14 Şubat – 6 Mart 2022

14 Şubat – 6 Mart 2022

Bu iki haftalık antrenman özeti/günlüğü yazılarının ilkinde, yazıların frekansını planlarken “En azından haftalık, o da mı olmadı, iki haftalık toparlamalar yazabilirim diye düşündüm. Gerçi iki hafta uzun bir süre…” yazmışım. Talihsiz başlangıçlar listesine girebilecek bir cümle olmuş. Zira daha ikincisinde geciktirdim. Bu yazıda son üç haftaya odaklanacağım. Biraz da gevezeliğim üstümde olduğundan uzunca olabilir. Gerçi çok kişinin okumasını beklemiyorum ya da zaten amacım o değil ama olsun. Kendim dönüp ileride okurum diye yazıyorum, umarım şimdi okuyan az sayıda insanı ve gelecekteki Mert’i sıkmam.

Şubatın ilk iki haftasında her gün koştuktan sonra buna pek devam edemedim. Çünkü Britanya adasının ziyaretçileri vardı. Önce Dudley, hemen ardından Eunice, ondan da hemen sonra Franklin fırtınaları geldi. Türkiye’deyken bilmezdim, bu fırtınalara geleneksel olarak insan isimleri veriliyormuş. Her yılın başında -ki yıl eylülde başlayıp ağustosta sonlanıyor- o yıl sırayla gelecek fırtınalara verilecek isimler belirleniyormuş. Cinsiyetçilik olmasın diye de bir kadın ismi bir erkek ismi şeklinde ilerliyor. Bu şekilde isim verilmesinin nedeni fırtınalar hakkında iletişimin daha kolay hale gelmesi. Haber verirken ya da uyarılar yaparken fırtınaya kısa yoldan referans vermenin en kolay yolu.

HaftaKoşu adediToplam SüreToplam km
14 Şub – 20 Şub68 s 16 d100.3 km
21 Şub – 27 Şub58 s 59 d108.2 km
28 Şub – 6 Mar48 s 39 d101.5 km

Bu üç fırtına arka arkaya adayı vurdu. Tabii okyanusa yakın yerler biraz daha sert etkileniyor, Londra gibi güneye ve iç kısımlara yakın yerler daha az etkileniyor. Buna rağmen koştuğum parkurlarda yıkılan ağaçlar ve düşen çok sayıda büyük dal vardı, hatta bazıları yolu tamamen kapatmışlardı. Rüzgar sert eserken koşmanın böyle bir tehlikesi var işte, bu dallar ve ağaçlar kafanıza düşebilir. İşte bu nedenle hastalık sonrası üçüncü hafta 1 günü, dördüncü haftada da 2 günü boş geçmek zorunda kaldım. Yine de 3. hafta 100, 4. hafta 108 km hacme ulaşmayı başardım.

https://twitter.com/spinodal/status/1495714832762515457

Bu fırtınalar konusunda bir de “Ya yok artık yaa!” dedirtecek bir şey öğrendim. Fırtınalara kadın ismi verildiğinde insanlar daha yumuşak geçeceği, erkek ismi verildiğinde daha sert geçeceği beklentisine giriyormuş. Bu da o fırtınaların daha fazla zarara neden olmasına yol açıyormuş. İnsan beyni olmamış bence.

İnsan beyninin daha olmadığı gerçeği 28 Şubat’ta bir kez daha yüzümüze çarptı. Rusya göz göre göre, Ukrayna’ya savaş açtı. Dünyada savaş eksik olmuyor zaten ama insanlar Orta Doğu’da, Afganistan’da ya da Afrika’da olan şeylere hem alıştıkları hem de Avrupa ve Kuzey Amerika’ya uzak olduğu gerekçesiyle umursamadıkları için savaş demediklerinden bu yeni bir şey gibi algılandı. Avrupa’nın yanı başında bir anda savaş patlak verdi. Hem de yapabileceklerinin sınırı olmayan ya da kestirilemeyen bir liderin ülkesinden. Savaş nerede olursa olsun, kim kime saldırırsa saldırsın bana saçmalık olarak görünüyor. Yıl olmuş 2022, medeniyetimiz hala kolayca taşa, sopaya, tüfeğe sarılma noktasına gelebiliyor. Sivil veya asker olsun birilerinin saçma sapan nedenlerle ölmesi insanın tüm zamanını stres ve anksiyete yaşayarak geçirmesine yetiyor. Tabii ki silahların gölgesinde ya da patlamaların ortasında kalan insanların hissettikleri yanında bu bir hiç, ama canımın sıkkın olmadığı an gerçekten az.

Bir süredir Strava’daki koşu kayıtlarıma isim vermeye başladım. O günlerde düşündüğüm bir şeylerden veya koşarken dinlediğim kitapta ya da podcastte duyduğum ve dikkatimi çeken ilginç şeylerden seçiyorum bu isimleri. Bazen İngilizce bazen Türkçe oluyor isimler. Ne olduklarını da açıklamıyorum ki okuyanlar arasında ilgisini çekenler araştırsın ve üzerine biraz okusun, kafa yorsun. Çünkü ben böyle yapıyorum. Benzer şeyler duyduğumda, okuduğumda hemen aratıp hakkında biraz detay öğrenmek hoşuma gidiyor. Yani aslında ateşi elden ele geçirmeye çalışıyorum. Birinin bile hoşuna gitse mutlu olurum. Bu bloktaki koşularımdan birinin ismini Aşık Mahsuni’nin Gizli Gizli şiirinden/türküsünden aldım: “Dakikam içinde yıl gizli”. Tabii ki türküyü biliyoruz ama bu dizesine dikkatimi çeken şey Murat Meriç’in bantmag’da Kaan Tangöze ile yaptığı röportaj oldu. Çok güzel ifade değil mi? Bir diğer koşu ismim de “The brain is a prediction machine” idi. Bir ara Anil Seth’in “Is Reality a Controlled Hallucination?” (Gerçeklik kontrollü halüsinasyon mu?) başlıklı bir sunumunu izledim. Beynin aslında bir tahmin makinesi olduğundan bahsediyordu. Düşünsenize aslında gerçekliğin tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Beynimiz kafatasımızın içinde ve sadece kendisine gelen sinyalleri işleyerek bir gerçeklik oluşturmaya çalışıyor. Sürekli bir şeyleri tahmin ediyor ya da yuvarlıyor. Hızlı olmak için işini basitleştiriyor. Halüsinasyon da bu tahmin yelpazesinin bir ucunda. Yani gerçekliği algılamamız, beynin ardı ardına gelen tahminleri ve hataları minimize etme çabasının bir sonucu. Konu ilginç. Seth’in bu konuları ele aldığı “Being You” isimli kitabını da okuma listeme aldım. Bir diğeri de “The center that I cannot find is known to my unconscious mind” dizesiydi. Buna dinlediğim bir kitapta rastladım. Daha önce hiç duymadığım İngiliz bir şair olan W.H. Auden’in, insanın kendine, evrene ve var oluşuna anlam verme çabasını anlattığı The Labyrinth isimli şiirinde geçen bir dizeymiş. Şiirin tamamı da çok hoşuma gitti. İşte böyle şeylerden isimler seçiyorum. Siz de ilginizi çekenleri bir ipin ucu gibi tutup yavaş yavaş çekebilir belki de ilginç bilgilere ulaşabilirsiniz.

Şubatın son iki haftasında garip bir şey fark ettim. Sanki toparlanma hızım yavaşlamış gibiydi. Sadece 15 gün ara böyle bir şeye neden olamazdı. İki hafta içinde bir anda hızla yaşlanmış da olamazdım. Aklıma tek gelen şey hastalığın garip bir uzantısı olabileceği. Bilimsel olarak açıklayamam ama egzersiz sırasında iyi hissetsem de sonrasında, bir sonraki egzersize kadar normalde toparlandığım kadar toparlanamadığımın net olarak farkındaydım. Bu nedenle bu haftanın başında üç gün kadar dinlenmeye karar verdim. Perşembe günü koştuğumda çok daha iyi hissediyordum. Mesai günü olmasına rağmen, havanın artık daha erken aydınlanmasından faydalanarak Richmond Park’ı boydan boya geçen uzun parkuru -25 km- koştum. Hem parkı özlemiştim hem de biraz kendimi tartmak istedim. Ertesi sabah uyandığımda daha iyi dinlenmiş olduğumu fark ettim ve aynı rotayı yine bir mesai günü sabahı tekrarladım. Çok büyük çoğunluğu nehir kıyısındaki patikalarda ve parkın içinde olan bu parkur çok keyifli. Sadece birkaç kilometre yolda koşuyorum ve 2 trafik ışığı bir de tren yolu geçiyorum. Onun dışında trafikten uzak harika bir rota. Bu rotaları koşarken aklıma Türkiye’de kullanılan bir tabir geliyor: “Eskiden buralar hep dutluktu”. İngiltere için bu pek geçerli değil. Çünkü oralar hala “dutluk”. Son 200-250 yıl, hatta belki daha uzun süredir hiç değişmemiş buralar. Türkiye’de ise her şey o kadar hızlı değişiyor ki 10 yıl öncesi için bile bu ifade kullanılabiliyor. Cumartesi ve pazar sabahları da aynı rotayı koşarak, sadece 4 gün koşsam da haftayı yine 100 km civarında tamamlamayı başardım. Bu üst üste 2 saatlik koşular kendimi tamamen normale dönmüş hissetmeme neden oldu.

Bu blok hakkındaki yazıyı yine bu dönemdeki koşularımdan birinde bir podcastte adını duyduğum Robert Frost’un “Gidilmeyen Yol” şiirinden bir alıntı ile kapatmak isterim:

bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.

Robert Frost – Çeviren: Selahattin Özpalabıyıklar

“14 Şubat – 6 Mart 2022” hakkında 7 yorum var

  1. Uzun bir yazı diye sevinerek kahvemi elime aldım fakat kahve bitmeden yazı bitti..Madem öyle eskilerden bir yazı daha okuyup kahveyi bitirmek lazım 😉

    1. Yazıdaki linkler ve strava’daki koşu başlıkları birkaç bardak kahve içirir sanki 😉

      1. Beyin ve gerçeklik ilişkisi çok ilginç bir konu, bu konuda 3 sezonunu da izlemediysen YouTube’da bulabileceğin Mindfield belgeselini izlemeni öneririm. Bir de yeni keşfettiğim Brüksel’de yaşayan Sertaç Aktan’ın insan beyni nasıl çalışır videosunu izlemeni öneririm. Bir de aslında beyin sürekli kayıt yapıyor, bazen unuttuğunu unutuyor, bazen de unuttuğunu unuttuğunu hatırlıyor ya da tam tersi, hatırladığını hatırlayıp hatırladığını hatırladığını unutmak… Muhteşem bir oyun alanı aslında son zamanlarda koşarken onunla bu mekanizmalar üzerinden boğuluyorum. Sadece düşündüğünü düşünen bir organ olması bile başlı başına inanılmaz değil mi? Diğer bir konuda bazen sağlıksın kabul edilen beynin en sağlıklı ya da doğru düşünceleri ortaya çıkarması. Paranoyak birisi bir banka soygununu önleyebilir, bir cinayeti… Yada şizofren bir beyin normal olmayan algıları ile zaman, düşünce, gibi konuları kolayca kavraması, epileptik nöbetlerin yarattığı halüsinasyonlar gerçeğin habercisi olabilir, daha da uç noktada psikopatlar CEO olarak çok başarılı olabilir. Yaşadığımız günlerde Ukraynalı bir psikopat vatansever Ukrayna için bir kahraman değil midir?
        Konu bana çok çekici geliyor, konuyu heroin yani eroin ile bitirelim. Aslında sentetik bir brain changer olan eroin alanların kendini kahraman gibi hissettikleri için ingilizce hero’dan (kahraman) gelir.
        Sana cevap yazayım derken güzel bir yazı çıktı ortaya bunu sosyal medyada tekrar paylaşırım ben.
        Güzel yazı teşekürler.

  2. Baba ocağına geldiğin zaman Tarsus ‘ta bir kahveyi beraber içmek isteriz

  3. https://eksisozluk.com/the-road-not-taken–252091?p=4
    6 mayıs 2020 threk girdisi:
    “yazarı tarafından ‘hileli’ olarak adlandırılan güzide şiir. robert frost abimiz der ki, yaşamda hangi yolun en iyisi olduğunu bilemezsin. sonra devam eder: aldığın kararların çoğu gelişigüzel, bilinçsiz tahminlerdir.”
    Beynin tahmin makinesi olması ifadesi ile sondaki şiirin şairince böyle söz söylenmesi denk gelmiş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir