Arayış mı, çığır açma çabası mı, aptallık mı?

Arayış mı, çığır açma çabası mı, aptallık mı?

New York Maratonu’nu takip ettiyseniz görmüşsünüzdür; hem kadınlarda hem erkeklerde benzer bir girişim yaşandı. Kadınlarda -erkeklerdeki benzerine nazaran görece daha ünlü olan- Des Linden başlangıçta yüksek tempo ile başlayarak elit grubunu epey geride bırakmayı denedi. Çok başarılı olamadı ve gruba yakalandı. Neyse ki çabuk yakalandı da yarışı tamamlayabildi. Hatta sanırım 2:32:37 ile 16. oldu. Erkeklerdeki karşılığı ise Brezilyalı Daniel Do Nascimento idi.

Do Nascimento çok çok yüksek bir tempo ile başladı. Yarı maraton mesafesini 61:22’de geçerken elit grupla olan farkını 2 dakika 12 saniyeye çıkarmıştı. Hatırlayanınız olacaktır, böyle büyük maratonlarda ilk birkaç kilometreyi hızlı koşan sub-elit koşucular hep olmuştur. Kısa bir süreliğine bu heyecanı tatmak için, televizyonda görünmek için ya da çocuklarına sürpriz yapmak için bunu deneyenler olur. Ama onlar milli seviyede olmayan, elit altı kategorideki atletler olur genelde. Do Nascimento ise geçen sene Brezilya’yı olimpiyatta temsil etti. Hatta orada da -görünen o ki kendi seviyesinin çok üstünde- yüksek hızda başlayıp yarışı tamamlayamadı.

Ama kendisi aslında oldukça hızlı bir maraton koşucusu. En iyi derecesini Seul’de bu yıl koştu: 2:04:51. Süreye dikkat edin. Bu gelmiş geçmiş en hızlı maratonlar listesinde 64. sırada. Bu sıranın üstü tamamen Afrikalı koşuculardan oluşuyor: %99’u Kenyalı, Etiyopyalı ve Ugandalı atlerler. Yani aslında Do Nascimento’da bir şeyler var. O nedenle başlığı böyle seçtim.

Tabii ki aklı başında her maraton koşucusu -veya onun aklı başında koçu/menajeri- maratonun ilk yarısında potansiyelini çok sınırlarda zorlarsa ikinci yarıda patlayacağını bilir. Ama bir yandan da her koşucunun aklından geçmiştir muhakkak; “Bunun başka yolu yok mu, farklı bir yoldan deneyemez miyim?” gibi sorular. Tamam belki benzetme çok ilgisiz ama yüksek atlamada “Bacaklarımızı açarak önden değil de sırt üstü atlasak daha iyi olmaz mı?” diye düşünen Dick Fosbury vardı. Artık herkes Fosbury tekniğiyle atlıyor. Daha az bilinen başka bir atlet Yeni Zellandalı uzun atlamacı Tuariki Delamere. Delamere, uzun atlamada öne doğru takla atarsa çok daha uzun yol kat edilebileceğini fark edip bu tekniği geliştirmiş. Bu yöntemle başarılar da elde etmiş ama atlayış çok tehlikeli olarak değerlendirilip yasaklanmış.

Elbette uzun mesafe koşu böyle bir şey değil. Fizyolojisi çok daha belirli, artık her şeyiyle çok iyi bilinen bir dal. Öte yandan belki de her insan yüzde yüz aynı olmadığından “Çok farklı bir beden, çok ters gibi görünen bir yaklaşımla bir şeyler yapabilir mi?” sorusu her zaman orada. Ben okuduğum, anladığım ve bildiğim kadarıyla bunun bu seviyedeki koşucular için pek mümkün olmadığını görüyorum. Ama yine de sormadan edemiyorum.

Do Nascimento’nun menejeri de kendisi gibi uçuk olsa gerek, bu konudaki sorulara cevap verirken şöyle demiş: “Kötü bir geçmişi var ve çok agresif bir çocuk ama 24 yaşında ve sadece 4 maraton bitirmişsen büyük hatalar yapabilirsin.” Böyle bir şey olabilir mi? Sporcuyu dizginleyemiyor ya da stratejilerini birlikte değerlendirmiyor musunuz? Ya da Do Nascimento gerçekten çok agresif bir çocuk ve kimseyi dinlemeyip kafasının dikine gidiyor. New York’ta beklenenden çok daha sıcak ve nemli bir havada öyle sert bir çıkış yaptı ki çarpıldı. Üstüne bir de içtiği bir şeyden dolayı ishal olduğunu söylemiş menajeri. Bunun bir kanıtı da yarış sırasında, yıkılmadan hemen önce 30. km civarında portatif tuvaletlere girmesi.

Neyse ki yere yıkılma nedeni şeker düşmesi ve fazla sıvı kaybıymış da birkaç saat sonra hastaneden ayrılmış. Bir yandan “Ne saçmalık!” diye düşünüyor insan ama öte yandan da herkesin aynı taktiği kullandığı monotonluğu kırarak veya “inovatif” bir yaklaşımla yenilik peşinde koşarak heyecan yaşattığı için sempati duyabiliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir