Gloucester 24 Saat 2023

Gloucester 24 Saat 2023

Geçtiğimiz hafta sonu, 12 Ağustos’ta, Gloucester’da 24 saat yarışındaydım. 13. saatte 110 km katetmişken yarışı terk ettim. Zaman limitli yarışlar ilginçtir, DNF (did not finish – bitirmedi) olmak imkansızdır. Çünkü yarışın sonucu katedilen mesafeye bağlıdır ve siz start alır almaz birkaç metre mesafe katetmişsinizdir zaten. Bu yüzden bu tür yarışların sonuçlarında herhangi bir ifade yer almasa da haber olarak verilirken “retired early” (yarıştan erken çekildi) ifadesi kullanılır. İşte ben de erken çekilme kararı almış oldum. Neden böyle bir karar aldığımı, öncesini ve sonrasını yazıya dökmek istedim, çünkü her zaman dediğim gibi burası bilgi paylaşımı blogu olduğu kadar benim koşu tarihçemi barındıran bir günce aynı zamanda. Hem belki deneyimden ders ya da ilham bile çıkar, kim bilir?

Sadece hayatların en güzel anlarının, en büyük başarıların ve en yüksek performansların diğerlerince görülmesinin istendiği ve hatta sağlandığı, böyle olmayan anlarınsa hep saklandığı, yok sayıldığı bir çağda, beklenen derecede performans gösterememeyi, tökezlemeyi, iyiye gitmeyen şeyleri ya da hayal kırıklıklarını herkesin gözü önüne sermek biraz garip görünüyor olabilir. Ama gerçek hayat böyle ne yazık ki; içinde iyiye gitmeyen şeyler, hatalar, başarısızlıklar ve tökezlemeler bolca mevcut. Bazen işler iyi gitmiyor. Bunu reddetmek, saklamak, yok saymak çok saçma. Yüzleşmek, kabullenmek hatta diğer her şey gibi ona da sarılmak ve deneyimler çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. Her şey tersi sayesinde anlam ve değer kazanıyor; kötü olmadan iyinin, karanlık olmadan aydınlığın, tökezlemeler olmadan başarılı sonuçların bir anlamı yok. Sürekli başarılı olan sporcuların hayatlarına bakınca belirli dönemlerde büyük boşluklara düştüklerini görürsünüz. Her şeyi kazanmaktadır, bir sonraki yarışı, bir sonraki şampiyonluğu da alacağı kesindir ama bu onu mutsuz eder. Bunun nedenleri çeşitlidir ama bu nedenlerin en önemlilerinden birinin işte bu tersinin olmayışı olduğunu düşünüyorum. Benim de sürekli başarılı olduğumu ima etmek için bundan söz etmedim, sadece tersi olmayınca hep başarılı olmak da anlamını yitiriyor olmalı sonucuna varmak için dile getirdim.

Son koştuğum Spartathlon yarışından, yani 2022 eylülünden sonra, koşu performansımın zamana karşı grafiğinin eğimini bir türlü artı değerlere çekemedim. Bazen kötüye gidişi yavaşlatmayı hatta durdurmayı bile başardım ama burnunu yukarı çeviremedim bu grafiğin. Aslında bu çok garip değil, çünkü benim hayatım koşu ve spor performansı ile sınırlı değil ya da sadece onun üzerine kurulu değil. Koşmak benim diğer şeylerden kalan zamanımda yapmaktan keyif aldığım bir etkinlik, ara ara kendimi sınamayı sevdiğim bir alan. Öte yandan yapmam gereken şeyler, işim, ilişkilerim, başka ilgi alanlarım var. Bazen hayatta büyük resmi düzene sokmak veya büyük değişiklikler yapmak gerekliliği doğduğunda yorucu ve stresli dönemler üst üste gelebiliyor. Son 7-8 ay benim için biraz böyleydi. Spartathlon sonrası uzunca bir dinlenmenin ardından koşu bağlamında tam eski düzene dönecekken işte bu dönem araya girdi. Hem antrenman hacminde hem de antrenman kalitesinde sürekli bir dalgalanma oldu. Fiziksel ve zihnen çok yorulduğum, dinlenmek istediğim uzun haftalar oldu. Hatta bu döneme denk gelen, bir yıl öncesinde -diğer değişikliklerin olacağını bilmediğimden- kayıtlı olduğum yarışlar oldu. O yarışlara gidemedim. Gitmemeye karar verme süreci de epey stresli ve yorucu olabiliyor bazen. Bir yandan İngiltere’deki yarışları deneyimlemeyi istiyorum, bir yandan hazırlanamamışım ama bitirebileceğimi biliyorum, öte yandan bitirmek için kendimi çok yıpratacağımın farkındayım. Para ödemişim ama gitmeye kalkıp hazır değilken sürünerek daha fazla para ve zaman harcamak olasılığı var. Böyle düşüncelerle uzun uzun kafa patlatıp sonra gitmediğim yarışlar fiziksel olarak yormasalar da zihinsel olarak zorladılar beni.

Son bir iki ayda, işler düzene girdikten sonra yani, biraz düzenli koşabildim. Ama bir şey dikkatimi çekiyordu. Hacmi 100 km üzerine çıkardığım her hafta çok yorgun hissediyordum. Hatta dizlerimde ufak ağrılar oluşmaya başlıyordu. Merdiven çıkıp inerken hissettiğim bu ağrıları bir iki gün dinlenmelerle giderip yeniden koşmaya dönmeye çalıştım. Ama istediğim hacme, istediğim antrenman ritmine hiç giremedim. Koşuyu hayatımın tam merkezine koyup, tüm duygu ve düşüncelerime hükmetmesine izin vermeyi istemiyorum. Tamam, son 15 yıllık hayatımın ve dolayısıyla karakterimin önemli bir parçası ama beni tanımlayan tek şey değil. Başka şeylerden de keyif alabilmek, başka şeylerin de peşinden koşabilmek istiyorum. O yüzden bu durumun da üstünde çok durmamaya çalıştım. Kendimi, o diğer şeylere daha çok verdim. Ama yavaş yavaş bu yarış da yaklaşıyordu. Tarih yaklaşırken zihnim ikiye bölünmüştü.

Mertbir: Yaklaşan yarış hafife alınacak bir yarış değil, 24 saat yarışı. Buna hazır mıyız sence?
Mertiki: Daha önce bu yarışlardan iki tane koştuk, ilkinde 194 km ikincisinde 197,3 km koştuk. Çok mu hazırdık sence? Hem böyle yarışlara ne kadar hazırlanabilirsin ki? Nedir bunun ölçütü? Yapabilirsek birkaç kilometre daha ileri gidip 200 limitini geçmek güzel olmaz mı?
Mertbir: Ölçüt tabii ortaya koyamam ama sanki çok süper hissetmiyoruz kendimizi. En uzun 44 km koştuk. Evet o koşudan sonra iyi hissediyorduk ama yeterli mi sence?
Mertiki: Onu bırak da yarışın koşulacağı yer arabayla 2 saat uzaklıkta. Artık araba ve ehliyet de var. Yani sabah erkenden yola çıkıp starta yetişmek zor değil. Böyle kolayca erişilebilen 24 saat yarışı bulmuşken kaçıralım mı? Hem o kadar para verdik.
Mertbir: Yahu bunlar mantıklı gerekçeler mi sence? Unuttun galiba, bu yarışlar çocuk oyuncağı değil. 7-8 saat sonra her yerin ağrımaya başlıyor. Hava soğuyabiliyor, beslenme ayrı dert. Yani başlamadan düşününce çok etkileyici, çok çekici bir meydan okuma ama böyle kırılgan hissediyorken bir tam günü pistte mesafe katetmeye çalışarak geçirmek doğru mu sence?
Mertiki: Daha önce neler yaptık biz? Yine o yorgunluğa direnen, yılmaz yapımızı devreye sokarız. Zaten bu tür yarışlar bedenle değil zihinle koşulmuyor mu?
Mertbir: İyi de o cümlenin altında yatan başka bir gerçek var; öncelikle beden bunu yapabilecek derecede güçlü ve sağlıklı olmalı. Ondan sonra o var olan gücü ortaya koyacak zihinsel çabanın önemli olduğunu vurgulamak için söyleniyor bu cümle.
Mertiki: Onu bırak da bu seferki planımı dinle. Bu seferki planımız, plansızlık.
Mertbir: Ne? Bu haldeyken bir de plansız mı başlacağız?
Mertiki: Evet, evet doğru duydun. Bu sefer her şeyi oluruna bırakacağız. Acıkınca yiyeceğiz, susayınca içeceğiz.
Mertbir: Bu işin sonu iyi değil.
Mertiki: Bilemezsin, bir mucize oluverir ve harikalar yaratırız.

”Hiçbir şeye cesaret etmeyen, hiçbir şeye ümit beslemesin.”

Friedrich Schiller

Organizasyon bu seneki yarışta şöyle değişik bir yönteme başvurmuş. Dilerseniz biraz fazla ücret ödüyorsunuz ve organizasyon size yeme içme konusunda destek oluyor. Ya da daha az ödeyip, sadece kendi yiyecek iceceklerinizi ve destek ekibinizi kullanıyorsunuz. İkinci durumda organizasyonun desteği sıfır oluyor. Ben Başak’ın gelip gelmeyeceğini bilmediğim, gelse bile geceyi pistte geçirmesini istemediğim için ilk seçenekle kaydoldum. 4-5 saatte bir yemek verecekler, geri kalan zamanda da sıvı ve atıştırmalık desteği olacaktı. Yanımda sadece jeller, biraz yulaf ve bir miktar enerji içeceği götürdüm. Başak, geceyi otelde geçirecek gündüz saatlerinde pistte olacaktı. Yarış sabahı saat 9’da pistin yanındaki park yerine park ettik. Hemen bize ayrılan masaya getirdiğimiz iki kutuyu yerleştirdik. Birinde yukarıda saydığım şeyler diğerinde de yedek kıyafetlerim vardı. Ağzı kapaklı bu kutular bu iş için idealmiş, son yarışlarda bunu öğrenmiştik. Saat tam 10’da yarış başladı.

Bu sene aynı yarışta GOMU’nun (Global Organisation of Multi-day Runners / Çok Gün Koşucularının Global Organizasyonu) 48 saat dünya şampiyonası da koşuluyordu. O yarış cuma sabahı saat 10’da başlamıştı. Böyle 24 saat yarışlarına gidip önceki gün başlamış insanların pistte dönmekte olduğunu görünce, bu insanlar 24 saattir ilerliyorlar ve bir 24 saat de bizimle devam edecekler diye düşününce biraz afallıyor insan. Yine aynı şeyi yaşadım. Hem bu sefer epey kalabalıktı o yarış. GOMU’nun yönetiminde Yiannis Kouros da var. Geçen 6 gün şampiyonasına gitmişti, belki buraya da gelir diye heyecanlanmıştım. Yaşayan efsaneyi canlı canlı görmek, belki bir iki cümle konuşmak mümkün olabilirdi. Ama ne yazık ki gelmemişti. 48 saat yarışı bir şampiyona olduğundan ve kalabalık koşulduğundan, bu sene 24 saat yarışı dış 3 kulvara alınmıştı. İlk 3 kulvarda 48 saat yarışı koşucuları vardı. 4. kulvarda başladım koşmaya. Aklımda 5:20-5:30 dk/km pace ile başlamak vardı. En azından ilk 4 saat bu şekilde giderim diye düşünmüştüm. Sonrası kendiliğinden ortaya çıkacaktı. Hız anlamında tam düşündüğüm gibi geçti ilk 4 saat. Ama hava dengemi altüst etti. Sıcak mı soğuk mu olduğu anlaşılmayan, kapanınca üşüten, açılınca yakan, rüzgarla sersemleten ve kurutan, ara ara yağışla ıslatan, sonra neme boğup yeniden kurutan garip bir havada 5-6 saat geçti.

İlk 6 saat hiç tuvalete gitmedim. Bu iyiye işaret değildir ama genelde de böyle olur benim uzun yarışlarımda. 6 saat sonunda pisuvarda idrarımın renginin çok koyu olduğunu gördüm. Daha önce de yarışlarda başıma gelmişti ama bu seferki renk biraz fazla mı kırmızıydı bilmiyorum biraz ürktüm. Aslında az da sıvı tüketmemiştim. Hiç susuz hissetmiyordum. Birkaç tur düşündükten sonra medikal ekibe danıştım. Biraz fazlaca sıvı tüketmemi ve gözlemlememi salık verdiler. Değişmezse bize haber verin dediler. Sonraki bir iki saat sürekli bir şeyler içerek ve yeniden tuvaletimin gelmesini bekleyerek geçti. Öte yandan bu işler olup biterken çok erken zamanda fazlaca yavaşladım. Daha 5. saatte uzun yürüme molaları veriyordum. Kendime biraz zaman vereyim belki toparlarım dedim. Havanın sürekli bir biçimde çok sıcak ve güneşli olması mı daha kötü yoksa böyle sağlı sollu yumruklarla insanı grogi duruma düşürmesi mi emin değilim. Sanki sürekli sıcak olduğunda vücut bir süre sonra alışıyor ya da sen gerekli önlemleri alıp korunma fırsatı bulabiliyorsun. Böyle 15 dk kavurup, 15 dakika üşütmesi çok daha yıpratıcı gibi geliyor bana. Bu yavaşlamayı hem havaya hem de bu idrar meselesine yordum.

Birkaç saat sonra bu sefer de sık sık idrara çıkmaya başladım. Her seferinde renk açıldı, açıldı ve sonunda normale döndü. Ama bu sefer de o kadar çok tuvalet molası veriyordum ki bir türlü ritme giremiyordum. 4 saat sonunda küçük bir pizza verdiler. O zamana kadar su dışında, 2 jel ve bir enerji içeceği tüketmiştim. Bazen de biraz kuruyemiş alıyordum masadan. 8. saatte makarna verilecekti. Onu beklerken çok aç hissettim. Başak biraz yulaf verdi, biraz da enerji içeceğiyle karnımı doyurdum. Bir saat sonra makarna hazır olduğunda karnım tok olduğu için fazla yiyemedim. Yarış öncesi beslenme konusunda çok düşünmemeye, bu konuyu kompleksleştirmemeye karar vermiştim. Acıktığımda mutlaka ya da aklıma geldiğinde canım istiyorsa bir şeyler yemeyi deneyecektim. Öyle de yaptım. Sanki iyi de oldu. Belki akla erken saatte fazlaca yavaşlamamın nedeninin bu olabileceği gelebilir ama insan kendini yavaşlatanan enerji düşüklüğü mü yoksa bacaklardaki takatsizlik mi olduğunu hissediyor. Ben durumun kalori azlığından olmadığına ikna oldum ama tabii yanılıyor da olabilirim.

10 saat bittiğinde henüz 90 km’yi yeni geçmiştim. Bu aklımdakinden epey yavaştı ama yeniden toparlanılırsa telafi edilemeyecek kadar kötü bir mesafe değildi. Sonraki saatte ancak 7 km, ondan sonraki saatte de 6,4 km ilerleyebilince toparlamanın mümkün olmayacağını, en fazla bu hızla ilerleyebileceğimi düşünmeye başladım. Yarışın yarısı geride kalmıştı. Beslenme ile ilgili sorunum yok gibi görünüyordu, en son dağıtılan mercimekli ve sebzeli bir bardak çorba ve ekmeği de güzelce yemiştim. İdrarla ilgili problemi de atlatmıştım. Ama bacaklarım bir türlü gitmiyordu. Koşmaya başlıyor sonra hemen yürümeye dönüyordum. 11-13 saat arası bu konuda kendimi çok zorladım. Bu arada sol bacağım 5-6 kez boşladı. Yani ağırlığım o bacağa geçtiğinde tam güç alamıyordum adım için. Bu beni biraz ürküttü, çünkü bu bel fıtığı sorununun tepe noktasında yaşadığım şeye benziyordu. Serde yılmazlık var ve beynimin beni kandırıyor olabileceğini düşünüyorum ya, bunun bir yanılgı olup olmadığını teyit etmek için sık sık koşup adımlarımı izliyordum. Bir süre sonra bunun zihnimin bana bir oyunu olmadığını, gerçekten sol bacağımda bir güçsüzlük olduğunu kabul ettim. Bu durum belimin yorgunlukla iyice zayıfladığı ve benim bu zayıflığı fazlaca zorladığım anlamına geliyordu.

İnsanın önünde ilerlemesi gereken 12 saat daha olunca bu düşünceler pek yardımcı olmuyor. 13. saatin sonuna doğru kafamda hesap kitap yapmaya başladım. Bu şekilde gidersem 170-180 km civarı tamamlayabilirdim yarışı ama son 11 saat işkence gibi geçecekti. Yarışa yürümek için katılmamıştım. Bu da bir hedef ya da mücadele olabilir, küçümsemiyorum ama ben yürüme molalarını kısa tuttuğum, mesafenin çoğunu koşu ile geçirdiğim bir meydan okuma olarak görüyorum 24 saat yarışlarını. Yürüme kısımlarını en aza indirdiğim, hatta belki bir gün neden olmasın, tamamen elimine ettiğim bir yarış yaşamak istiyorum. Bir yandan da yarışı erken bırakmak, bitirmemiş olmak biraz canımı sıkıyordu. Son saati bu düşüncelerle boğuşarak geçirdim. Mantıklı olan yarışı durdurmak, gidip dinlenmek ve daha fazla çalışarak, güçlenip yeniden denemekken, duygusal olan, kaybetmiş veya başarısız olmuş hissine kapılıp işlerin iyi gitmediği gerçeğinden kaçınmak, elinden gelenin en iyisini yapacağım derken beklediğinin çok altında bir mesafe için işkence gibi bir gece geçirmekti.

Her turun süresi – 100. turdan sonraki yavaşlama

Daha önce birçok yerde dile getirdim, “Bence başarı, elde edilen sonuçla ilgili değildir, başarılı olmak elinden gelenin en iyisini yaptığından emin olmaktır.” diye. Ama bunun gibi zaman yarışlarında elinden gelenin en iyisini yapıp yapmadığını belirlemek çok kolay değil maalesef. Bu tip yarışlarda olanı biteni mantıklı bir şekilde tartıp, olası sonuçları değerlendirdikten sonra yarıştan çekilmeyi, normal mesafe yarışlarında cutoffa takılmanın karşılığı olarak görebiliriz. Mesafe yarışlarında bolca yürümeye başladığınızda, gidişat bitişe varamayacağınızı gösterdiğinde birileri ya da kurallar size “Tamam, artık buradan daha ileri gitmene izin vermiyoruz.” deyip, sizin adınıza bu kararı alıyor. Zaman yarışlarında kurallara bakarak sizi durduracak bir mekanizma yok, bunu kendi kendinize yapmanız gerekiyor. Ben yarışa hazırlanırken ve yarışın ilk yarısında elimden geleni yaptığıma inanıyorum. O noktadan sonra devam etmek gereksiz bir yıpranmaya neden olacaktı. O yüzden elimden gelenin en iyisinin sabaha kadar yürümek olduğuna inanmıyorum. Evet, belki tam olarak başarılı olamadım ama tamamen de başarısız saymıyorum kendimi. Yeni bir yaklaşım denedim, deneyimlerim arasına böyle bir yarışı da özel koşullarıyla birlikte eklemiş oldum.

Bu arada bazı koşucular böyle zaman yarışların daha başından 100 km, 12 saat ya da 100 mil gibi hedeflerle başlarlar. Onlar için bu; düz bir parkurda kişisel en iyi derece yapmak, daha uzun yarışlar için antrenman veya deneme yapmak ya da başka yarışlara kalifiye olmak için fırsattır. Hatta birçok yarış bu tip ara dereceleri de resmi sonuç listesinde yayınlar. Eğer böyle bir başlangıç hedefi ile başladıysanız, çekilmek zaten hiçbir şekilde başarısızlık olmayacaktır.

Bir daha ne zaman böyle bir yarış için gerçekten hazır hale gelebilirim bilmiyorum. Şimdilik dinlenmeye, zayıf olan taraflarımı geliştirmeye odaklanacağım. Gelişmeleri burada paylaşacağım için zaten okuyanlar da tanıklık edecekler.

“Gloucester 24 Saat 2023” hakkında 7 yorum var

  1. Öncelikle bu koşuyu kabullenip ,koşmayı karar aldığınız anda mental olarak zaten öncül bir koşu yapmışsınız.Bu bile takdire şayan bir başarıdır.Elbette koşu öncesi pek çok -gel gitleri -tüm koşanalar yaşıyor.Bizlere olan aktarımınız ise tek kelime şahane.İşte ,koşucu samimiyeti bu.Teşekkürler.Bizlere harika şekilde örnek oluyor ,tecrübeleriniz ile bizleri olası yaşayacağı hataların önüne geçmemize vesile oluyorsunuz.Bir teşekkür de bunun için.Sonuç ne oldu ise oldu,o parkurda attığınız her adım için sizi içtenlikle kutluyorum.Sağlıklı ve sporlu günlere inşallah.

  2. Siz sadece mücadeleci bir koşucu değil, aynı zamanda bir deneyim paylaşıcısısınız. Yazılarınızla biz amatör koşuculara ilham veriyor ve kendi deneyimlerimizi zenginleştiriyorsunuz. Bunu yapmaya devam edin ve sizi destekleyen bir topluluğun parçası olduğunuzu unutmayın.
    Yolunuzdaki tüm engelleri aşmanızı ve hedeflerinize ulaşmanızı dilerim.

  3. Mert bey bu siteyi takip etmeye başlayalı 8 yıl oldu belki de. Sigara içen bir asistan doktor olarak 30’undan sonra spor yapılır mı, nasıl yapılabilir diye düşünen biriyken önce Manny Pacquiao’u gördüm internette orda burda, ünvan maçına hazırlanıyordu. 36 -37 yaşında. Sonra spora ve koşuya nasıl başlarım derken bu blogunuzla karşılaştım. Hatta o zamanlar sigara ile nasıl koşulur mu, ona benzer bir yorum da yazmıştım bir yazınızın altına. Sonra yine sizden öğrendiğim koşuforumda Allen Carr’ın kitabını gördüm. Koşulara başladım, birkaç yıl sonra da sigarayı bıraktım. Henüz yarı maraton bile koşmadım ama şu an haftada 3-4 kere 5 ile 10k arası koşuyorum. Koşmak kadar bana iyi hissettiren bişey yok. 6 ay sonra ilk yarı maratonumu koşmak istiyorum ve koşmaya inşallah uzun yıllar daha devam edeceğim. Asladurma Fatih’i , koşuforumu da arada bir açıp bakıyorum ama sizin kadar yakından takip ettiğim ve koşu hakkında çok ama çok şey öğrendiğim kimse yok. Benim spor hayatımda çok önemli bir yeriniz var. Eminim bu şekilde olumlu olarak etkilediğiniz başka insanlar da vardır. Sizin iyi gitmeyen bir koşuya dair yazınızı okuyunca ben de naçizane bu düşüncelerimi size iletmek istedim. Benim için ilham kaynağısınız. ( ilk yorumumda yazım hatası olduğundan tekrar gönderdim.)

    1. Merhaba,
      Yemek yerken durup ayakta veya oturarak mı yiyorsunuz? O sırada pistin dışına mı çıkıyorsunuz?

      1. Dilediğiniz gibi yiyebilirsiniz. Genellikle pistin kenarındaki masalarda ayakta veya oturarak yiyor insanlar. Böylece dinlenme şansı da oluyor. Dilerseniz yürürken de yiyebilirsiniz.

  4. Mert Bey, merhabalar. Yaptığımız sporlar farklı olsa da sizin yazılarınızı okumak, okurken kendimizden bir parçalar bulmak insana güzel geliyor. Teşekkür ederiz.

  5. Özellikle iç ses olarak Mert bir ve Mert ikinin karşılıklı konuşmaları kısmını paylaşman çok iyiydi..İnsanların hayal edemediği mesafeleri bitirip ancak kendi hedefine ulaşamadan bırakmış olman nereden bakarsan bak yine de büyük başarı..Hem bu yazı için hem yarışın için tebrikler..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir