Anlar ve Anılar

Anlar ve Anılar

Uzun zamandır şöyle bir şey yaşıyorum: Bir anda aklıma katıldığım bir yarıştan veya keyifli bir antrenmandan bir sahne, bir anı geliyor. Ama ilginç olan şey bunların başarılı bitiriş anları ya da heyecanlı başlangıç noktaları olmaması. Hatta yarışta veya antrenmanda olan çok özel noktalar ya da anlar değiller. Rastgele bir rotadan rastgele bölümler. Örnek vereyim.

Mesela Kapadokya Ultra uzun parkurda ilk kısmı bitirip Ürgüp’e geldikten sonraki istasyondan çıkınca garip bir bağlantıdan su akan uzun bir dere yatağına geçilir. Yarışın o noktalarında artık akşam üstü olmuştur. Merkez olan Ürgüp’teki istasyondan, yani rahatlıktan ve gidip güzel bir duş alma şansından vazgeçmiş, devam etmeyi seçmişsinizdir ve önünüzde daha çok uzun bir yol, uzun bir akşam hatta gece vardır. Rahatlıktan uzaklaşırken akşam yaklaşır, ki akşam insanın evrimi sırasında sezgilerine işleyen, rahatlıktan uzaklaşma, hafif korku ve her an bir şey olacakmış hissinin gelip ruhunuza yerleşmesi demektir. Devam etmeyi seçmiş olmanın verdiği gurur, güzel bir parkurda yalnız başına koşuyor olmanın verdiği huzur ve o az önce bahsettiğim rahatlıktan uzaklaşma, akşamın tedirginliği, bekleyen zorlu saatlerin farkına varma hislerinin birbirine karışması. İşte o kısım geliyor aklıma.

Ya da Fransa’da Tard Vadisi’nde sabaha karşı zorlu bir tırmanış sonrası zirveye ulaştığımda bir anda karşımdaki aynı yükseklikte olan bir sonraki tepeye tırmanan kafa lambalarını gördüğüm an geliyor. Zorlu koca bir tırmanışı bitirmenin sevinci ile oradan aşağı inmiş ve yine onun gibi başka bir tepeye tırmanmakta olan, benden daha hızlıları görüp önümüzde bunun gibi onlarca tırmanış olduğunu anımsamanın hayal kırıklığı hissinin karışması ile oluşan garip ruh hali.

Başka bir zaman, kafa dengi üç beş arkadaşla bisikletlerin üzerinde güzel bir havada Ankara’dan uzaklaşırken rüzgarı yüzümde hissedişim, yalnız olmadığım için tedirginlikten uzak oluşum ve az önce verdiğimiz molada yaptığımız esprilerle içimde hala eğleniyor oluşum, trafikteki kamyonlar ve arabalardan duyduğum tedirginlik ve her an bir yerlerden koşarak çıkıp gelme olasılığı olan büyük çoban köpeklerinin korkusu birbirine karışmış.

Dayanıklılık sporları ile ilgilenmeye başladığımda hiç böyle şeyler hayal etmemiştim. Yarışa hazırlanırım, gider koşarım ve madalyamla eve döner sonraki yarışı planlarım gibi bir fikir vardı aklımda. Bu kadar çok duygu yaşayacağımı, bu duyguların birbirine karışıp beni farklı ruh hallerine sokacağını ve bütün bunların beni bu kadar çok değiştireceğini düşünmemiştim. Henüz koşuda çok yeni olduğum zamanlardı, 2012 yılıydı. Daha tam hazır olmadığımı fark edemediğim içim Run Fire Kapadokya uzun parkuruna başlamıştım. Her gün çıkıp saatlerce koşuyorduk. Hangi gündü, parkurun neresiydi hiç anımsamıyorum ama zaten az koşucu olduğundan herkes rotaya yayılmıştı ve ben bir anda Orta Anadolu’da bir yerlerde tarlaların arasında bir traktör yolunda tek başıma kalmıştım. İnanılmaz bir yalnızlık ve tek başınalık hissi. Rüzgarda sallanan benden uzun bitkilerin olduğu tarlaların arasında olduğumdan 4-5 metreden daha uzağını göremiyorum. Bir yandan esen hafif rüzgar ve doğanın sayesinde acayip huzurlu ama bir yandan da her an o bitkilerin arasından bir şeyler, birileri çıkacakmış ve kötü bir şey olacakmış hissi. Elimdeki GPS’teki rotayı takip etmek için sürekli cihaza, ama sık sık diken üstünde çevreme de bakıyorum. Doğru yerde miyim, doğru şeyi mi yapıyorum hissi bastırıyor.

Yarışlardan önce oturup saatlerce rotayı, eğim grafiklerini çalışırsın. Avucunun içi gibi biliyorsundur ya da öyle sanırsın. Yarış başlar saatler, kilometreler geçer. Yorgunluk, besinsizlik, ağrılar nedeniyle artık rotanın neresindesin bilemediğin bir an gelir. “Tamam, şu kilometredeyim, şuraların civarında olmalıyım,” dersin ama kafanda oturtamazsın konumunu o uzun uzun çalıştığın ama o an tam da anımsayamadığın haritalarda. Spartathlon’da 180 km ve bir tüm gün geçmiştir mesela. Bir kasabadan çıkarsın sabaha karşı. Arazilerin ortasında kuş uçmaz kervan geçmez bir yerlerde ilerlersin. 180 km geçtiğine sevindiğin, 65 km kaldığına hayıflandığın, aç olduğun ama lanet olası hiçbir şeyi ağzına koyamadığın bir yerdesindir. Yunanistan’da ıssızlığın ortasında, sisin içinde sabahın o saatlerinde ne yapılır? Geri dönemezsin, ileri gidecek gücün kalmamıştır. Vücudundan gelen sinyallerle zihninde oluşan tüm o hisler birbirine karışır ama yapacak bir şey yoktur; gücün varsa yavaştan koşarsın yoksa da başını eğer yürümeye devam edersin. İşte o an, son zamanlarda günün ortasında bir anda tüm o hisleriyle gelip aklıma oturuveriyor mesela.

Şimdilerde koştuğum parkurlardan eve dönerken, bitirmeye bir kilometre kala bir evin birinci katındaki bir pencerenin önüne konmuş, dışarı bakan büyük bir büst görüyorum. Kimin büstüdür, neden o şekilde yoldan geçenlere sert bakışlar fırlatacak şekilde yerleştirilmiştir hiç bilmiyorum. Bana Milos Forman’ın Amadeus filmindeki Mozart’ın babasını anımsatıyor hep. Kızgın bir ifadesi var ama biraz da hüzünlü gibi. Her dönüşümde bana bakışını görünce, o gün iyi bir antrenman çıkaramadıysam ya da tam tersine kendimi çok iyi hissedip olması gerekenden hızlı veya uzun koştuysam bana kızdığını düşünüyorum. Ama bir yandan da içten içe gözlerinde “Aferin evladım!” ifadesi var gibi geliyor. Bazı günler perde kapalı olur, göremem. İşte o zamanlarda “oh, bugün azar bakışını görmedik” rahatlama hissi ile “bugün antrenman dönüşü karşılanmadık” hayal kırıklığı karışır zihnimde. Belki seneler sonra da bir gün, bir anda o büstü ve bana bakışlarını anımsarım yukarıdakilere benzer şekilde, kim bilir?

“Anlar ve Anılar” hakkında 7 yorum var

  1. Beyin, anılar büyük muamma, araştırma konuları.Issız, tedirgin,yanlız, akşam üzeri veya çok erken saatler .Lisede, akşamın erken karardığı bir saat diliminde camdan dışarı bakışım beni bulur.Sanki “şimdi ne yapacağım” durumları zihne kazınıyor.

  2. Şiir gibi olmuş, limbikten süzüldüğü için de okuyanı kolayca içine çeken bir yapısı var bence o koşular olmasaydı bu kadar güzel de yazamazdın.

  3. Çok güzel yazı olmuş.
    Çok maraton koşmamış olduğum için sanırım (şu anki sayı 6), ben de sık sık maraton koşarken yaşadıklarım ya da finiş’leri aklıma gelir.

  4. Koşarken hayallere dalmayı seviyorum, her şey zihnime üşüşüyor; bir kaç yüz metre süren, sanki kilometrelerce koşmuşum gibi gelen, saatlerce sürdüğü zannedilen bir kaç saniyelik rüyalar gibi. Hayal dediğim çarpıtılmış anılarım, rüya dediğim sakladığım gerçeklerim belki de.. Etkilenerek çıktığım bir film izlemiş gibi oldum okuyunca Mert, teşekkürler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir