraz ürküyor da. Yunanistan’ın sıcak olacağını bildiğimizden Wendy ile Eylül ayında uzun koşularımı kalın ve kat kat giyerek yapmama karar vermiştik. Ben sıcak antrenmanı olsun diye kat kat giyiniyor ve öğle saatlerinde koşuya çıkıyordum ama hiç de sıcak ve bunaltıcı hissetmiyordum. Londra Eylülünde Yunanistan sıcağına hazırlık yapmak neredeyse imkansızdı anlayacağınız. Cuma sabahı starta giderken sabah serinliğinde hafif üşürüm diye düşünerek yanıma uzun kollu bir şey aldım. Çok saçmaymış, sabah 6:30’da, karanlıkta, incecik tişörtümle bile havayı oldukça ılık hissediyordum.

Start noktası değişikliğinden ve son anda bunu fark etmemizden kaynaklı az da olsa stres yapmadım desem yalan olur. Tüm bu değişiklikler biraz aklımı karıştırmıştı. Acaba daha gözden kaçırdığım neler vardı? Bu düşüncelerle 6:45’te yarış başladı. Daha Atina’dan çıkmadan sırılsıklam terledim ve tişört üzerime yapıştı. Ama henüz güneş ortada olmadığından tempomu aşırı düşük tutmak istemedim; 5:45 dk/km civarında sabit bir şekilde şehirden çıkmaya çalıştım. 1 saat civarında şehir merkezinden çıkışın işareti olan, denize doğru inen bir kısım var. Hatırlıyorum, orada denizden gelen bir sabah serinliği çarpıyor insanın terli yüzüne. İşte yarışın ilk gününde hafif bir serinleme hissettiğim tek yer orasıydı. Şimdi dönüp saatin kaydettiği sıcaklıklara bakınca o noktada 19°C olduğunu görebiliyorum. Ama tabii bu çok uzun sürmedi. Sahilde ilerledikçe sıcaklık hızla arttı ve 3. saat civarında 30°C’nin üzerini gördük. Bir de tabii bulutsuz gökyüzü sağ olsun, kesintisiz güneş altında koşuyorduk. Buraya kadar aslında Spartathlon normallleri denilebilir. Ancak sıcaklığın yükselişi hızla devam etti ve 5. saatte 35°C’nin üzerine çıktı.

İlk 80 Km (a.k.a Perseverance)

Destek ekiplerinin koşucularını karşılayabildikleri ilk istasyon maraton mesafesindeki Megara kenti. Yani bu, benim bildiğim kadarıyla 40 yıldır böyleydi. Başak ve Çağrı da beni orada bekliyorlardı. Onları görmek bana çok iyi geldi. 500 cc buz gibi bir WUP Carb3 hazırlamışlardı, hızla onu içtim ve tükettiğim jel ve Velofortelerin yerine yenilerini aldım. Şapkamın içine de buz doldurdular ve beni hızla yarışa geri döndürdüler. Megara’dan hemen 700 m sonra çift şeritli bir yola bağlanılıp sağa dönülüyor. Bu dönüşten bir süre sonra da yokuş tırmanmaya başlıyoruz. Yokuşa başlar başlamaz onlarca destek arabasının yolda sağlı sollu park ettiğini ve arabaların yanında koşuculara destek verildiğini gördüm. Buna bir anlam veremedim, çünkü (1) bu noktada istasyon yok diye biliyorum, zaten 1,7 km önce daha yeni istasyondan çıktık, (2) destek verilecek istasyonlar dışında koşucuya yardım edilemez. Burada bir gariplik vardı ama anlayamıyordum. 11. istasyon buraya kadar uzamış olabilir miydi? Ya da bunca insan aynı anda kural dışılık mı yapıyordu? İkisi de olamazdı. O zaman biz mi yanlış yapmıştık? Bir yandan kafam bu sorularla meşgulken bir yandan da sırtımdan vuran güneşin beni nasıl ısıttığını düşünüyordum. Her ikisi için de yapabileceğim bir şey yoktu, olan olmuştu ve güneş de yakıyordu; benimse tek yapabileceğim Sparta’ya doğru koşmaktı.

Saatin ölçtüğü sıcaklık eğrisi

Yukarıda belirttiğim gibi 5. saatte artık 35°C’nin üstünde seyreden sıcaklık artmaya devam etti. Bir an önce Corinth’e ulaşmak 80. km’deki büyük istasyondaki ağaçların gölgesinde serinlemek ve hem bir şeyler yemek hem de soğuk su içmek istiyordum. Sıcaklık ve güneş bir insan gibi sırtımda oturuyorken koşmaya çalışmak zordu. Bir yandan da güneş yüzümü yakıyordu. Önden geldiğinde şapka yetiyordu ama yandan geldiğinde kulağım ve yanağım kavruluyordu. Bir şekilde kendimi Corinth’e atmayı başardım. Kayıtlar Corinth kanalını geçtiğimde sıcaklığın 38°C olduğunu söylüyor. İstayonda Başak’ı görmek çok iyi geldi. Hemen oturdum ve hazırladıkları yulaf ezmesini yemeye başladım. Bu sene yemek formülümüz buydu, yulaf ezmesi. Hazırlaması kolay, yemesi dertsiz, aşırı tatlı değil ama tatsız da değil. Burada ilk denemesini yaptık ve iyi geldi. Destek ekibi canavar gibiydi. Hızla tişörtümü değiştirdim, boynuma içi buz dolu bir bandana sardılar. Şapkamı yine buzla doldurdular, elime soğuk Carb3 dolu bir el matarası ve muz tutuşturdular ve beni yolladılar. Tam bir pit stop gibiydi. Gerçekten çok iyi gelen bir mola oldu ve o gazla yola koyuldum. Bundan sonra 3-4 istasyonda bir yani 10-13 km’de bir onları görecek olmak güzel bir düşünceydi. Ama saat daha 15-16 civarı olduğu için sıcaklık halen fenaydı. Buzlar hemen eridi, mataradaki içecek ılıdı. Buna alışmam gerekecek gibi görünüyordu.

Bu arada, buraya kadar stratejiye sadık ilerlemiştim. Maratona 4:08, 80.km’ye de 8:33 sürede gelmiştim. Bunlar önceki iki yarışa göre oldukça yavaş ilerlediğimin göstergesiydi. Bu sakin ilerleyiş ve Corinth’teki güzel karşılamadan dolayı hızla ilerleyip 90.km civarındaki istasyona 10 saati biraz geçe vardım. Beni makarna ve haşlanmış patatesle karşıladılar. 10 saat sonra tuzlu bir şeyler yemek çok iyi geldi. Bir de sporcu içeceği istedim, Çağrı hemen buz gibi bir tane kapıp geldi. Tuzlu yiyecekler ve soğuk şekerli içecek çok iyi geldi. Hızla devam ettim.

Bu noktada beni şaşırtan başka bir şeye değinmem gerek. Çünkü 10 saattir gördüklerimi toplayınca artık şüphe götürmeyecek şekilde emin olduğum bir şeydi bu. Koşuculardan bazılarına (birkaç taneden fazla) bazı arabalardan (destek arabası olarak kayıtlı olan veya olmayan) destek istasyonları dışında, hatta herhangi bir istasyon olmayan yerlerde yardım sağlanıyordu. Bu yardımlar, ellerine hızla jel veya tuz hapı tutuşturmak, geçecekleri yere birkaç saniye önce bir dilim karpuz bırakmak ya da ellerindeki artık işlerine yaramayan şeyleri almak gibi çeşitli şekillerde oluyordu. İşin garibi başka koşucuların bu yapılanları görmesinden pek de rahatsız değillerdi. Daha önceki iki yarışta böyle bir şey kesinlikle görmemiştim. Bu tespit beni hem üzdü, hem sinirlendirdi hem de çok düşündürdü. Bununla ilgili yazının sonunda yorumlarım olacak, şimdi yarışa devam edelim.

İkinci 80 Km (a.k.a Resilience)

Önceki istasyondaki beslenme ve ekibin motivasyonuyla hızla 103. km’ye ulaştım. Burası büyük ve kalabalık istasyonlardan biri. Etrafta masaj yaptıranlar, yatanlar var. Ben ekibi bulduğumda Hilmi de bu istasyondan çıkıyordu. Biraz zorlandığını, kendini çok halsiz hissettiğini ama bir şekilde ilerlemeye çalıştığını söyleyip yola koyuldu. Burada çok durmaya niyetim yoktu, önce biraz haşlanmış patates ve birkaç kaşık makarna sonra da Çağrı’nın buzla soğuttuğu şeftali dilimlerinden yedim. Kalanları hızla ağzıma tıkıştırıp, yola koyuldum. Aslında hava henüz çok kararmamıştı ama ekibi bir daha görünceye kadar çok geç olabilir düşüncesiyle kafa lambasını yanıma aldım. Bu istasyondan sonra hafif hafif mide bulantıları başladı. Acaba, diye düşündüm, gereğinden çok mu yedim. Aklıma sıcağın beni etkilemiş olması değil de gereğinden çok karbonhidratı mideme göndermiş olabileceğim geldi. Çünkü vücudun belirli bir zaman diliminde hazmedebileceği karbonhidrat miktarı belli, bunun üzerine çıkarsanız onlar midede takılıp kalıyor ve zorluk çıkarıyor. Ayrıca midedeki karbonhidratla eldeki veya çantadaki karbonhidrat aynı şeyler; kullanılmıyor ve siz onları taşıyorsunuz. Biraz hesap kitap yapınca fark ettim ki o kadar da çok yememiştim, aksine yeme içme planımın çok gerisindeydim. Mideyi şimdilik pek umursamamaya çalışarak koşmaya çalıştım.

O noktaya kadar Türkiye’den katılan diğer arkadaşların hepsi benden önde ilerliyorlardı. Bu iyi bir haberdi, çünkü demek ki hem ben gerçekten çok temkinli ilerlemeyi başarmıştım hem de onlar sağlıklı ve güvenli bir şekilde koşuyorlardı. Ama 106. km civarı, sırtından ileride koşan Aykut’u tanıdım. Hızlanıp yanına gittim. Yüzüne bakar bakmaz pek iyi durumda olmadığını anladım. O da zaten bunu onaylayan şeyler söyledi. Midesinin çok kötü olduğunu, kusmaya başladığını anlattı. “Hemen önümüzde Hilmi ve Vesile ilerliyor” dedi. O noktada halen biraz daha hızlı ilerleyebilir durumda olduğumdan onu geride bırakıp 113. km’deki istasyona ulaştım. Buraya çok sert bir yokuşun sonunda ulaşılıyor. Daha önceki senelerde hep gündüz ulaşmıştım ama bu sefer vardığımda hava kararmıştı.

Aykut’tan ayrıldıktan sonra midem daha da kötüleşmişti. Bir sandalyeye oturdum ve Başak elime yulaf ezmesini tutuşturdu. Yiyemeyeceğimi biliyordum ama kendimi zorladım. Daha üçüncü kaşıkta öğürmeye başladım. Daha fazla zorlayamadım. Bir jel ve birkaç dilim şeftaliyi zorla mideme yolladım ve yola koyuldum. Almam gerekenden çok az şey alabilmiştim vücuduma. Ama en azından hava kararmıştı ve artık güneş yoktu. Sıcaklık da 26-27°C’lere inmişti. Artık istasyonlarda herhangi bir şey yiyemiyor az da olsa kola içip biraz şeker almaya çalışıyordum. 124. km’deki büyük istasyona bu şekilde vardım. Burada birileri et ve tavuk pişiriyordu. Koku beni bayıltacak derecede kötüydü. Kalabalığın içinde bir yere oturdum. Başak ne önerse geri çevirdim. Bırakın bir şey yemeyi, bir şey yeme düşüncesini bile kaldıramıyordum. Etraftaki pişmiş tavuk kokusundan bir an önce kaçmalıydım. Başak’a “Bir şey yemeden bir 10 km daha ilerleyebilirim herhalde.” dedim. O da elinden bir şey gelmediğinden, kabul etti. O sırada Hilmi’nin o istasyonda masaj yaptırdığını, kendini çok iyi hissetmediğini öğrendim. İki yol arkadaşımı kendilerini kötü hissederken geride bırakıyor olmak düşündürücüydü ama toparlayacaklarına inancım tamdı. Kalkıp o kokudan hızla uzaklaştım. Ama tabii birkaç kilometre sonra uzun süredir bir şeyler yememenin sonuçlarını hissetmeye başladım. İlerlerken güçsüz hissetmeye başladım, bir yandan da sürekli bir kusma hissi vardı içimde. Hiçbir şey yiyemiyorum bari istasyonlarda kola içeyim dedim ama içemedim. Hiç olmazsa su içeyim diye düşündüm, bir yudum su bile öğürmeme neden oluyordu. İşin kötü ben kusamıyorum. Sanırım en son 20-25 yıl önce filan yaşamışımdır o hali. Belki bunu becerebilsem rahatlayacağım ama olmuyor. Hatta birkaç defa yol kenarlarında rahatlamaya çalıştım ama olmadı. Su bile içememek başıma ilk defa geliyordu. Tamam, uzun yarışlarda mide sorunları hep yaşadım, yeme konusunda sıkıntılı anlarım oldu ama suyun mide bulandırması çok acayipti. Böyle böyle ilerlerken aklıma yatıp dinlenmenin mideyi biraz rahatlatabileceği geldi. Bir sonraki büyük istasyonda bir süre yatmaya karar verdim.

Malandreni’de, yani 140. km’de, ekip bunun için hazırlanmıştı. Kalabalıktan uzak bir yerde, uyku tulumunu yere serip üzerine uzandım. Kafamı da örttüm ve uyursam 10 dakika sonra beni uyandırmalarını söyledim. 15 saniye sonra Başak “10 dk oldu, ama istersen bir 5 dakika daha uzan” dedi. İnanamadım, daha saniyeler olmuş gibi gelmişti bana. 5 dakikada daha uzanıp kalktım ve gerçekten biraz daha iyiydim. Biraz yulaf ezmesi yiyebildim. Ekibe, yolda her istasyonda ağzıma bir jel sıkacağıma söz verip yola koyuldum. Bu kadar uzun süre koş, yürü yapıp sonra 15 dakika uzanmak insanın bacaklarını kaskatı yapıyor. Ama kendimi biraz motive edip bacaklarımı açtım ve hızlandım. Bundan sonraki istasyon dağa doğru tırmanıştan önceki son istasyon. Umudum oraya vardığımda mide bulantımın tamamen geçmiş olması ve orada olabildiğince çok şey yemekti. Ama beklentimin gerçekleşmeyeceği yolda belli oldu. Küçük istasyonlarda yeniden su bile içemez hale geldiğimi gördüm. Demek ki 15 dakikalık uzanma mide için yeterli olmamış, sadece geçici bir rahatlama sağlamıştı. 150. km civarında Lyrkia Köyü’ne geldiğimde gece 1:00’i geçmişti. Buraya daha önce hiç bu kadar geç ulaşmamıştım.

Yarışın sonucunu düşünmek için çok erkendi ama hayalimdeki gibi süreler uçup gitmeye başlamış gibi görünüyordu. Bu kadar uzun ve zor yarışlarda bir planı işletmek çok zor, o yüzden planımdaki değil hayalimdeki diyorum. Bu noktadan sonra artık hedefimi yarışı bitirebilmek şeklinde güncellemeye başlamıştım. Köye gelip bir sandalyeye oturduğumda bir şeyler yeme içme düşüncesi çok uzaklardaydı. Başak bir kahve hazırlamıştı ama kokusu bile midemi bulandırdı. Her gün iki büyük kupayı keyifle içen ve daha fazlasını hayal eden ben o an kahvenin kokusuna bile dayanamıyordum. Biraz yulaf ezmesi yemeye zorladım kendimi. Başak uzun zamandır, kusup rahatlamamı yoksa bu işin bitmeyeceğini söylüyordu ama ben beceremiyordum. O sırada, şöyle düşündüm “Yulafı zorla ağzıma tıkayayım belki kusarım ve rahatlarım”. Ama olmadı, olmadığı gibi o halde bir şeyler yemeye çalışmanın, sürekli midenin kalkmasının insanı gerçekten çok yorduğunu öğrenmiş oldum. Olabilecekleri göze alarak yola çıkmaya karar verdim.

Rotanın burasında, önce birkaç kilometre ağaçlık bir bölgede karanlıkta koştuktan sonra, çok küçük bir köydeki ufak istasyona varılıyor. O istasyonda sadece numaramı gösterip yola devam ettim çünkü yiyecek içecek görmek veya koklamak istemiyordum. Ardından hemen tırmanış başlıyor. Zigzaglar şeklinde dağa doğru yükseliniyor. Ben yeme içme problemleri yaşayıp, güçsüzleştikçe yavaşlıyordum ama son birkaç saattir de beni geçip giden kimse olmamıştı. Ya artık en sonuncuydum (ki küçük bir olasılıktı) ya da benim önümde ve arkamdaki herkes benim gibi sürünüyordu. Dağa doğru yükselirken yine kusmaya çalıştım. Bu sefer epey uğraştım ama olmadı. Tırmanış sırasındaki küçük istasyonu da aynı şekilde pas geçtim. Mountain Base’de yine biraz yatmaktan başka çare kalmamıştı. Kendimi sağlam tutmaya çalışarak istasyona ulaştım.

Son 80 Km (a.k.a Grit)

“Body runs the race, but mind determines the result.”
“Yarışı vücut koşar ama sonuca zihin karar verir.”

Spartathlon’a mı geldik, yatmaya mı, belli değil.

160. km’deki Mountain Base istasyonunda, Başak, kendisi müdahale ederek beni istifra ettirmeye çalıştı. Epey garip sesler çıkarmış olsam gerek bir doktor gelip bulantı ilacı verebileceğini söyledi. Bu uzun zamandır duyduğum en güzel haber olabilirdi. İlaçları yuttum ve orada hazır duran yer yataklarından birine uzandım. Tabii epey yüksekte olduğumuz ve saat de gece yarısını geçmiş olduğundan hava hafif de olsa serinlemişti. Ayrıca rüzgar da terlemiş ve yorgun koşucuların bir anda duran vücutlarını titretiyordu. Görevliler üzerime bir alüminyum battaniye ve bir tane de normal battaniye serdiler. Orada, kafamda kalan yolu evirip çevirerek, 20-25 dk kadar uzandım. Kalktığımda hızla yola koyulmaya kararlıydım. Ama tabii önce bir şeyler yemeliydim. Başak akıllıca bir kararla bu sefer yulaf ezmesini bol sulu yapmıştı. Çorba gibi yudum yudum epeyce içtim. Mideme bir miktar yiyecek gönderdiğime göre tırmanmaya başlayabilirdim. Ekip elime, cebinde bere, içlik ve yiyecekler bulunan yağmurluğu tutuşturdu. Havanın çok sıcak ilerlediğini bildiğimden itiraz ettim ama Başak önceki senelerde yukarının ve tepenin arkasının serin olduğunu hatırladığı için ısrar etti, en kötü elinde taşırsın dedi. Haklı olabilirdi, boyun eğip toprak yola girdim. Buradaki tırmanış oldukça sert ama neyse ki kısa. Yavaş ama emin adımlarla tepeye ulaştım. Uzun süredir az beslendiğimden güçsüz durumdaydım. Tepedeki çadırda bir sandalyeye çöktüm. Bir bardak kola içip nefeslendikten sonra, zamanın hızla akıp gittiğini fark edip inişe geçtim.

İnişi daha önceki raporlarda anlatmıştım, sert eğimli ve büyük taşlı toprak bir yol. Sürekli kayıp düşme tehlikesi hissediyor insan. Daha 250 metre ilerlememiştim ki 2019’da koşarken tanıştığımız Wilma’yı gördüm. Wilma daha önce Spartathlon’u 6 defa bitirmiş. Bitiremediği yıllar da var, yani oldukça deneyimli. Gördüğümde inmekte çok güçlük çekiyordu. Bana birlikte inip inemeyeceğimizi sordu. Her ne kadar zamanla ilgili sorunum olsa da onu burada bu şekilde zorlanırken bırakmak istemedim. El ele tutuştuk ve olabildiğince hızla aşağı doğru yürüdük. Karanlıkta sürekli ayakları kayıyordu, ben de dengesini sağlamasına yardım ediyordum. Sırf bu kısım için ayakkabısını değiştirmesi, patika ayakkabısına geçmesi, ama hiçbir işe yaramaması konusunda söyleniyordu. Her ne kadar söylense de oldukça pozitif ve neşeli bir insan. Sohbet ederek zigzagları bitirdik. Ben hızlanmam gerektiğini söyleyip koşmaya başladım. Biraz ileride küçük istasyonlardan birine ulaştım.

Sabaha karşı gençler gönüllülük yapıyorlardı. Bana hazır çorba önerdiler. Çok ilginç, çorba fikri bir anda kulağıma iyi geldi. Hemen yaptılar, ben de hızla içtim. Buraya kadar her istasyonda numaralarımıza bakıp onları yazan birine bağırıyorlardı. Kendi numaramı Yunanca duya duya öğrenmiştim. Burada gençler numaramı okumaya çalışırlarken onlara “Ekatón exínta éna” (Εκατόν εξήντα ένα) diye bağırdım. Yunanca 161 demeyi öğrenmem çok hoşlarına gitti, güzel telaffuz ettiğimi söylediler, hep birlikte güldük. Tuzlu, sıcak bir şey iyi gelmişti. Midem düzeliyordu anlaşılan. Bir bardak da kola içip hızla koşmaya başladım. İlk hedefim Nestani, sonraki hedefimse 200 km, yani otobandı. Nestani’ye doğru koşarken Aykut arkadan yetişti. Önceki istasyonlarda cutoff sürelerine çok yaklaştığını ama bir şekilde ilerlediğini öğrenmiştim. Anlaşılan o da toparlanmış ve cutoffa çok yakın olmanın heyecanıyla gaza basmıştı. Birkaç cümle konuştu sonra basıp gitti. Epeyi hızlı koşuyordu. Onun bu halinden etkilenip ben de vites artırdım.

“We lost because we told ourselves we lost.”
“Kaybettik, çünkü kendimize kaybettik dedik.”

Leo Tolstoy
Mahzun koşucu, tetikte antrenör!

Nestani’ye ulaştığımda artık midem o kadar kötü değildi. Orada tüm yükümü bıraktım, biraz yulaf ezmesi yedim ve biraz kahve içtim. O sırada gözüme istasyonun tabelası ilişti. Cutoff saati 7:30 olarak görünüyordu. Saatime baktım, saat 7:05. Hemen ayağa fırladım, çizgi arkadan yaklaşıyordu ve 25 dakika kalmıştı. Başak ve Çağrı, “Bak hava oldukça iyi, saat 11’e kadar koştun koştun, sonra yine dünkü gibi olacak!” diyerek içime korku saldılar. Hem cutoff hem de bu söyledikleri beni acayip gaza getirdi. Hızla koşmaya başladım ve durmaksızın koştum. İstasyonlara yaklaşırken jel yutup, masadan su içip hızla geçip gidiyordum. Onca saatten sonra koşmanın vakti gelmişti. Sağımda tepeler vardı ve arkalarında güneş yükseliyordu. Bu sahneyi gördükçe koşuyordum, sanki güneşle yarışıyordum. Bu halde 187. km’ye ulaştım. Artık güneş doğmuştu ama o kadar sıcak değildi. Burada da hızla bir şeyler yedim. Ben yerken, Başak da sürekli beni motive edecek şeyler söylüyordu. Artık toparladığımı, yapabildiğim kadar hızlı koşmamı salık veriyordu. Fazla vakit kaybetmeden yola koyuldum.

İkinci hedefime ulaşmam fazla zaman almadı. Sparta’ya inen otobana ulaşmıştım. Önümde 47 km kalmıştı. Bitişin kokusunu almak güzel bir his ama otoban da inişli çıkışlı bir bölüm. Çıkışlarda koşmak çok mümkün olmasa da kısa kısa joglarla zamanı toparlamaya çalışıyordum. Zaten Nestani’den beri her istasyonda tabelalardaki cutoff zamanlarına bakıyordum. 25 dk ile başlayan kovalamacada epey yol kat etmiş, artık aramızdaki farkı 50-55 dakikalara çıkarmıştım. Otobanda ekibi iki defa daha gördüm. Bana buz gibi bir meyve suyu, boynuma bağlayacağım buzlu bandana, buzlu Carb3, yulaf ezmesi ve jel ile hızla destek olup beni geri yola çıkarıyorlardı. Harika ilerlemeye başlamıştım. Sürekli birilerini geçiyordum. Bu gazla Sparta ayrımına ulaştım. Burada yol hoş bir eğimle sürekli şekilde Sparta’ya iniyor. Quadlarım epey acısa da bu inişten maksimum faydalanmaya çalıştım. Köşeleri içten dönmek için, yolun bir sağına bir soluna koşturdum. Tam bu inişte Vesile ile karşılaştım. O da zorluklar yaşayıp yavaşlamıştı. 35 saati görmek istemediğimi o yüzden biraz acele etmeye çalıştığımı söyledim. Benimle birlikte gelmek isteyip istemediğini sordum. O kendi hızında ilerlemek istediğini söyledi.

Finish (a.k.a Flexibility)

10 km kala son istasyona ulaştım. Ekip yine aynı güzellikte beni karşıladı. Üzerime finish tişörtümü giydim. Bana buzlu bandana, şapkama buz ve elime buzlu su almam konusunda ısrar ettiler. Ben ahmakça “Gerek yok yaa, vardım artık.” desem de ısrarla hepsini elime, boynuma tutuşturdular. Ne kadar akıllılar, ah ne öngörülüler! Birkaç km sonra hava öyle cehennem gibi sıcaklaştı, güneş öyle mızrak gibi inmeye başladı ki. Son kilometreler motivasyonuyla deli gibi koşmayı düşünürken, yürüyemez hale geldim. Neyse ki onları vermişler de bir süre idare edebildim. Hava Sparta’ya indikçe boğuculaştı. 4 km kala olan istasyona vardığımda, buzlar erimiş, suyum ılımış, beynim haşlanmıştı bile. Hava çok sıcak olduğundan koşamıyor, koşamadığım için yürüyerek o sıcakta ve güneşte daha çok zaman geçirmek zorunda kalıyordum. Son anlarda döngüye girmişti mesele. Bu son istasyondan kendimi baştan aşağı ıslatıp, el matarama buz doldurup çıktım. Elimden geldiğince koşarak bitişe ulaşmaya çalıştım. Ama sıcaktan her an bayılacak gibi hissediyordum. Bunda 1,5 gündür zorlanıyor olmanın da etkisi olabilir tabii ama birkaç kilometre kala bayılmak gerçekten çok üzücü olabilirdi. Temkini elden bırakmadan son sokaklardı da geçtim. Artık Leonidas karşıda görünüyordu. 2017’de, burada, son anda kutlama yapmakta olan bir Fransız’ın önüne geçmiş sonradan kendimi çok kötü hissetmiştim. Bu sefer önümdeki koşucunun bitişini dilediği gibi kutlayabilmesi için yavaşça yürüyerek sıramı bekledim. Kaybedilecek birkaç dakikanın böylesi bir yarışta hiç anlamı yok. Neyse ki 35 saati görmeden heykele ulaşmıştım. 34 saat 47 dakika.

İşin Püf Noktası

Spartathlon gibi çok uzun ultramaratonlar ya da 24 saat yarışları koştuğumu duyanlar bunları nasıl yaptığımı, işin püf noktasının ne ya da asıl numaranın nerede olduğunu soruyorlar. Bunu her duyduğumda aklıma 1962 tarihli Arabistanlı Lawrence filminden şu sahne geliyor.

Film boyunca birkaç kere Lawrence’ın yanan bir kibriti yavaş yavaş parmaklarıyla söndürdüğünü görüyoruz. Bir noktada askerlerden biri de numarayı deniyor ama eli çok acıyor. Dönüp bunu nasıl yaptığını, işin püf noktasının ne olduğunu soruyor. Lawrence’ın cevabı çok net:

“The trick is not minding that it hurts.”
“İşin püf noktası, acıtıyor olmasına aldırış etmemek.”

Yani bu yarışlara girmeye karar verdiğimde sürecin nasıl olacağını aşağı yukarı biliyorum aslında. Yorgunluğu, bacaklardaki ve ayaklardaki ağrıları, yaşanacak mide ve bağırsak sorunlarını, zihinsel dibe vuruşları çok iyi tanıyorum zaten. Bütün antrenmanlar ve hazırlıklar da bunların olmasını engellemek için değil, şiddetlerini azaltmak ya da olduklarında dayanabilme kabiliyetini kazanmak amacıyla yapılıyor. En nihayetinde tümü gerçekleşiyor ve yarışları bitirebilmenin püf noktası da fiziksel ve zihinsel hazırlıklar sayesinde bunlara aldırmamak. Yani bu yarışta da bir sürü şey oldu ama ben acıya değil elimden geldiğince çözüm üretmeye odaklandım.

Destek Ekibiyle İletişim

Pozitif ekip – Eşim Başak ve Çağrı Tuncay

Daha önceki yarışlarda da bu yarışta da destek ekibimle hep pozitif ve olumlu bir iletişim kurmaya dikkat ettim. Hangi istasyona, hangi durumda gelirsem geleyim küçük bir espri yapmaya çalıştım. Plandan geç geldiysem özür diledim, beklettiğim, meraklandırdığım için. Eşim Başak da, Can ve Çağrı da hep pozitif yaklaştılar bana. Yeri geldiğinde doğru cümlelerle beni canlandırmak için gerçekleri direkt söylediler, yeri geldiğinde motive etmek için biraz gerçeği değiştirdiler. Hiçbir zaman hiçbirine karşı sert konuşmadım, sinir veya agresyon sergilemedim. Bir buçuk gün uyumadan, sıcakta oradan oraya savrulup, kalabalığın ve pisliğin içinde hedefime ulaşmam için uğraşan insanları ufacık bile olsun incitmek istemem, umarım incitmemişimdir de. Böylesine zorlanan birine destek vermek fiziksel olduğu kadar zihinsel olarak da çok zor, tahmin edebiliyorum. Acı çeken, zorlanan birine “hadi devam” demek de zor, “bırak, boşver” demek de. Bu arada kalmışlık eminim insanı zihinsel olarak çok yoruyordur.

“If a problem can be solved there is no use worrying about it. If it can’t be solved, worrying will do no good.”
“Bir sorun çözülebiliyorsa, onun için endişelenmenin bir anlamı yoktur. Çözülemiyorsa, endişelenmenin bir faydası olmaz.”

Dalai Lama – Tibette Yedi Yıl

İstasyonlarda sorunlara değil olumlu şeylere odaklanmaya çalıştım. Tabii ki çözüm üretmek için sorunları da konuştuk ama böyle bir havada, böyle bir yarışın 150. km’de birilerine “Çok yoruldum.” ya da “Bacaklarım bitti, çok ağrıyorlar.” demenin bir faydası yok. Çünkü hem çok bariz ve beklenen bir durum hem de bunu söylemenin kimseye bir faydası yok. Çözülemeyecek şeyleri konuşarak moral bozmanın veya zaman kaybetmenin gereği yok.

Sonuç Değerlendirmem

Peki, yaklaşım değişikliği, farklı hazırlık ve strateji, işe yaradı mı? Evet yaradı, çünkü yarışın ikinci yarısında çok daha iyi ilerledim. Ama öte yandan hayır yaramadı, en iyi zamanı mı yapamadım. Milli takımda yarışmış bir kaya tırmanıcısı arkadaşımla sohbet etmiştik. Geçmişte yurt dışı yarışlarına katıldığı dönemlerden söz ediyordu. “Gidiyoruz çok acayip araçlar kullanarak garip rotalar hazırlamış oluyorlar. Mesela yarım küreyi duvara monte etmişler. Geri dönüp ona çalışıyoruz, bir sonraki yarışmaya gidiyoruz bu sefer piramit monte etmişler. Geri dönüp onu çalışıyoruz, sonraki yarışta bambaşka bir şekil.” diye anlatmıştı, gülmüştük. Benimki de o durum oldu. Pacing çalıştım bu sefer sorular aşırı sıcaktan geldi. Dolayısıyla hazırlıkların sonuçlarını tam belirlemek çok zor.

Eminim bu sıcaklık herkesi çok etkilemiştir. Benim kendimle ilgili bildiğim özel bir durumsa Londra’dan geliyor olmam. Londra Eylül ayı boyunca çok serindi. Neredeyse günün en yüksek sıcaklığı 20°C’nin üzerine çıkmadı. Son ay sıcak antrenmanı yapmayı düşünmüştüm, kalın giyinip öğle saatlerinde çıkarım demiştim ama hiçbir faydası olmadı. Kalın diye giyindiğim kıyafetler ancak yetti. Bu yaz İngiltere’de sıcak hava dalgası diye günlerce haber yapılan iki gün olmuştu. Dışarı çıkmayın, bol su için vb. önerilerle insanları korumaya çalıştılar. O günlerde hava sıcaklığı 38°C olmuştu. Kiminin korkulu rüyası, doğal afeti kiminin mevsim normali. 20°C daha düşük sıcaklıkta antrenman yapıp bu yarışa gelmek pek yardımcı olmadı anlayacağınız.

İlk defa bir yarışta cutoff süresine bu kadar yaklaştım. Bu ilginç bir deneyim oldu. İnsan korkuyor ama kırbaç etkisini de hissediyor. Seni çarpıp, kendine getiren bir hismiş.

Bu yarışta fiziksel olarak çok dibe vurdum ama zihnimde karanlık yerlere hiç gitmedim bu sefer. Kendimi hep olumlu yanda tutmaya zorladım, sorunları çözmeye odaklandım. Çözemediğim noktadaysa aldırış etmemeye, sorunla birlikte ne kadar ilerleyebiliryorsam ilerlemeye çalıştım.

Hoşuma giden bir sonuç da vücudumda hiçbir sorun oluşmadan (şişmedim, parmaklarım su toplamadı, vücudumda güneş yanığı olmadı, herhangi bir sakatlığım yok vs.) bitirdim yarışı. Önceki senelerde zorla otele ulaşır, duş alıp hemen uyuyakalırdım. Bu yıl, normal bir şekilde otele gittim, yemeğimi yedim, duş aldım, telefondan konuşulanları, yazılanları okudum. Normal bir akşam gibi geçti o akşamım. Ertesi sabah da sorunsuz uyandım.

En nihayetinde Spartathlon gibi bir yarışı 3 defa bitirmiş olmak benim için çok değerli. Bu yarışta elitler dışında çok az insan bitirme zamanına odaklanıyor. Bizim gibi normal insanlar için 36 saat içinde bu yolu katetmek bile büyük başarı. Bazen kulağıma çalınıyor, bu koşmak değil, yürüyorlar diyenler oluyor. Bu konuda yorumum yok, böyle düşünenlere tek söyleyebileceğim gitsinler ve denesinler. Harita üzerinde incelemeye, yazılanları okumaya pek benzemiyor bu mesafeler, rotalar. Benim elimden gelen bu, ve elimden gelenden dolayı çok mutluyum.

Not: 2017, 2019 ve 2022 zaman karşılaştırmaları en altta.

Türkiye’den gelen 5 kişiden dördü tamamlamayı başardı. Hilmi ne yazık ki bu sefer bitişe ulaşamadı. Çok fazla değişkenin olduğu çok zor meydan okumalar bunlar. Herkesin başına her şey gelebilir. Elinden gelenin en iyisini yaptığına eminim. Bazen olmayınca olmuyor. Yeniden gidip, rotayı alt edeceğine kuşkum yok. Budak, ilk yarışında çok güzel bir sürede bitirdi. Vesile, Spartathlon bitiren Türkiye’den ilk kadın oldu. Aykut… O her zamanki Aykut. 7. defa Leonidas’a vaktinden önce ulaştı. Dahasını da yapacak, hiç kuşkum yok. Hepsini başlama cesareti gösterdikleri için tebrik ederim.

Organizasyon ve Yarış

Organizasyon bu yılı da çok iyi kotarmış. Yeni Atina belediye başkanı biraz zorluk çıkarmış sanırım. Ayrıca yollarda büyük kavşak çalışmaları rotayı etkilemiş. Bu yol inşaatları önceki yıl da varmış ve o yıl başlangıç saati değişmemiş. Cutoff sürelerini de değişmediklerinden istasyonlarda bu sürelere takılıp bitiremeyenler olmuş. Bu yıl o nedenle 15 dakika erken başladı yarış. Onlarca istasyon tabelasını değiştirmek yerine başlangıç saatini değiştirmişler. Neredeyse tüm istasyonlarda sonsuz buz vardı sanırım. Ben orta kalabalıkta olduğum halde hiç buzsuz kalmadım. Masalar hep düzgün ve yiyecek içecekle doluydu. Gönüllüler çok yardımsever ve çok çalışkan. Herkes çok iyi iş çıkardı bu yıl da. Amaaa yarışın kontrolüne gelince…

Bu yarış çok değerli, eski ve saygın bir yarış. Çok seviyor ve saygı duyuyorum. Ama her geçen gün eriyip giden değerlere yavaştan da olsa onun da yenik düştüğünü görmek beni üzdü bu yıl. Söylenene göre bu yıl ilk defa koşacak olanların yüzdesi şimdiye kadarkilerin en yükseğiymiş. Yani şimdiye kadar hep eskiler yeniden gelip koşmuş. Tabii ki yeni katılımlar da olmuş ama deneyimli kalabalığın içinde azınlık olduklarından görerek öğrenmiş, eskilere ayak uydurmuşlar. Bu yıl ne yazık ki çok fazla kural ihlaline tanıklık ettim. Görevim olduğunu düşünerek abartılı olan bir tanesini hakemlere de ilettim. Ne yazık ki yarışı tanımayan, anlamayan, ona gereken saygıyı beslemeyen insanlar da gelmeye başlamış Spartathlon’a. Her yere olduğu gibi. Bunu biraz Everest’in durumuna benzettim koşarken. Artık Everest çoğu insanın gösteriş aracı oldu biliyorsunuz. Parayı bastıran zirveye giden kuyruğa giriyor. Belki bu söylediklerim çok romantik şeyler ama hak etmeyen, o dağa gereken saygıyı içinde hissetmeyenler artık orada çoğunlukta. Bunun bir uzantısı olarak pislik ve çöp de artmış. Spartathlon rotasında da aynı şey olmuş. Bütün rota çöp içinde. Destek ekipleri çekirge sürüsü gibi istasyondan istasyona akın edip oraları yerle bir ettikten sonra bir sonrakine geçiyorlar. Kalabalık, gürültü, sigara dumanı (evet, şaşırtıcı ama gerçek), çöp… Ne bunları deneyimlemek isterdim ne de yazmak isterdim. Kimseyi zan altında bırakmak değil niyetim, gördüklerimi dile getiriyorum. Eminim tüm kurallara sonuna kadar bağlı olan koşucuların sayısı çok daha fazlaydı.

Biz yapılan bir değişikliği gözden kaçırdığımız için 1.7 km önceki bir istasyonda destek görmemden dolayı çok utandık, sıkıldık. Ama altında ne bir hesap ne bir kazanç beklentisi var. Zaten böyle bir şeyde nasıl bir kazanç olabilir ki? Tamamen değişikliği gözden kaçırma. Hatta bizim gibi başka ekipler de vardı 11. istasyonda. İşte buraya yazıyorum, eğer bu bir ihlalse ve cezayı hak ediyorsa boynum kıldan ince (tek hata olduğundan bir sarı kartla kurtulabilirim belki).

Buna karşın istasyon olmayan yerlerde destek verenler, neredeyse tüm yarış arabayla eşlik edilen koşucular gördüm. Bunlara gerek yok. Bazı şeyler de dokunulmamış, bozulmamış kalsın ne olur! Zor olan şeyleri yapmak istiyorsak, zor olarak kalmalarına izin vermeliyiz. Zor olan şeyleri kolaylaştırarak yapmanın kime ne faydası var? Dağa çıkarken eşyalarımızı atlara ya da diğer insanlara taşıtacaksak, çöpümüzü oraya buraya atacaksak, zor yarışları kolaylaştırmak için kuralları hiçe sayacaksak neye yaradı meydan okumalar? Anladığınız üzere epey üzgün ve kızgınım bu konularda. Umarım daha da kötüye gitmeden toparlamanın bir yolu bulunur. Çünkü bu yarış önemli ve ben onu olduğu gibi seviyorum.

2017, 2019 ve 2022 farkları

10 km parçalarda

Km201720192022
100:00:53:070:00:50:060:00:57:34
200:01:46:120:01:38:380:01:53:44
300:02:41:400:02:29:110:02:53:58
400:03:37:380:03:21:180:03:55:40
500:04:37:200:04:19:320:05:01:29
600:05:37:490:05:21:220:06:11:20
700:06:41:470:06:25:500:07:17:53
800:07:55:400:07:41:400:08:33:58
900:09:09:520:08:59:510:09:55:55
1000:10:20:550:10:13:130:11:17:19
1100:11:39:100:11:39:280:12:38:33
1200:13:12:080:13:11:510:14:14:18
1300:14:45:420:14:49:320:15:42:56
1400:16:18:550:16:32:450:17:16:16
1500:17:43:180:18:28:390:19:09:12
1600:19:49:250:20:18:070:20:55:21
1700:21:56:210:22:31:000:23:46:38
1800:23:23:501:00:16:531:01:06:46
1901:01:17:041:01:49:221:02:28:08
2001:02:40:291:03:12:041:03:51:24
2101:04:17:571:04:55:241:05:20:53
2201:05:35:291:06:25:431:06:53:35
2301:06:52:271:08:08:101:08:20:03
2401:08:08:551:09:55:441:09:52:19
Finish1:08:48:451:11:33:531:10:47:54

İstasyonlarda: (her ne kadar bu yıl istasyonlar kaydıysa da)

Km201720192022
42.20:03:51:150:03:32:454:08:57
80.00:07:55:400:07:41:408:33:58
93.00:09:36:530:09:21:5310:19:30
102.10:10:43:570:10:32:3411:34:02
112.90:12:07:130:12:06:1713:05:32
123.20:13:49:250:13:37:1614:41:28
139.80:16:17:220:16:31:2717:14:53
148.30:17:29:090:17:56:3118:48:24
159.60:19:42:310:20:14:5120:50:26
171.50:22:18:000:22:44:151:00:00:23
186.11:00:48:261:01:10:271:01:52:10
195.31:02:00:441:02:32:061:03:09:01
206.41:03:50:511:04:15:491:04:50:17
212.31:04:37:551:05:13:081:05:42:54
223.41:06:01:091:06:57:121:07:21:30
236.21:07:43:101:09:10:391:09:11:06
246.01:08:48:451:11:33:531:10:47:54

“Spartathlon 2022” hakkında 18 yorum var

  1. Mert abi selam, yine tek solukta okuduğum bir yazı oldu. Senden ricam, 2023’de benim gibi mesafe arttırmak isteyen koşucular için koşmak dışında senin uyguladığın örnek kuvvet antrenmanlarını içeren detaylı bir yazı paylaşabilir misin? Selamlar, sevgiler.

  2. Mert gene çok güzel “bilge ile konuşmalar” tadında…
    Çayımın yanında müthiş bir kek gibi canını okudum yazının. Psychedelic bir etki yarattı. Cansın

  3. Müthiş başarı ve azim çok güzel yazmışsın bir solukta okudum tebrik ediyorum ilham verici ♥️ Sen İal deyken akıllı bir çocuktun ne ara delirdin diye merak ettim gerçekten inanılmazsın ayakta alkışlıyorum İAL 93 hale melemez Daldal ☺️ Bu arada eşim arabada uzun yolda ritm blog podcast dinlerdi ben sonra sen olduğunu anladım iyi mi

  4. Mert bey tebrik ederim, açıkçası yeni antrenman yaklaşımınızın başarıya ulaşıp ulaşmayacağını bende çok merak ediyordum. Siz her ne kadar yeni yaklaşımın işe yararlılığı noktasında hem evet hem hayır deseniz de, ben dışarıdan bakan bir göz olarak sanki size daha çok yaramış ve başarıya daha çok yaklaştırmış olduğunu görüyorum. Tabi bunu en iyi siz hissedebilirsiniz. Bir de zaten değişken parametrelerin çok olduğu bir ortamda çok ta önemli değil, önemli olan o süreçte deneyimledikleriniz.
    Tekrar tebrik ederim , yeni yol haritanızda ne tür yarışlar var bunu da merak ediyoruz.

  5. Çok güzel bir yazı, tek solukta okudum. Biraz da gözlerim dolmuş olabilir :’)

    Ayarı Kaçanlar olarak müdüriyet ile özel bölüm istiyoruz. Bu yarışların destekçi gözüyle nasıl olduğunu öğrenmiş oluruz 🙂

    Yürekten tebrik ederim

    1. Buradaki isteğe destek veriyorum 🙂 , müdüriyet ile özel bölüm onların hissiyatlarını da dinlemek çok keyifli olurdu. tek bir söz söylenebilir, Tebrikler !

  6. Merakla bekliyordum. “Sparta’ya inen otobana ulaşmıştım.” cümlesinde Heykel’e varmış kadar oldum. Nice sağlıklı meydan okumaların olsun ayarsız adam 🙂

  7. Mert Bey, tebrikler. Ayağınıza sağlık. Ara ara sıkılıp hem sizin hem Aykut Çelikbaş’ın eski Spartathlon yarış raporlarını okurum. Bu yeni rapor ilaç gibi geldi. Sadece bir günlük olmaktan ziyade, kişisel muhasebenizi, çıkarımlarınızı okumak keyif ve ilham veriyor. Uzun, sağlıklı, hedeflere ulaşılan nice koşu dolu yıllarınız olsun.

  8. Mert ani öncelikle bu güzel yazıyı bizimle paylaştığın için sonsuz teşekkürü borç biliriz. Başta seni ve destek ekibini tebrik ederim.Her zaman ki gibi tek kalemde okuduğum mükemmel bir yazı olmuş. Senin kadar düzgün Türkçe ile yazamayabilirim şimdiden affet .. 🙂 Umarım inşallah bir gün yüz yüze tanışmak nasip olur. Seninle tanışmam için gerekirse Denizli’den Londra’ya gelmeye hazırım. Ritimblog’u kurduğun ve bizimle bilgilerini paylaştığın için teşekkürler… Saygılarımla

  9. Mert abi merhaba , blogunu ilgiyle ve beğenerek takip ediyorum . Ben de 3 yıldır patika yarışları koşuyorum 30-65 km civarında . Henüz 3 haneli rakamları koşmadığım için mide-barsak sorunu çok yaşamadım ama yazılarınızdan anladığım kadarıyla 100+ km lerde bu sorun kaçınılmaz oluyor . Benim merak edip size sormak istediğim bulantı giderici- mide boşalmasını hızlandırıcı tablet formunda ilaçları kullanmayı neden tercih etmediğinizi merak ediyorum. Raporunuzu okurken sağlık ekibi size teklif edene kadar acaba yasaklı maddeler listesinde mi var bu ilaçlar diye düşünmüştüm, sağlık ekibi teklif ettiğine göre yasaklı değil diye düşündüm . Yarışlarda yanınızda bu ilaçlardan tablet formunda taşımak çok mu abartılı bir önlem olur diye merak ediyorum

  10. İnanılmaz bir hikaye, Nestani deki Cut off stresin, o anlarda bir de arkadan yaklaşan çizginin yarattığı heyecanın ile benim de nabzım yükseldi. Umarım nice sağlıklı yarışlar koşarsın. bu sayfaları ilgi ile takip ediyoruz. 🙂

  11. Hem Aykut Çelikbaş’ın, hem sizin bu koşuya dair yazınızı ilgi,keyifle okudum. Spartatlon’da bazı şeylerin bozulmaması için organizasyonla kesinlikle iletişime geçmelisiniz, farkındadırlar belki. İlk 5-10 bitiren profesyonel koşucuların maruz kaldığından daha büyük zorluk, doğa koşulu, riskler vs nedeniyle 36 saate son saniyeye kadar koşanlar daha inanılmaz, mücadeleci, saygı uyandırıcı geliyor, Tebrikler

  12. Öncelikle çok tebrik ederim, sayısız başarılar dilerim. Sıcaklık farkı nedeni ile performans düşüşü yaşanması ihtimaline karşı (kutup bölgesi veya ekvator ,çöl vb yarışlar) kapalı bir ortamda klima ile sıcaklık ayarlaması yapılabilir , fakat koşu bandı çok cezbedici değil ne yazıkki. Verdiğiniz bilgiler çok faydalı oluyor , teşekkür ediyorum.

  13. Sadece koşu, maraton ve Spartatlon hakkında değil, hayat, başarı, adanmak, dostluk, çevre, hukuk hakkında harika bir yazı. Bir kaç kere okunmalık. Tebrikler, nice yarışlara, nice raporlara.

  14. Gene muhteşem bir yarış yazısı (raporu demeye dilim varmadı :))… çok teşekkürler. Muhteşem bir mücadeleyi çok çok güzel anlatmışsın. Neden bilmem, özellikle son kısım benim için üzücü oldu. Yani gelecekteki herhangi bir yılda bu yarışı koşmaya çalışmak gibi bir niyetim de çabam da yok ama sanki ben de içindeymişim gibi, ben görmüşüm gibi, seneye gitsem ben de aynı şeylere şahit olacakmışım gibi üzüldüm. doğrusu biraz da utandım – insanlık ve koşucu insanlar adına… 🙁 Umarım bu uyarıların sayısı yeterince çoktur, organizasyon bunları dikkate alır ve yarış ölmeden önlemleri artırır. Tekrar teşekkürler, ayaklarına, kalemine sağlık…

  15. Meydan okumak, mücadele etmek, yılmamak ve başarmak. Bu etkinlik koşmaktan çok öte bir şey. Bunu üçüncü kez başardığın için seni ve ekibini tebrik ediyorum. Takip ediyorum, okuyorum, öğreniyorum, ilham alıyorum ve bundan çok keyif alıyorum.

  16. Mert Bey, öncelikle tebrik ederim. Bir koşucu değilim ancak buraya gelip sizin yazılarınızı okumak bir koşucu kadar heyecan veriyor. Yazınızda bizde sizin kadar yarış heyecanını, stresini, mutluluğunu yaşamış olduk. Mükemmel gözlemler ve tespitlerle dolu bir yazı, bir yarış, bir hatıra. Adını siz koyun. Zorluklarla mücadelede, hatırlayacağım mükemmel tespitleriniz. Tekrardan tebrik eder, yazı için teşekkür ederim.

  17. Yine keyifli bir yazı olmuş, elinize sağlık. Son paragrafta değindiğiniz konu sporun felsefesine aykırı olmasına rağmen birçok spor dalının ortak sorunu. Yazınızda dağcılıkla alakalı örnekler paylaşmışsınız. Aslında dağcılıkta bu konuyu çok güzel özetleyen bir deyim de var. Çoğu kişi artık dağa tırmanmak yerine dağı kendi seviyesine indirme peşinde. Okumadıysanız bununla alakalı ilginizi çekebilecek güzel bir makaleyi aşağıda paylaşmak isterim.
    The murder of the impossible – Reinhold Messner
    https://web.mit.edu/lin/Public/climbing/Messner.txt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir