Minimalizmden Maksimalizme – Kısa Notlar

Minimalizmden Maksimalizme – Kısa Notlar

Bazen moda akımlara, trendlere kapılmayı ve kapılanları eleştiririz. Ama etraflıca düşününce bazen bundan kaçınmanın da imkansız olabildiğini fark ettim. Bunu kendim için düşündüm. Koşmaya ilk başladığım yıllarda ayakkabılarda minimalizm akımı baskındı. Okuduklarımdan anladıklarım ve üstüne kendi deneyimlerim beni de o akıma yaklaştırmıştı. Zaten kaçınmak ne kadar imkanlıydı emin değilim. O kadar baskın bir akımdı ve öylesine pazarlanıyordu ki başka bir şey aramıyordu gözlerimiz. O zamanlar ayakkabı incelemesi de yazardım. Sonradan çok anlamlı olmadığını düşünüp bu inceleme yazılarından vazgeçtim. Son 4-5 yıldır sadece Hoka Clifton kullandıktan sonra geçenlerde başka marka ve modellere gözümü yeniden açınca Saucony’nin Kinvara modelinin 14. edisyonunun çıktığını gördüm. Açıp 3. edisyon hakkında yazdığım incelemeyi okudum. Vay be, dedim, topukta 22 mm, burunda 18 mm olan ayakkabı yavaş yavaş dönüşüp topukta 31 mm burunda 27 mm olmuş. Eskisi 224 gram yenisi 200 gram, değişime bakın, tabanı epey kalınlaşırken kendisi hafiflemiş. Bu, beni konu üzerine düşünmeye itti ve bir şeyler karaladım.

Hatırlıyorum, 2000’lerin sonlarında ve 2010’ların başlarında koşu ayakkabılarında minimalizm akımı, daha az yapay destek ve daha doğal bir koşu deneyimi düşüncesiyle popülerlik kazanmıştı. Bu akım, koşucuların ayaklarının ve bacaklarının daha doğal bir şekilde hareket etmesine, ayak kaslarının güçlenmesine ve yere daha doğal bir basışla basmalarına yardımcı olmak üzere tasarlanmış ayakkabılarla ilişkiliydi. Minimalist ayakkabılar, genellikle daha ince tabanlar, daha az topuk farkı (burun ve topuk arasındaki yükseklik farkı) ve genel olarak daha hafif yapılarla karakterize edildi. Bu akımın popülaritesinin artmasının birkaç nedeni vardı. Bunlardan ilki, bazı araştırmaların daha doğal koşu biçimlerinin sakatlanma riskini azaltabileceğini öne sürmesiydi. İkincisi ve bence daha önemlisi, bu tür ayakkabıların kullanımının, özellikle “Born to Run” gibi popüler kitaplar tarafından desteklenmesiydi. Şu yazının ikinci yarısında ve şu yazıda bunlardan epey söz etmiştim.

Ancak, zamanla bu minimalist yaklaşıma yönelik bazı sorunlar ve eleştiriler ortaya çıktı. Bazı koşucular için minimalist ayakkabıların yeterli destek ve koruma sağlamadığı ve bazı durumlarda sakatlanma riskini artırabildiği görüldü. Ayrıca her koşucunun ayak yapısı ve koşu biçimi farklı olduğu, bu nedenle herkes için aynı ayakkabı yapısının uygun olmayabileceği anlaşıldı. Bu geri bildirimler ve onların yol açtığı araştırmalar sonucunda, ayakkabı üreticileri daha fazla destek, yastıklama ve konfor sağlayan ayakkabılar üretmeye başladı. Bu eğilim de maksimalist ayakkabılar olarak adlandırılan yeni bir trendin doğuşuna yol açtı. Bu doğuşa Hoka liderlik etti desek yanlış olmaz.

Maksimalist ayakkabılar, genellikle kalın tabanlara, bol yastıklamaya ve geniş bir taban yüzeyine sahip. Bu da onları uzun mesafe koşuları ve sert zeminlerde koşmak için uygun araçlar haline getiriyor. Bu dönüşümün tam olarak ne zaman başladığı belirgin değil, ama 2010’ların ortalarından itibaren maksimalist ayakkabıların popülerliğinin arttığı net. Koşu ayakkabılarındaki dönüşümler; koşucuların ihtiyaçlarını, sakatlanma oranlarını ve ayakkabı teknolojisindeki gelişmeleri yansıtan, sürekli evrilen bir sürecin parçası. Koşucuların tercihleri, deneyimleri ve koşu tarzları da bu eğilimlerin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor tabii.

Maksimalizm akımının yükselişinde yeni malzemelerin de çok önemli bir rolü olduğu kaçınılmaz bir gerçek. Koşu ayakkabılarındaki değişim, özellikle yeni ve gelişmiş malzemelerin kullanılmasıyla ve gelişen teknoloji ile kolaylıkla ilişkilendirilebilir. Bu yeni malzemeler, ayakkabıların hem daha hafif hem de daha fazla yastıklama ve destek sunmasına imkan sağladı. Bu yapıları, özellikle uzun mesafe koşucuları için çok cazip oldu. Peki nedir bu malzeme yenilikleri, birkaç örneğe bakalım.

  • Gelişmiş köpük teknolojileri: Yeni nesil köpük malzemeler, daha iyi enerji geri dönüşümü ve dayanıklılık (hepsi çok dayanıklı değiller tabii) sunarken aynı zamanda çok da hafifler. Bu köpükler, koşuculara daha yumuşak bir yere basış ve daha verimli bir itiş gücü sağlayabiliyor. Bunlara örnek olarak termoplastik poliüretan köpükler (Adidas’ın Boost teknolojisi) ve Pebax köpüğü (Nike’ın ZoomX köpüğü) verilebilir.
  • Geliştirilmiş taban tasarımları: Maksimalist ayakkabılar, genellikle daha geniş ve daha kalın tabanlara sahip, bu da ekstra yastıklama ve stabilite sağlıyor. Yeni malzeme ve tasarım teknikleriyle bu kalın tabanların ağırlığını azaltırken performanslarını artırmak mümkün oldu. Buna örnek olarak da Nike’ın Vaporfly ve Alphafly modellerinde kullanılan karbon fiber taban levhalarını ve Hoka’nın Meta-Rocker teknolojisini anabiliriz.
  • Esnek ve dayanıklı üst kısımlar: Ayakkabıların üst kısmında kullanılan gelişmiş malzemeler ve üretim teknikleri, nefes alabilirlik ve konforu artırırken ağırlığı azaltmaya yardımcı oldu. Bu malzemeler ve teknikler, ayakkabının ayağı sıkıca ama bir o kadar da rahatça sarmasını sağlayabiliyor, böylece ayakkabı çok daha uyumlu ve destekleyici davranabiliyor. Bunun için de örnekler Adidas’ın Primeknit ve Nike’ın Flyknit teknolojileri.

Bu yenilikler, maksimalist ayakkabıların hem daha rahat hem de daha performanslı olmalarına yardımcı oldu. Ayakkabı üreticileri, sürekli olarak malzeme biliminde ve ayakkabı tasarımında yenilikler yaparak koşu deneyimini daha da iyileştirmeye odaklandılar. Bunun sonucunda ortaya çıkan gelişmeler de maksimalizm akımının popülerleşmesinde önemli bir rol oynadı. Şimdilerde hala minimalist modeller var: Vibram FiveFingers, Merrell Vapor Glove, New Balance Minimus, Inov-8 Bare-XF ve Altra’nın birçok modeli. Ama bunların bazılarını artık koşu ayakkabısı olarak değil egzersiz ayakkabısı diye pazarlıyorlar. Zaten bunlar artık azınlıkta kaldılar. Büyük kalabalık başka bir yöne “koşuyor” artık.

Belki de minimalizmi başlatan fikirler ve bulgular doğruydu ama insanlar bu geçiş için hazır değildi ve çok acele etti. Her alanda acelecilik artmışken bu tür bir geçişte de kaçınmak mümkün olmadı. Bu geçişin daha sakince ve iyi çalışılarak yapılması, bacakların ayakların güçlendirilmesi gerekiyordu. Tüm bunlardan yukarıda bağlantılarını verdiğim yazılarda çokça bahsetmiştim, uyarılar sıralamıştım. Peki bunu yapmak mümkün mü sizce; insanları yavaşlatmak, atmaları gereken onca öncül adımı attıktan sonra değişime onları ikna etmek mümkün mü? Peki ya ayakkabı üreticilerini daha az ayakkabıya ikna etmek mümkün mü? Tabii ki ikisi için de cevap; hayır. O zaman maksimalizme devam.

“Minimalizmden Maksimalizme – Kısa Notlar” hakkında 2 yorum var

  1. Eski minimalist akimin bana tek faydasi, ayakkabilarimin kilometre / kullanim suresini eskisi gibi dert etmemeyi ogretmesiydi. Hayatin her yonunde maximumcuyum. Sahane bir yazi olmus. Tesekkur ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir