Crawley 24 Saat

Crawley 24 Saat

Bütün mutlu, hedefini tutturmuş koşucular birbirine benzer. Her mutsuz koşucununsa kendine özgü bahaneleri vardır. Geçtiğimiz hafta ikinci defa pistte 24 saat yarışı koştum. Böyle bir yarışta bitiş çizgisi olmadığından sadece bitirmeyi ya da belirli bir sürede bitirmeyi değil ulaşabileceğiniz en uzun mesafeyi hedef olarak benimseyebiliyorsunuz. Daha önceki yarışın raporunda da belirttiğim gibi erkekler için 180-200 km arası iyi dereceler. 180 km zaten Spartathlon başvuru barajı. 200-230 arası ise oldukça iyi dereceler. Bu nedenle benim ilk hedefim 180 km’yi, ondan sonraki hedefim daha önceki mesafemi (194 km) ve son olarak da 200 km’yi geçebildiğim kadar geçmekti. Sonuçta ilk iki hedefi tutturabildim ama son hedef yine sonraki denemelere kaldı. Yani benim de hedeflerinin tümünü tutturamamış mutsuz bir koşucu olarak bahanelerim var. Onlara raporun içinde ayrı ayrı değineceğim. Ama başlamadan önce şunları belirtmeme izin verin lütfen; ben hiçbir özelliği olmayan, normal bir insan ve ortalama bir koşucuyum. Çok büyük iddialarım, hırslarım yok. Sadece kendi vücudumun ve zihnimin sınırlarını arıyorum. Bir yandan da çok üstünde düşünmüyor olsam da artık yaşlanmaya başlıyorum. Bu yazıları öncelikle kendim için günlük gibi, ardından da okuyanlara deneyim paylaşımı ve olabildiği kadar da ilham olması için yazıyorum. Yazılanları bu bilgiler eşliğinde okumak önemli. Bunu da aradan çıkardığımıza göre gelin başlayalım.

Japonya’da “misogi” diye bir kavram var. Aslında büyük şelalelerin altında yüksekten akan suyun düştüğü yerde meditatif bir biçimde bekleyerek kafanıza çarpan soğuk su ile arınmanın adı bu, ama zamanla karşılığı biraz değişmiş. Şimdilerde, “neyin mümkün olduğuna dair fikrinizi radikal bir şekilde değiştirmek amacıyla büyük olasılıkla başarısız olacağınız bir meydan okumaya girişmek” olarak algılanıyor. Dünyanın her yerinde insanlar bu bakış açısıyla çeşitli meydan okumalara girişiyorlar. Ama burada önemli olan büyük olasılıkla başarısız olacağınız bir işe kalkışmak. Günümüz dünyasına ne kadar yabancı bir yaklaşım, değil mi? Ben çok uzun ultramaratonlara benzer bir gözle bakıyorum. 24 saat boyunca hareket etmek, mümkün olduğunca hızla ilerlemeye çalışmak da, her ne kadar bunu daha önce denemiş de olsanız, büyük olasılıkla başarısız olabileceğiniz bir meydan okuma. Ne demek istediğimi gelin anlatayım. Belki denemeden algılamak çok kolay olmayabilir ama bir düşünün, aklınızda bir mesafe var diyelim. Bu 24 saatin herhangi bir yerinde motivasyonunuzu hafifçe yitirdiğiniz kısa süreler bile giderek azalan zaman içinde o mesafeye ulaşmanızı imkansızlaştırabilir. Bu, çatlak bir kovadan hissettirmeden sızan ama giderek kovayı boşaltan su misali gözünüzün önünde, zihninizin içinde size fark ettirmeden yavaş yavaş gerçekleşir. Yavaş yavaş olası zaferin elinizden kayıp gittiğini fark etmeye ve umudunuzu yitirmeye başlarsınız. 16-17 saatin sonunda birikmiş yorgunluk ve uykusuzluk yüzünden yeniden toparlanıp dirilmek ve hızlanmak da artık o kadar zordur ki durup vazgeçmek çok normal, hatta davetkar ve mantıklı görünür. Ama işte o anda, yani çok büyük olasılıkla başaramayacağınızı anladığınız anda bile sonuna kadar denemeye devam etmek bence “misogi”. Rus bir düşünür olan Pyotr Demianovich Ouspenskii’nin bir sözü var: “Hayatı fethetmeden önce ona boyun eğmelisin.” Çok uzun mesafeler, yarışlar da böyle, onları fethetmeden önce onlara boyun eğmeli insan. Bu yarış benim için bu kavramlar ve düşünceler çerçevesinde gerçekleşti.

Bu yarış nereden çıktı?

Pist yarışlarının bir özelliği de çok kısıtlı sayıda insanı dahil edebiliyor olmaları. Bu nedenle yarışlar hızla doluyor. Bir de benim gibi zor karar veren, yarışlar konusunda çok uzun vadeli planlar yapamayan biriyseniz ve etrafta bir pandemi devam ediyorsa yarışları elinizden sürekli kaçırıyorsunuz. 2021 biterken aklıma bahar aylarında bir 24 saat yarışı daha koşabileceğim gelmişti. Hemen girip olası yarışlara baktım ama hepsi dolmuştu. Crawley 24 saat yarışı oturduğum yere çok yakın, yolculuk veya konaklama planı yapmamı gerektirmiyor. 2020 edisyonuna kaydolmuştum ve aslında gerçekleşseydi ilk 24 saat yarışım o olacaktı ama pandeminin ilk patladığı zamana denk gelmiş, iptal edilmişti. 2022 edisyonu için çok geç kaldığımı bile bile aralık ayında girip sitesine baktım. Kayıtların kapandığı hatta bekleme listesinin dahi dolu olduğu yazıyordu. Yarışa 3 ay kalmışken bunun olması çok normal tabii. Ben yine de organizatörden doğrudan eposta aracılığı ile beni bekleme listesine eklemesini istedim. Sağ olsun o da yarışın 30 kişilik, bekleme listesinin de 20 kişilik kotasının dolduğunu, benim bundan sonraki listede 2. isim olarak eklendiğimi yazdı. Teşekkür edip, bu noktadan sonra neredeyse yarışın benim için imkansız olduğuna karar vererek koşularıma normal bir şekilde devam ettim. Şubat ayının sonlarına doğru organizatörden, yarış listesinden ve bekleme listesinden birçok kişinin düştüğünü dolayısıyla istersem kayıt olabileceğimi ama bunu yapmak için 2 günüm olduğunu belirten bir e-posta aldım. Kısa zamanda verilmesi gereken zor bir karardı, hazırlık yapılmamış zor bir yarışa 45 gün kalmış ama zaten zor bulunan bir fırsat yakalanmış. Öte yandan Ocak ayında Covid atlatılmış ve 15 gün koşmadan geçmiş ama Şubat ayı da oldukça çok koşarak geçirilmiş. Tüm bunları kafamda uzun uzun çevirdikten sonra koşu geçmişime güvenerek en azından deneyebileceğime karar verdim ve kaydoldum.

Hazırlık Süreci

O noktadan sonra düzgün bir planla hazırlanmanın pek bir anlamı kalmamıştı. Sadece olabildiğince çok koşmaya çalıştım. 108, 101, 113 ve 123 km’lik hacimlerle 4 hafta geçirdim. Tabii ki çok yetersizdi ama hacmi de öyle bir anda 150 km’lere zıplatmak çok yanlış olabilirdi. Hatta bu çok abartı olmayan bloğun sonunda bile gariplikler baş göstermeye başladı. Sol bacağımda IT bantta garip bir ağrı ortaya çıktı. Normalde hiç ağrımıyorken koşmaya ilk başladığımda neredeyse topallamama neden olan ama 5-6 km sonra kesilen acayip bir ağrı. Esnetmeyi denedim, ters tepti. Dinlendirmeyi denedim, hiçbir işe yaramadı. Bir yandan da bel fıtığı dönemindeki gibi sol ayak parmaklarının ucunda hafif uyuşmalar hissediyordum. İkisinin bağlantılı olabileceğine karar verdim ve 123 km’lik haftadan sonra hızla hacim azalttım, hatta 10 gün kaldıktan sonra neredeyse hiç koşmadım. Hal böyle olunca insanın kafası fena karışıyor. Zaten geç kaydolunmuş, planlı hazırlanılamamış bir yarışa kısa süre kala kafa karıştırıcı ağrılar ve garip sakatlıklar da eklemlenince “Acaba koşmamak daha mı doğru olur?” sorusu zihnimi meşgul etmeye başladı. Bahsettiğimiz öyle kısa bir yarış da olmadığından bitirememek ya da bitirilse bile büyük sakatlıklara neden olmak çok uzak olasılıklar gibi görünmediğinden, koşucular nasıl bir zihin yapısında olduğumu anlayacaklardır. Ama kendimi sakinleştirip derinlemesine düşününce yıllardır biriktirdiğim deneyimlerin bana öğrettiklerini anımsadım. Yarışa yaklaşıldığında stres arttığından zaten yükselen fiziksel stresle birlikte böyle garip, tanımlanamayan ağrılar ortaya çıkabiliyor. Kendinizi ve vücudunuzdan gelen sinyalleri iyi tanıyorsanız bu ağrıları daha net değerlendirebiliyorsunuz. Yarışa kadar geçen zamanı gün içinde sık sık hafif ama tüm vücudu kapsayan esnetmeler yaparak ve nefes egzersizleri ile rahatlamaya çalışarak geçirdim.

Kalan son iki haftada zihnimi meşgul edip beni daha fazla strese sokan başka bir unsur da hava tahminleriydi. Ben yağmur olacak mı endişesiyle bakıyordum ama gördüğüm şey beni daha çok düşündürüyordu. O dönem gündüz hava sıcaklıkları 14-15, geceler ise 6-7 dereceler civarındaydı. Hatta giderek yavaş yavaş bunların artacağı görülüyordu, tek bir istisna ile, yarışın olduğu hafta sonu gündüz 11-12, gece ise 0-1 olarak tahmin ediliyordu. Her gün sabah ilk iş değişiklik var mı diye hava durumuna bakıyordum. Bırakın yükselmeyi yarışın koşulacağı gecenin sıcaklığı sıfırın altında tahmin edilmeye başlandı. Gloucester’da Ağustos ayında sabaha karşı 6 derece olduğunda, durunca veya yürüyünce titremeye başladığımı anımsadıkça dondurucu geceyi nasıl atlatacağım konusu aşırı stres yaratmaya başladı. Burası çok nemli bir memleket olduğundan hava soğuduğunda çok daha fazla üşütüyor. Ağrılar ve bu gece soğuğu tahminleri biraraya gelip beni caydırmak için kafamda tilkiler gibi dans ediyorlardı. Birkaç gün kala oturup derinlemesine düşündüm ve durumu yarışta görmeye, gerekirse durmayı göze alarak gitmeye karar verdim. Her şey güllük gülistanlık olsa zaten meydan okuma olmaz, değil mi? Sonuçta Dostoevsky’nin de dediği gibi “Sadece acı çekerek kendimizi bulabiliriz.”

Destek ve Lojistik

Bir başka değişiklik ise ilk defa bu yarışta bir destek ekibim olmayacaktı. Son 24 saat yarışında birinin benimle birlikte tüm bir günü orada geçirmesi bana biraz garip gelmişti ve bir daha böyle bir organizasyona katılırsam her şeyi kendim halledebilecek şekilde planlar yapmaya karar vermiştim. Zaten gece hava bu kadar soğuyacaksa Başak’ın orada olmasını gerçekten istemiyordum. Hareket halinde olacak olan kendim için bile endişeleniyorken sabit bir şekilde bekleyecek birini orada hayal edemiyordum. Yine bir başka değişiklik de önce bir otele yerleşip sonra yarışa gitmeyecek, evden toplu taşıma kullanarak yarışa gidecek olmamdı. Bunun şöyle bir ilgisi var; yanımda çok kısıtlı eşya taşıyabilecektim. 24 saat pist yarışlarında kendine hazırlayacağın istasyon için küçük bir masa ve portatif bir sandalya çok önemli. Çünkü o yorgunlukla eğilip yerden bir şeyler almak imkansız. Neredeyse tüm koşucular ve destek ekipleri bir masa ve birkaç sandalye kullanıyorlar. Ama benim masam yok, olsa da taşıyacak arabam yok. Var olan portatif sandalyeyi de taşımak istemedim, hem gece o soğukta oturmam pek mümkün görünmüyordu. Böyle olunca bir kabin boy valize tüm eşyamı koyup, yanıma da büyükçe plastik bir kutu aldım. Kutu önemli çünkü düzen sağlıyor.

Cumartesi sabah bir metro, bir tren ve kısa bir taksi yolculuğu ile piste ulaştım. Organizasyonun tente ve masa sağlayacağını düşünüyordum ama oraya vardığımda durum biraz farklıydı. Bir kamp çadırından faydalanabileceğimi söylediler ama masa yoktu. Ne yapacağımı düşünerek pistte dolanırken bir tarafta bulunan yüksek duvarın bitiminde 8-10 metrelik kısmın bel yüksekliğinde bir bölümü olduğunu fark ettim. Orayı kullanıp kullanamayacağımı sorunca, pistin dış kısmında kalan her yeri kullanabileceğimi söylediler. Bu harika bir haberdi, masa işini çözmüştüm. Hemen valizi açıp, yanına yerleştirdiğim kutuya tüketeceklerimi, valizin içine de kıyafetlerimi yerleştirdim. Elimdekiler bir anda duvar sayesinde çok kullanışlı bir istasyon haline geliverdi. Bu istasyon hakkındaki tek konu, yiyeceklerin olduğu kutuyu sürekli kapalı tutmam gerektiğiydi çünkü duvar ve çevresi fare, kedi ve tilkiler için çok ideal görünüyordu. Yanımda getirdiğim bir tepsi böreği soğuk bir şeylerle mideye indirdikten sonra üstümü değiştirip yarış saatini beklemeye başladım.

Organizasyon

Bu yarışı organize eden kişi veya ekip de ilginç. Pam Storey 74 yaşında bir ultramaratoncu. Otuzlu yaşlarında koşmaya başladıktan sonra 215’ten fazla maraton ve ultramaraton bitirmiş. Bunların arasında 6 gün ve 8 gün yarışları da var. 2020’ye kadar 24 saat yarışlarında uzun mesafeler katediyormuş. Bu yarışı ilk kez 2006 yılında organize etmiş. Kendisine eşlik eden bazı gönüllüler ve hakemler de onun yaşıtları. İlerleyen yaşlarına rağmen o hafta sonunun tamamında organizasyonunun başında ve aktiflerdi. Gece boyunca koşucular ve destek ekipleri ile ilgilendiler, pistte turlayıp yarışın sorunsuz ilerlemesini sağladılar. Her ne kadar pistte, kısıtlı bir alanda da olsa böyle büyük bir şeyi planlamak ve gerçekleştirmek büyük emek istiyor. Kendilerine teşekkür etmek gerek.

En sağda şapkalı yarış direktörü Pam Storey

Yarış

Yarış saat tam öğlen 12’de başladı. Hava serin ama güneşliydi. Bir süre sonra sürekli güneş yakmaya başladı ama gece gelecek soğuğu düşününce bunu dert etmiyor hatta keyfini çıkarıyordum. Bu sefer yarışa geçen sefer olduğundan biraz daha yavaş başlamaya kararlıydım. İlk 4 saatte hedefim 110 tur (44 km) geçmekti. Yarış 4 saatin sonunda yön değiştirirken (24 saat pist yarışlarında uygulanan bir kural, her 4 saatte bir pistte yön değiştiriliyor) tam da planladığım gibi 112 turu tamamlamıştım. İşin güzel tarafı sol bacağımda olduğundan söz ettiğim IT bant ağrısından eser yoktu. Ama belimde bir gerginlik, hatta bazı adımlarda hassasiyet vardı. Birkaç saat geçtikten sonra o sıkıntıdan da eser kalmadı. Bir sonraki hedefim yeniden terse dönene kadar, yani 8 saatin sonuna kadar 100 tur atmaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya pek uymadı. Güneş biraz ekren ortadan kaybolunca hava serinlemeye başladı, ben de sık sık durup üstüme bir şeyler eklemek zorunda kaldım. Ayrıca yiyecek veya içecek bir şeyler hazırlamak için de epey zaman kaybediyordum. Destek olacak birinin olmayışı kendini hissettirmeye başlamıştı. İkinci 4 saatte sadece 89 tur koşabildim. Plandan (110+100) 9 tur gerideydim (112+89). Ortada büyük bir fark yoktu, ama sonradan geri toparlaması kolay olmayan kayıplardı bunlar. Bu noktada işin akşam kısmı başladı. Artık üstümde bir kısa kollu fit tişört, bir uzun kollu tişört, rüzgarlık, polar, ellerimde eldiven ve kafamda buff varken koşuyordum. Henüz geceye girmemiştik bile.

Yarışın ilk saatleri

Üçüncü dört saatlik kısımda beklemediğim derecede zorlanmaya başladım. Bunun nedeni fiziksel olarak çok hazır olmayışım olabilirdi. Yeterince hacim yapamamış, olması gerekenden az uzun koşu yapabilmiştim. Bu zorlanmayı bekliyordum, karşısında kullanabileceğim tek silahım ise zihinsel mücadele ve inattı. Desteğim olmadığından, yanımda basit şeyler getirmiştim. GU jel, GU çiğneme tableti (jelibon gibi şeyler), GU enerji içeceği (toz), muz ve yulaf lapası (sıcak su ile hazırlanan cinsten), tuzlu kraker, şekerli bisküvi ve birkaç bar. İlk 12 saatte bol enerji içeceği, birkaç jel ve çiğneme tableti, 3 muz ve biraz yulaf lapası tüketmiştim. Saat 9 gibi makarna dağıttılar. Bol malzemeli bir makarnaydı, domates sosu ve kullanılan peynir o an bana hiç iyi gelmedi ama normal yemek yemeliyim diye düşünerek kendimi yemeye zorladım. Bunun pek iyi bir fikir olmadığı bir saat kadar sonra ortaya çıktı. Resmen midem bulanıyordu artık. Yeniden ters yöne dönene dek 90 tur atarsam iyi diye düşünüyordum ama giderek soğuyan hava ve mide bulantısı ancak 76 tura izin verdi. Kafamdaki plandan 14 tur daha geriye düşmüştüm. İlk yarıda 300 tur atmak güzel olur diye düşünmüştüm ama ancak 277’de kalabilmiştim. Bu arada 100 km’yi 10:40 civarı geçmiştim. Gloucester’da 100 km sürem 10:06 idi. Daha en zorlu kısım gelmemişti bile. Bunları düşündükçe moralim bozulmaya başlıyordu. Oysa Napolyon ne demişti: “Moral, fiziksel güçten 3 kat daha önemlidir.” Bu sözü anımsamama daha biraz zaman vardı.

Turların kaçar saniye sürdüğü – Y ekseni saniye & X ekseni tur – Kırmızı çizgi trend

Bu arada bir şey dikkatimi çekiyordu. Koşucuların bir çoğu, özellikle kadın koşucular yürüme molası vermeksizin koşuyorlardı. Birkaç erkek koşucu da aynı şekilde hız kesmeden koşuyordu. Ben sık sık yürüme molaları verdiğimden durum bana çok garip gelmişti. Yarış öncesi katılımcı listesini çok incelememiştim. Kim koşacak, kimin hedefi veya daha önceki en iyisi ne, kim kimdir bilmiyordum. O nedenle benim gibi ortalama koşuculardır diye düşünmüştüm. Ama onlar sürekli koşuyor, beni sürekli geçiyorlardı. Zaten saat başı güncellenen tabelada bir ara 4. sıradayken, ilerleyen saatlerde teker teker gerilemeye başlamış, bir ara 10. sıraya kadar düşmüşüm. İnsanların durmaksızın koşmaları sinirimi bile bozmaya başlamıştı. 12 saat geçmesine rağmen destek ekiplerinin yanında duraklamıyorlardı bile, koşarak ellerinden bir şeyler alıp devam ediyorlardı. E tabii bu da benim yere düşmüş olan moral durumuma bir darbe daha indiriyordu.

Sabah oluyor

Sonraki 4 saat boyunca hava giderek soğudu. Artık sıcak olmayan sıvı bir şeyler içmek neredeyse imkansızdı. Enerji içeceği hazırladığımda içine bir miktar da sıcak su ekliyordum. Buna rağmen o soğukta insan bir şeyler içmek istemiyor. Jeller iyice sertleşmiş olduğundan onları da pek tüketemiyordum. Bu arada Başak zaman zaman telefonla arıyordu. Moral bozukluğunun beni vurduğu bu anlarda bir koç misali, “şimdi şunu şunu yap, sonra şunu yap” şeklinde nokta atışı yönlendirmelerde bulunuyordu. Koşarak geceye girmek ve sabaha kadar bunu sürdürmek, uykulu araba kullanmaya benziyor. İnsan tehlikenin farkında oluyor ama durup önlem alacak motivasyonu ve enerjiyi bir türlü bulamıyor, çözebileceği sorunları sürekli öteliyor. Destek ekibi veya kişisinin bu noktalarda önemi büyük. Başak uzaktan da olsa bunu başardı sağ olsun. Onun verdiği gazla gidip kendime bir duble yulaf lapası hazırladım. Beraberinde bir jel ve hemen üstüne de bir muz yuttum. Biraz sonra etkisini hissetmeye başladım. Ama hala üstümü değiştirmemiştim. Yine bir telefon konuşmasından sonra bunu da ertelemeyi kesip kucağıma aldığım bir yığın kıyafet, şekerli bisküvi ve bir bardak çayla soyunma odasına gittim. Tüm kıyafetlerimi kuru ve daha kalın alternatifleriyle değiştirdim. Kalın eldivenler ve bir de bere aldım. Kıyafet değişiminden sonra kendime 10 dk izin verdim, sıcak çayla bisküvileri tükettim. Bu değişimin ve küçük dinlenmenin güzel bir geri dönüşü olacağını biliyordum. Ama tabii tüm bu yaptıklarımı tek başına halledince epey zaman kaybettim. Dördüncü 4 saatlik dilim için aklımdaki 80 tur yerine ancak 66 tur atabilmiştim. 16 saatte toplam 342 tur yani yaklaşık 137 km yapabilmiştim.

Her 10 km ne kadar sürmüş grafiği – Son 7.31 km 10 km’ye uyarlandı

Yeniden ters yöne döndüğümüzde hava artık eksilerdeydi sanırım. Her yer bembeyaz buz/kırağı olmuştu. Benim kutunun da hem içi hem dışı buz tutmuştu. Saat 5-7 arası en acayip soğuğu yedik. Hem önceki bölümde yaptığım değişimler ve yediklerimin etkisiyle hem de donmamak için sürekli koşmaya başlamıştım. Kaybettiğim motivasyonu bulmuş gibiydim. Başak uzaktan da olsa beni tetiklemeyi başarmıştı. Ama soğuk gerçekten bezdiriciydi. Kutudan bir şeyler almak için birkaç saniyeliğine duraklasam titremeye başlıyordum remsen. O sırada Winston Churchill’in bir sözü aklıma geldi: “Cehennemden geçiyorsan, duraksamadan devam et.” Ben de öyle yaptım. Sabaha az kalmıştı. Güneşi görürsek bu iş biterdi, o zaman ilk ışıklara kadar kafayı eğip koşmaya devam etmek en doğrusuydu. Ben de öyle yaptım. Yorgunluğum artmasına rağmen önceki bölümden daha çok tur atabilmiştim (73). 20 saat sonunda 166 km civarındaydım. 100 mili 19 saat 15 dakikada geçebildim bu sefer, gerçekten çok yavaş. Geçen yarışta 18,5 saatte koşmuştum. Güneş doğmuş, hava ısınmış, gün ışığının umut vericiliği etkisini göstermeye başlamıştı. Kıyafet değişimi ve bisküvi çay keyfi sonrası sürekli hızlanmıştım. Grafiğin yükselmekte olduğunu görebiliyordum. Ama tabii o noktada da yorgunluk ve ağrılar önünüze geçip “Dursana kardeşim, yeter yahu!” diyor. Uykusuzluk da gözlerinizi, daha kötüsü zihninizi kapatmaya çalışıyor; evet koşarken bile. Ben bu durdurucu biraderlerle mücadele ederken Başak yeniden aradı ve “Hesap ettim, şu pace ile koşarsan başarabilirsin ve sen de o pace ile koşabilirsin” şeklinde gazı verdi. Ben de gazı aldım almasına ama bir süre koştuktan sonra hemen yürüme molasına geçiyordum. Hatta bir ara acaba insanlar bana sinir oluyor mudur diye düşünmedim değil. Çünkü ben yürürken gelip beni geçiyorlar, bir süre sonra ben koşmaya başlayınca onları geçiyorum ve bu böyle sürekli tekrarlanıyordu. Bir türlü öğrenemediğim, alışamadığım şey çok düşük hızda sürekli koşabilmek. Artık bu yaştan sonra öğrenebilir miyim bilmiyorum ama çabalamalıyım. Bazen bu şekilde ilerleyen birinin peşine takılıp onun hızında sürekli ilerlemeye çalıştım. Ama bir türlü beceremedim, o kadar yavaş koşmak bana daha zorlayıcı geliyor. Belki de bu yüzden daha uzun mesafelere çıkamıyorumdur kim bilir!

Geriye 4 saat kalmıştı. Elimden geldiğince çok koşmaya çalışıyordum. Bu noktada insan, sanki çok az kalmış, artık bir şey yemeden de sonunu getirebilirmiş gibi bir yanılgıya düşüyor. Çünkü duraksayıp yiyecek bir şeyler hazırlamak, almak zaman kaybı olacakmış gibi geliyor. O yüzden de sürünerek, görünmeden yaklaşan enerji tükenişlerini gözden kaçırıyor. Durup 30-40 saniye kaybetmeye karşılık biraz daha ilerlemenin muhasebesi o yorgunlukta ve uykusuzlukta doğru yapılamıyor. İşin kötüsü, belki de yemeyi geciktirerek aslında durarak kaybedeceğinden daha çok zaman kaybediyorsun. Ben de o son saatlerde bu hataya birkaç kez düştüm. İşte bu gibi noktalarda işi bilen ve kafası çalışan bir destekçi çok işe yarar. Yalnız bu son saatlerde başka bir şeyi fark etmek hoşuma gitmişti. Gece durmaksızın koşan tüm o koşucular yürümeye, hatta çok yavaş ve sürekli yürümeye başlamışlardı. Bazıları tamamen durmuştu. Bense önceki iki 4 saatlik dilimden daha da iyi ilerliyordum. Son kısımda ara ara yürüse de benim gibi sürekli ilerleyen sadece iki kişi kalmıştı sanırım. Ama ne kadar ilerlesem de zaman sadece 493 tur ve biraz fazlasına yetti. İlk 24 saat denememde yaptığım 194 km’yi geçmiştim ama yine o yuvarlak rakamlara yaklaşıp, onları aşamama durumum devam ediyordu (3:04 maraton, 4:02 50 km vb). 200 km’den sadece 6,5 tur uzakta kalmıştım. Sonucum 197 km 310 m olarak resmileşti.

Diğer Koşucular

Yarışın hemen sonrasında küçük bir ödül töreni yapılıyor. Ben de kalıp insanları alkışlamak istedim. Sonra bir anda erkeklerde 3. olduğumu duyurup beni ödülümü almaya çağırdıklarında çok şaşırdım. Çünkü benden daha fazla koşan çok insan olduğunu düşünüyordum. Aslında öyle de olmuştu. Genel sıralamada 6. olmuştum, yani benden çok mesafe kateden 3 kadın koşucu vardı. Bu 3 kadın koşucudan biri Sinead Kane isimli İrlandalı bir koşucu. Gözleri sadece %5 görüyor yani resmi olarak kör. Yarışın tamamında 1-2 saatte bir değişen, kısa bir ipin iki ucundan tutarak birlikte ilerlediği kılavuz koşucular eşliğinde koştu. Hiç yürümeden ve duraklamadan sabit bir hızda ilerledi. Beni her geçişlerini ağzım açık izliyordum. Sinead Kane o kadar iyi bir ultra koşucusu ki İrlanda 24 saat takımı ile birlikte dünya 24 saat şampiyonasına girmesini sağlayacak dereceleri var. Ancak IAU, kılavuz ile koştuğu için puan alacak bir takım üyesi olamayacağını belirtince takıma girememiş. Bu konuya haklı olarak tepkili ve bu durumla halen mücadele ediyor. Ayrıca 7 günde 7 kıtada 7 maraton koşan ilk görme engelli koşucu. Sanırım bu yarışta kendi en iyi derecesini 204 km’den 209 km’ye taşıdı. Onunla aynı pistte koşmak benim için çok ilham verici ve motive edici bir deneyimdi. Önümde bitiren, hatta genel sıralamada birinci olan diğer kadın koşucu da Wendy Whearity. 2018’de IAU 24 saat Avrupa Şampiyonası’nda İngiltere kadın takımında yer almış deneyimli bir ultramaratoncu. 2017’de 220, 2018’de 216, 2019’da 217 km koşmuş. Bu yarışta 221 km’nin üzerine çıkarak yanılmıyorsam o da kendi en iyi derecesini yaptı. Son 2 saat kalana kadar sabit hızda bir makine gibi sürekli koştuğunu kendi gözlerimle izledim. Diğer kadın koşucu da daha 2016’da koşmaya başlamış olan İrlandalı Nichola Duffy. O da 202,5 km koştu. O, son saatlerde bile neredeyse hiç yürümedi. Sadece yavaşladı. Bu 3 kadın dışında önümde bitirenlerden erkekler 1.si 215 ve ikincisi 212 km koştu. 24 saat boyunca bu insanların ne kadar düzenli ve sürekli bir şekilde ilerlediklerini izlediğimden kendimi onların arasında ödül töreninde görmek beni çok şaşırttı.

Erkekler 3.

Sonuç Değerlendirmem

Sonucu nasıl değerlendiriyorum? Bu ilginç bir konu. Önceki ile karşılaştırma yapmaya çalışıyorum kafamda:

Gloucester 24

  • İlk deneme (negatif)
  • Yapılandırılmış, planlı hazırlık dönemi, yüksek hacim (pozitif)
  • Sağlam, sorunsuz fiziksel kondisyon (pozitif)
  • Destekli (pozitif)
  • 1 saat 10 dk ara vererek ve uyuyarak (negatif-pozitif)
  • Hava soğuktu ama bu kadar uç noktalarda değildi (pozitif)
  • Öncesi ve sonrası otelde (pozitif)

Crawley 24

  • Bir yarış deneyimli durumda (pozitif)
  • Yetersiz ve plansız hazırlık, çok düşük hacim (negatif)
  • Ağrılar ve ufak saktlıklarla başlangıç (negatif)
  • Desteksiz (negatif)
  • Çok küçük bir mola ile (15 dk) (pozitif-negatif)
  • Aşırı soğuyan hava (negatif)
  • Evden toplu taşıma ile ulaşım (negatif)

Uzun bir mola ve kısa bir mola için hem negatif hem pozitif yazdım çünkü dinlenmek sonraki bölümde çok daha iyi olabilmenin yolunu açıyor ama bir yandan da durarak çok zaman kaybetmiş oluyorsunuz. Sanki bu ikisi birbirini yeterince dengeliyor gibi geliyor bana ama tersine de kolay ikna olabilirim. Listeye böyle bakınca bu sefer 4,5 km daha fazla koşmuş olmam şaşırtıcı. İlk seferdeki pozitif maddeler elde olsaydı çok daha iyi bir sonuç çıkardı diye düşünmeme neden oluyor bu liste. Daha uzun ve planlı bir hazırlık dönemi, daha iyi lojistik ve destekle, daha ılımlı hava koşullarında, iyi bir günümde çok güzel sonuçlar alabileceğime inanıyorum. Zaten bunu sadece şimdiki geçerli sınırım olarak algılıyorum, daha ötesinin mümkün olup olmadığını görmem için oraya doğru atak yapmam gerek, eminim yapacağım da.

Bu yarışta ilk defa, organizasyonun verdiği makarna ve gece küçük bir bardak çorbayı saymazsak, normal yemekten faydalanmadım. Beslenmemi daha çok sıvı enerjiyle, jel ve çiğneme tabletleriyle, muz ve yulaf lapasıyla sınırladım. Bunun faydasını gördüğümü söylemem gerek. Bundan sonra bu rejime daha çok odaklanmaya çalışacağım. Azıcık sıcak su ile hızla hazırlanabilen, şeker seviyesi çok ayarında (ne o kadar saatten sonra mide bulandıracak kadar tatlı ne de çamur yiyormuş gibi hissettirecek kadar tatsız) güzel bir yulaf lapası buldum. Destek ekibi ile birlikte bundan çok fayda sağlayabilirim. Daha önceleri denediğim normal yemeklerden daha kolay ve hafif olan bu listeyi uzun süre kullanmayı düşünüyorum.

Normal modda çalışan bir GPS destekli saat pistte çok fena sapıyor. Aslında çok da kötülememek gerek çünkü pist, GPS’in ölçüm hassasiyeti düşünüldüğünde çok küçük bir alan. Hepimiz pisti 400 metre olarak düşünüyoruz ama her kulvar 7-8 metre uzatır bu mesafeyi. 24 saat boyunca ilk kulvarın dış kısmında ve bir sonraki kulvarda çok vakit geçirebiliyor insan. Hatta üçüncü kulvara bile çıkıldığı anlar var. İlki 400, ikincisi 408, üçüncüsü 415 metre desek ve bunlarda geçirilen zamanı tur cinsinden ve 500 tur üzerinden 275-150-75 olarak düşünsek %100 doğru ölçen bir saat bile 500 turu 202.325 km olarak ölçer. Buna kendi masana, istasyona ve tuvalete gitmek için pistten uzaklaşmaları eklesen ve biraz da GPS ölçüm hatalarını eklesen 10 km sapma çok beklenmedik görünmemeye başlıyor. Benim durumumda bu Gloucester’da 8 km, bu yarışta 11 km civarında oldu. Ama pistte koşarken güzel bir ölçüm ve geri bildirim istiyorsanız pist modu olan bir saat kullanmak şart. Bundan sonraki denemede şimdiki saatim olan Fenix 5 yerine kesinlikle bir tane onlardan edinmiş olmayı planlıyorum.

Tüm sonuçlar

“Crawley 24 Saat” hakkında 26 yorum var

  1. 30 yaşından sonra spora başlamanız , bu kadar uzun mesafeler kat etmeniz zaten müthiş bir şeyken ; tüm bu yaptıklarınızı yazı diline gerçekten özen göstererek yazmanız – çeşitli alıntılar ve atıflar yaparak ( yazı Tolstoya selam çakarak başlıyor , japonyadaki misogi kavramıyla devam ediyor )- yaptıklarınızı bambaşka bir noktaya taşıyor . Benim gibi amatör koşanlar için gerçek bir ilham kaynağısınız, ayağınıza ve kaleminize – klavyenize mi demeliyim bilmiyorum – sağlık

  2. 1-7 nisan arası 63km koşmayı neredeyse hiç koşmamak saymışsınız Ben de ciddi ciddi son 10 günde 0 km koştunuz sandım. Yeniden okuyunca “neredeyse” hiç koşmama kategorisi bu yarışlar için artık 60km olarak kaydettim Farklı koşullarda 2 yarış ve gelişim olması harika, ayaklarına sağlık

    1. 27 Mart sonrası, yani son 12 günde sadece 4 defa koşabildim. Son ikisi de sadece durum kontrolü yapmak için yaptığım kısa koşulardı. O son iki antrenmanı tamamen yok saymışım kafamda. Sanki iki haftada sade 2 koşu antrenmanı gibi düşünerek bu şekilde belirtmiştim. Ama “neredeyse” diyerek açık kapı bırakmışım. 🙂 Dikkatiniz ve uyarınız için teşekkürler.

  3. Yine keyifle ve dikkatle, pisti gözümde canlandırarak okudum..Tebrik ederim. Alıntıladığın sözler arasında cehenneme ilişkin olanı da yazdım bi kenara..200k barajını geçmeni dört gözle bekliyoruz..

  4. O kadar akıcı yazmışsınız ki adeta nefes almadan okudum. Her anını yeniden yaşarcasına ayrıntılı yazmışsınız. Yazıyı alıntı cümlelerle süsleme iz ayrıca güzeldi. 200 hedefine ulaşmak dileğiyle, başarılar diliyorum

  5. Tebrikler Mert,
    Adeta oradaymışcasına okuduk yazdıklarını. Harika bir deneyim daha yaşamışsın.
    Edebi açıdan da yazdıkların çok sürükleyici. Deneyimlerini bir kitapta okuyucuyla buluşturmanı çok isterim

    1. Kitap fikri aklıma gelmiyor değil ama çok farklı bir alan, uzun ve zorlu bir yolculuk. Belki bir gün. Teşekkür ederim.

  6. Yine bilgilendirici harika bir yazı destek ekibi yok deyince eyvah çuvalladık dedim ama sonuç mükemmel Tebrikler Üstat kaleminize ayağınıza sağlık

  7. Tebrikler Mert. Çok ilham verici. Amatör bir koşucu olarak, diğer arkadaşlarım gibi kendi imkan ve sınırlarım çerçevesinde elimden geleni yapıyorum. Buna senin yazılarının/podcastlerinin büyük etkisi/itici gücü oldu. Bu açıdan camiaya kattıkların için teşekkür ederim. Yine soluksuz okuduğum bir yazı=mücadele. Sen her ne kadar mütevazi olsan da yılların emeği ve bunun karşılığını görmeni, takdir ve hayranlıkla izliyorum. Napolyon’un ve Churchill’in sözlerini de bir kenara not ettim, hayat mücadelesinde yardımcı olacak. Umut ve yeni mesafeler her zaman olsun…

    1. Teşekkür ederim. Yaptıklarımın, yazdıklarımın ve/veya anlattıklarımın etkisinin olduğunu duymak gerçekten beni mutlu ediyor.

  8. Yine çok güzel bir yarış raporu yazmışsınız, yazılarınızı vakit ayırıp rahatça okumaya çalışıyorum. Eleştirme ya da beğenmeme olarak algılamayın lütfen ama yazınızı okurken destek ekibi olmadan koşma fikrinizi oturtamadım kafamda. Sanki kendim koşmuş da sırf bu yüzden 200 km barajını aşamamış gibi hissedip üzüldüm.
    Ayağınıza, moral gücünüze ve motivasyonunuza sağlık. Yeni meydan okumalarda şimdiden başarılar.
    Not: Yukarıda yorumlarda geçen kitap fikrini destekliyorum, anlatma isteğinizi, alıntılarınızı ve kalemi kullanma becerinizi kitapta toplamanız çok güzel olur.

  9. Tebrikler…
    İlk 24 saat kosunuz gibi bunu da çok güzel, ayrıntılı bir şekilde anlatmışsınız. Sanki oradaymisim gibi gözümde canlanıyor kosunuz ve yarış ortamı.
    Benim gibi amatör koşucular için koşularınız, deneyimleriniz ve hissettiginiz herşeyi olduğu gibi yazmanız çok değerli. “Koşmaya devam etmek de, mücadeleden vazgeçmek de her stepte mümkün” diyorum yazdıklarınızı okuyunca ve yalnız olmadığımı hissedip mutlu oluyorum.
    Bu blogdaki her yazınızı okuyor, stravadaki her antrenmanınızı keyifle takip ediyor, başarılarınızla mutlu oluyorum.
    Umarım bir sonrakinde 200’ün üzerine çıkar, o hedefi de tutturursunuz.
    Tekrar tebrik eder,sağlıklı koşular dilerim.

    1. Güzel geri bildirimleriniz yazmaya, paylaşmaya devam etmek için motivasyon oluyor. Teşekkür ederim.

  10. Ben çok yürüyen birisiyim. Yürürken podcast dinliyorum. Ayarı kaçanlar podcastinizi podcastlerde dolaşırken tesadüfen keşfettim. Daha önceden ne sizi tanırdım, ne de koşmanın bu kadar zevkli olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Neredeyse her gün “ayarı kaçanlar” podcastinizi dinledim ve her dinlediğim bölümden çok zevk aldım. Bölümlerden birinde daha önce “koşturmaca” isimli podcastinizden bahsettiniz, onu da buldum ve dinliyorum. Neredeyse dinleyeceğim zamanları iple çekiyorum. Sonra sizinle bağlantılı olarak “bi yerden” sohbetlerini keşfettim ve ordaki sporcuları tanıdım. Sosyal medya benim önüme koşmak ve dayanıklılık sporları ile ilgili bir dünya serdi, bundan çok memnunum. Bu işlerden çok zevk alabileceğimi ve aslında mental olarak tam da bana göre olduğunu anladım. Ama maalesef ben koşan birisi değilim, genç de değilim. Keşke böyle şeylerden yıllar önce haberdar olsaymışım, çok zevk alabileceğim bir şeyden mahrum kalmışım diye üzüldüm. Zamanında bir kıvılcım ne çok işe yarardı. Sizin bu konudaki bilgi ve tecrübenizi her mecrada azimle aktarıyor olmanızı, başkalarının hayatlarına dokunmanızı, insanlara bir kıvılcım olmanızı çok takdir ediyorum. Sağ olun, var olun.

    1. Teşekkür ederim. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, hiçbir yaş ve zaman hiçbir şey için geç değildir. Kıvılcım insanı her yaşında, anında bulabilir. Umarım paylaşımlarım sizin için de o kıvılcım olabilir bir gün.

  11. Uzun zamandır yazılarınızı ve podcast’lerinizi zevkle takip ediyorum. Verdiğiniz emek için teşekkür ederim.

    1. Takibinizi paylaştığınız için ben teşekkür ederim. Böyle şeyler yazmak, konuşmak ve paylaşmak için daha fazla motive olmamı sağlıyor.

  12. Gerçekten tebrik ederim , benim sizde en çok tebrik ettiğim şey koşuda bu mesafeleri yapmanız değil (tabi ki büyük bir saygıyla takdir ve tebrik ediyorum bu kısmı da) ama asıl vurgu yapmak istediğim ve en ilk sırada tebrik ettiğim yönünüz tüm tecrübelerinizi en ince ayrıntılarıyla beraber , güzel bir dil, akıcı bir üslup, mütevazı bir tarzda aktarıyor , paylaşıyor olmanız. Bu kısım bu işe gönül veren, zaman zaman gidilecek yol haritasına ihtiyaç duyan kişiler için çok kıymetli. Gaz vermek gibi olmasın ama yukarıda yorumlarda bu tecrübelerin bir kitap ile paylaşılması hususunu okuyunca neden olmasın demedim. Kaleminiz güçlü, yazmayı seviyorsunuz , bence acizane tavsiye olarak insanlardan gelen bu öneriyi biraz düşünmelisiniz. Kim bilir yine uzun bir koşunuzda bunu değerlendirir ve karar verirsiniz….Tekrar tebrikler…Koşmaya ve paylaşmaya devam….

    1. Teşekkür ederim, böyle geri bildirimler de benim için çok değerli. Kitap… Belki bir gün 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir