Etiket: maraton

Runtalya 2014 Yarış Raporu

Runtalya 2014 Yarış Raporu

Runtalya 2014 son metreler
Son metreler…

Sonunda koşmak istediğim maratonu koştum. Süreden söz etmiyorum, yarışın tamamından, yarış sırasındaki zihinsel durumumdan bahsediyorum. 2012 yılında koştuğum iki maraton sonrası bu mesafeyi denemeye bir süre ara vermenin iyi olacağına karar vermiştim. Araya bir “triatlona giriş” yılı koydum ve sanırım doğru kararı vermiş oldum. Runtalya 2012’de çok hatalı koşmuş, 3:22:42 ile bitirmiştim. Ardından Avrasya 2012’de yine çabalamış, bu sefer de parkurla ve hava durumu ile kavga etmiş, sonucunda da 3:21:11 koşabilmiştim. Sonunda o, benim için, geçilmez gibi görünen 3:20 barajını yıkmayı başardım. Aşağıda bunu nasıl yaptığımı anlatmaya çalışacağım.
Yazının devamı…

8. Runtalya Sonuç İstatistikleri

8. Runtalya Sonuç İstatistikleri

3 Mart 2013 pazar günü koşulan 8. Uluslararası ÖGER Antalya Maratonu’nda ben de yarımaraton koştum. Kendi yarışımın detaylarını daha önce yazmıştım ancak (Avrasya için yaptığım gibi) yarışa biraz sayılarla bakmak istedim. Bu yıl Runtalya’da 2208 erkek, 1004 kadın, toplam 3212 kişi start almış. Bu koşucuların 2542si Türkiye’den 670si ise diğer ülkelerdenmiş.
Çıkardığım sayıları tablolar şeklinde vermeden önce özet çıkarımlarımı yazayım. Sonrasında siz tabloları kendi bakış açınızla incelersiniz.

  1. Runtalya’ya, Avrasya’nın yarısı kadar katılım var.
  2. Yine Avrasya’ya göre daha az sayıda yabancı geliyor.
  3. Runtalya’ya gelen yabancılar ağırlıkla maraton koşmak için geliyorlar. Yarımaraton ve 10k için gelmiyorlar.
  4. Ne yazık ki Türkiye’den çok az sayıda kadın maraton koşuyor.
  5. Bu sefer bitirme sürelerinin grafiğini çıkarmadım ama süreler çok şaşırtıcı bir şekilde 4 saat, 2 saat veya 1 saat gibi yuvarlak rakamlar olarak belirdi.

Yazının devamı…

34. Avrasya Maratonu sonuç istatistikleri

34. Avrasya Maratonu sonuç istatistikleri

11 Kasım 2012 pazar günü koşulan 34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu’nda ben de koştum. Nasıl koştuğumu ve organizasyon hakkındaki fikirlerimi bir yazıda dile getirmiştim. Sonra biraz da organizasyonu sayılarıyla incelemeye karar verdim. Sonuçlar pdf formatında paylaşıldı. Pdf’den veri ayrıştırmak biraz sıkıntılı. Ama detay sorgu için açılan maraton ve 15k sonuçlarını ilgili formlardan çekmek çok güç olmadı. Bu iki yarış hakkında biraz veri toplayınca ilginç bazı sonuçlarla karşılaştım.
İlk olarak genel katılım verisine baktım.
Yazının devamı…

34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu

34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu

Avrasya maratonu son metreler
Son metreler

Haziran ayında Avrasya Maratonu’nu koşmaya karar verdiğimde nasıl bir antrenman programı uygulayacağımı düşünürken bana daha anlamlı gelen “Advanced Marathoning” kitabındaki programlardı. Neden sonra, dördüncü defa F.I.R.S.T‘ü uygulamaya karar verdim. Sanırım bunda, triatlon hedefi ve yüzmeye başlama kararım etkin oldu. F.I.R.S.T haftada 3 anahtar koşu antrenmanı ve 2 adet de koşu dışı antrenman öneriyor. Ben de haftada 3 defa yüzerek, hem yüzmemi geliştirmeye hem de F.I.R.S.T’ün bu yaklaşımını uygulamaya karar verdim. Aksi taktirde haftada 5-6 gün koşacak ve yüzmeye zaman ayıramayacaktım. Daha önce 3 defa bu programı kullanmış 3:39 maraton derecemi sırasıyla 3:31, 3:24 ve 3:22‘ye çekmiştim. Yeniden işe yarayacağını düşündüm. Ama olmadı, pazar günü Avrasya Maratonu’nda 3:21.11 koşabildim. Aşağıda hem yarış raporumu hem de çıkarımlarımı okuyabilirsiniz.
Yazının devamı…

Maraton Yalanı

Maraton Yalanı

Paul Ryan
Ortada böyle bir yalan/yanlış olunca çokça dalga konusu olursunuz…

2012 ABD Başkanlık seçiminde cumhuriyetçiler cephesinden başkan adayı olan Paul Ryan, geçenlerde bir radyo programında gençliğinde maratonlar koştuğunu hatta en iyi derecesinin de sub3 (3 saat altı) olduğunu söylemiş. İfadeleri de aynen şöyle: “Under three, high twos. I had a two hour and fifty-something.” (Üç saatin altında, iki saatin üst dilimlerinde. İki saat ellili bir şeyler.) Tabii halkın büyük kısmı bu sözlerin peşine pek düşmemiş ama koşan insanlar radyo programının 20 saniyelik bu bölümüne biraz takılmışlar. Çünkü maraton koşanlar (elit atletler hariç; ölümlüler) bilir; üç saatin altı muhteşem bir derecedir. İyilerle çok iyileri ayıran çizgidir o 3 saat çizgisi. Bunu başarabilenler de başaramayan ama sürekli o seviyeleri isteyenler de bu tip bir söylemi çok önemser. Ben de, henüz o seviyelere rüya gibi bakanlardan olarak, ilk duyduğumda çok etkilendim ama dile getiriş şekli biraz garip geldi. Yani, eğer çok sayıda bu seviyede maraton koşmadıysanız sub3 maratonunuz olsa saniyesine kadar hatırlarsınız. Çok sayıda koştuysanız da ilgisiz bir programda süre detayına girmezsiniz.
Yazının devamı…

İyi sonuç, kötü maraton

İyi sonuç, kötü maraton

“The marathon is an art; the marathoner is an artist.”  Kiyoshi Nakamura

“Maraton sanattır, maratoncu da sanatçı” demiş Kiyoshi Nakamura. Eminim sanatçılar, ortaya yeni ve güzel bir şeyler çıkarmak için her işe koyulduklarında şaheserler yaratamıyorlardır. Hatta ellerinden gelenin en iyisini yapsalar da bazen ortaya kötü şeyler çıkıyordur. Ben de, pazar günü, henüz 2009’de öğrendiğim yeni sanatımı bir kez daha icra etmeye koyulduğumda, o güne kadar ortaya koyduğum en güzel performansın oluşacağını hayal ediyordum.

Maraton sonrası
Bitişten hemen sonra

Antalya’da hava açık ve güneşliydi ama sabah uyandığımızda pencereden gelen sert rüzgar sesi dert etmemiz gereken şeyin bu sefer yağmur değil rüzgar olduğunu bildiriyordu. Otelden çıkıp 750m ilerideki başlangıç alanına yürürken rüzgâr üşütüyor, güneş ise yakıyordu. Son bir iki ayını kar yağışı altında sürekli eksi derecelerde geçirmiş bizler tamamen yabancı bir iklimde hissediyorduk kendimizi. Oturduğum yerde rüzgâr esse sinirlenen ve rüzgâr esintisinden yorulan ben 3-4 saat bu rüzgârda nasıl koşacağımı düşünmeye o anda başlamıştım bile. Karşıdan esen rüzgârın direnci değildi beni düşündüren, hiç sevmediğim bu doğa olayının sersemleticiliği, can sıkıcılığıydı. Yapacak bir şey yoktu, başlangıç çizgisine gittim ve yerimi alıp beklemeye koyuldum.
Yazının devamı…

Yuvarlak Rakamlar

Yuvarlak Rakamlar

“To describe the agony of a marathon to someone who’s never run it is like trying to explain color to someone born blind.” –Jerome Drayton

ilustrasyon
Round Number Ticker - Larry DiFiori ilustrayonu

“Maraton koşarken çekilen sıkıntıları hiç maraton koşmamış birine anlatmak görme engelli olarak doğmuş birine renkleri açıklamaya çalışmaya benzer” demiş Jerome Drayton. Ben de 2009 Eylül’ünde Boğaz Köprüsünün Anadolu ayağında yarışın başlamasını beklerken neyle karşılaşacağımı henüz tam olarak bilmiyordum. Öncesinde elimden geldiğince çalışmış, çalışırken de deneyimleri ve anlatımları okumuştum. Ama hiç 32 km’den uzun koşmamıştım. Aklımda bir 4 saat hedefi vardı. İlginçtir, 3:55 veya 4:06 değil 4:00. Ama olmadı, tanımadığım o son 10km’lik bölümde ummadığım kadar çok yavaşladım, yürüdüm hatta durdum. 4-5 ay daha çalışıp bu sefer kendime 3:45 gibi bir hedef koydum. 3:48 veya 3:44 değil. Eh, artık tanımadığım bir bölge de kalmamıştı. Sonra ortaya çıktı ki, asıl kendimi tanımıyormuşum, yapabileceklerimin sınırlarını kestiremiyormuşum. Yazının devamı…

Karbonhidrat Yüklemesi

Karbonhidrat Yüklemesi

Güzel bir karbonhidrat kaynağı - makarna

Uzun süren egzersizler sırasında -ki maraton en güzel örneğidir- vücut açısından en kolay erişilen ve en hızlı tüketilebilen enerji kaynağı karbonhidrattır. İnsan vücudu, kaslarda ve karaciğerde, yaklaşık 2000 kcal değerinde glikojen depolayabilir. Bu kadar enerji ise bir koşucuyu 30-35 km kadar götürebilir. Glikojen tükendiğinde yağ yakarak egzersize devam etmek mümkündür ancak yağ yakarak enerji elde etmek daha zor ve yavaş olduğundan sporcu da yavaşlar. Kaslardaki ve karaciğerdeki glikojenin çok az seviyelere düşmesi ve bir şekilde bunun da sonucu olarak sporcunun aşırı yavaşlaması koşucular arasında “duvara çarpmak” olarak adlandırılır. “Duvar”, “duvara çarpma” ve bunun nedenleri konusu daha detaylı, özel bir yazıyı hak ettiğinden burada çok fazla detaya girmeyeceğim, belki bir sonraki yazı da o konuda olur. Duvara çarpmak olarak adlandırılan durumun nedenleri üzerine çok araştırma yapılmakta. Tek ve yegâne nedeni karbonhidrat depolarının boşalması olmayabilir. Ama bizim için bu yazıda temel soru şu: depomuzun boşalmasını geciktirmek için yarış boyunca, metabolizmaya hızla dâhil olabilen karbonhidratların (jeller) alımını sürdürmeye çalışabiliriz, peki, maratona başlarken en azından depoların tamamen dolu durumda olmasını nasıl sağlayabiliriz?

Yazının devamı…
Amsterdam Maratonu 2011

Amsterdam Maratonu 2011

Amsterdam Maratonu 2011 finish sonrası
Amsterdam Maratonu 2011 finish sonrası
16 Ekim’de Amsterdam’da beşinci maratonumu koştum. Farklı organizasyon olarak gördüğüm dördüncü, yurtdışında gördüğüm ikinci maraton organizasyonuydu. Bugüne kadar İstanbul’da Avrasya, Antalya’da Runtalya (x2) ve Berlin’de Berlin maratonlarını koşmuş ve deneyimlemiştim. Sanırım hiç tereddüt etmeden bunun bana en çok keyif veren ve en güzel yarış olduğunu söyleyebilirim. Bunu yazmadan önce şöyle düşündüm: maratona katılan bir koşucunun keyif almasını veya sıkıntı yaşamasını kendisi dışında hangi etkenler belirliyor? Aklıma gelenler öncelik sırasına göre şunlar oldu; parkur, hava, organizasyon detayları (destek istasyonlarının sıklığı, yerleri, içerikleri ve bunların önceden söylenenlerle uygunluğu), koşucu sayısı, seyirciler, zaman ölçüm sıklığı. Tüm bunlar Amsterdam Maratonun’da en yüksek notu aldı benden. Parkur gerçekten çok hoştu, kanal kıyısında oldukça uzun koştuk. Ara sıra ağaçlar veya binaların gölgeleri bazen de açık gökyüzünün ferahlatıcılığı yardıma yetişti. Hava 10 derece civarlarında gezindi. Başlangıç öncesi üşütüyordu ama koşu sırasında hiç rahatsızlık vermedi. Kısa kollu bir fit tişört üstüne uzun kollu ince bir dry fit giydim. Alnım ve kulaklarım ilk yarıda üşürler diye Alptekin’in buff’ı imdadıma yetişti. Genel anlamda hava ideal bir maraton havasıydı. Organizsasyonun eposta ile ilettiği sonradan da broşürlerden okuduğumuz destek istasyonları hakkındaki detaylar tam da vaadedildiği gibiydi. Sıklıkları tam benim ihtiyaçlarıma (tahmin ettiğim kadarıyla birçok maraton koşucusunun ihtiyaçlarına) denk düşecek kadardı. Yerleri santimetresine kadar doğru, içerikleri de hep söylenenlerden oluşuyordu. Bitmiş veya az kalmış bir şeye rastlamadım. İnsan yarışa çok katılım olsun, büyük bir kalabalıkla koşayım istiyor ama Berlin’deki gibi 40.000 kişi de bir parkura zor sığıyor. Amsterdam’da bu sayı 9500 civarındaydı. Hem insana coşkuyu hissettirecek kadar doyurucu bir koşucu kalabalığı vardı hem de parkurdaki insanlar istediğiniz hızda koşmanızı engellemeyecek kadar seyrekti. Seyirciler her noktada varlardı ve coşkuyla koşanları destekliyorlardı. Ne koşuculara sıkıntı yaratan bir seyirciye rastladım ne de böyle bir olay duydum. Göğüs numaralarından isimleri okuyup ismen tezahurat edenler beni de zaman zaman motive etti. Son olarak sonradan koşunuzun detaylarını öğrenmenize yetecek kadar parkur boyunca dizilmiş zaman ölçüm noktalarından söz etmek gerek. Her ne kadar kolumuzda saatimizle sürekli tempoyu, bölüm zamanlarını izlesek de yarış sonunda bunun resmi kayıtlara nasıl yansıdığını da bilmek istiyoruz. Amsterdam’da her 5 kilometrede ve yarı maraton noktasında birer zaman ölçüm noktası vardı. 20. kilometrede varsa yarıya koyulmaması veya yarıda varsa 20. kilometredekinin olmaması belki sadece benim gibi detaycı adamlar tarafından farkedilen bir şeydir. Ama beni sevindirdiler işte :). En sonunda coşkulu seyircilerle dolu tribünleri olan ve çok güzel bir stadda bir tur atmak da yarışın bonusu oldu. Bu nedenlerle yarış sırasında ve sonrasında keyif aldım.
Yazının devamı…