Ritim Blog

Nereye kayboldum?

Başak Gürbüz Derman (https://www.instagram.com/baguder)
Çizim: Başak Gürbüz Derman

Çok kızgınım. Aslında kızgın olmaktan çok üzgünüm sanırım ya da kafam çok karışık diyelim. Neden ben? Neden şimdi? Ne olacak peki? Ne yapmalıyım? İşte kafam bunlar ve benzeri sorularla meşgul uzun zamandır. Öte yandan her şeyi yoluna koymak için bir şeyler yapmalıyım, kararlar vermek ve onları uygulamak zorundayım. Öylece durup kızarak, üzülerek veya afallayarak bu durumu düzeltemem. Tüm bunları beni tanıyanlarla ya da takip edenlerle paylaşmam gerektiğini de biliyorum ama biraz zamana ihtiyacım vardı. Önce kafamı toplamalı, sonra bir çözüm düşünmeli, ardından da uygulamaya koymalıydım. Şimdi bir nebze de olsa bunları yaptığıma göre uzun süredir neden koşmuyorum, nereye kayboldum biraz anlatmanın zamanı geldi sanırım.

TL;DR (Özet): Bana Eylül ayında bel fıtığı teşhisi kondu. Spartathlon ve Kapadokya Ultra koştuktan sonra 6 hafta dinlenmeye rağmen gelişme olmadı. Bu nedenle uzun süredir ya çok düzensiz antrenman yapabiliyorum ya da yapamıyorum. Detay merak edenler devam edebilir. Ancak, tümünü okumadan yorum yapmak veya eleştirmek yasak, ona göre :).

Yorum yapmak veya eleştiri oklarını fırlatmak, bir an önce “Yaa gördünüz mü bu kadar uzun, bu kadar çok koşmak iyi bir şey değil, ben söylemiştim.” veya “İşte bu ultramaraton koşma modasının sonucu.” gibi bilinçsiz yorumlar yapmak için sabırsızlananlar olduğunu bildiğimden konunun tümünü anlatmaya geçmeden önce bazı konulara açıklık getirmeliyim. Aslında ne yazarsam yazayım, ne kadar anlatırsam anlatayım bunu değiştiremeyeceğimi, “nefret edenler hep nefret edecektir” (yabancıların diliyle “haters gonna hate”) gerçeğinden kaçamayacağımı biliyorum ama olsun, en azından arada kalanların doğru şekilde düşünmelerine yardımcı olabilirim belki.

Öncelikle şu gerçeği şuraya koyalım: uzun mesafe koşmak ile bel fıtığı olmak arasında nedensel bir ilişki yok. Yani uzun mesafe koşanlar bel fıtığı olurlar gibi çıkarımlar yapanlardan uzak durun. Böyle bir sonuca ulaşmış herhangi bir bilimsel çalışma yok (en azından ben rastlamadım, bilen varsa lütfen uyarsın). Hatta aksine, koşmanın omurlar arası diskleri güçlendirdiği sonucuna ulaşmış bazı çalışmalar olduğunu gördüm. Zaten aşağıda anlatacağım süreçte görüştüğüm doktorlardan hiçbiri “Çok koştuğunuz için bu olmuştur.” gibi bir cümle kurmadı. Tersine ilk duyduklarında çok şaşırdılar, “Bu kadar spor yapan, fazla kilosu olmayan birinde fıtık olması şaşırtıcı!” dediler. Bu konuya yazı içinde dönüp düşüncelerimi biraz daha detaylı açacağım, şimdi gelin hikayeye dönelim.

Bel, kalça ve bacak ağrılarım konusuna Spartathlon yarış raporunun başında değinmiştim. Yarıştan 4-5 gün önce bu ağrıları net biçimde hissetmeye başladığımdan söz etmiştim. Ama uzun süre bu konuda düşündükten sonra olayın başlangıcının daha geride olduğunu anımsadım. Bu yılki Aladağlar Sky Trail yarışından sonra bir hafta kadar kalçamda, kuyruk sokumu civarında ağrılar oldu. Hatta bunu çok az yokuş antrenmanı yaparak böyle bir yarışa katılmamdan dolayı o bölgedeki kasların aşırı yorulmasına bağlayarak bir süre dinlenmiştim. Aslında bu yanlış yorumlamayla ilk emareleri gözden kaçırmış olduğumu şimdi düşünebiliyorum. Bu ağrılar geçip uzun yarışa hazırlığıma döndüğümde hiç sorun yoktu. Yarışa az bir zaman kaldığında ve koşu hacmini düşürdüğümde yarış raporunda bahsettiğim ağrılar başladı. Neyse ki gittim ve yarışı güzel bir sonuçla tamamladım. İşin ilginç tarafı bu kadar uzun bir yarışta beni bu sorunlar hiç rahatsız etmedi.

Çizim: Başak Gürbüz Derman   “We all have dreams. But in order to make dreams come into reality, it takes an awful lot of determination, dedication, self-discipline, and effort.” _ Jesse Owens

Yarıştan sonraki gün uyandığımda sol bacağımda, kalçamdan aşağı doğru inen hafif bir ağrı vardı. Buna ek olarak sol ayağımın baş ve ikinci parmağının alt kısımlarında uyuşukluk hissediyordum. Kim bu kadar uzun süre koşar da ertesi sabah bu kadar basit sıkıntıları dert eder ki? Benim tanıdığım hiç kimse. Böylesine yıpratıcı bir aktiviteden sonra çok daha fazlasını beklediğimden olsa gerek hiç üstünde durmadım. Türkiye’ye döndükten sonra her iki sorun da büyüdü. Yine de sorun günlük yaşamımı çok etkilemiyordu. Sadece eğilip kalkarken ya da bacağımı dik bir şekilde kaldırırken ağrı artıyordu. Birkaç hafta sonra Kapadokya’da 110 km parkurunda koşmak için kayıtlıydım ama bu sorun beni düşündürüyordu. Koşucuları bilirsiniz, sakatlıkları konusunda sürekli araştırma yapar, ne bulurlarsa okur, kimi görseler danışırlar. Ben de böyle yapıyordum. İnternette benzer semptomları yaşayanların yazdıklarını okuyor, videolar izliyordum. Ağrının en sert olduğu yer sol kalçam olduğundan iki sakatlık arasında kalmıştım: priformis sendromu ve bel fıtığı.

Priformis sendromu, kalçadaki priformis kasında aşırı yüklenme, yorgunluk veya anatomik sorunlar nedeniyle spazm olması durumunda bu kasın yanından (veya bazı insanlarda içinden) geçen siyatik sinirinin irrite olmasından kaynaklanan kalça ağrısına deniyor. Bel fıtığı ise omurlar arasındaki yumuşak doku olan disklerin bir nedenle bu aralıktan dışarı taşması (“pörtlemesi” en güzel anlatım sanki) durumu. Aslında insanların çoğunda bu taşma durumlarından mevcut. Birkaç yerde, rastgele seçilen bireylerin MR görüntülerine bakılsa %40’tan fazlasında bu taşmaların yani bel fıtığının görülebileceğini okudum. Ama bu taşmaların boyutu fıtığın da seviyelerini belirliyor. Taşma büyükse ve omuriliğin içinden geçen sinirlere doğru olmuşsa, bu sinirler üzerinde oluşan baskı kalça ve bacakta ağrılara neden oluyor. Bu taşmanın miktarı çok büyük olduğunda veya taşma seviyesini geçip patlama, parçalanma noktasına geldiğinde aşırı güç kaybı, felç, idrar tutamama veya bırakamama gibi çok ciddi sorunlar ortaya çıkabiliyor.

Ben araştırmaya devam eder, bir yandan da doktor tanıdıklarıma danışırken Kapadokya tarihi gelip çattı. Yarışı koşmak istiyordum, 20 saatin altında bitirmek dışında hiçbir hedefim yoktu. Koşarken ağrım yoktu, sadece eğilirken hissettiğim bir ağrı yüzünden yarıştan vazgeçmek istemedim. Aslına bakarsanız Ürgüp’e gidip otele yerleştiğimde bile hala koşup koşmamak konusunda kararsızdım. Yatma saatine çok az kala yarışa başlamaya, herhangi büyük bir ağrı durumda ise bırakmaya karar verdim. Yarışı 19 saatte tamamladım. Yarış boyunca sadece eğilerek ilerlemek zorunda olunan kaya geçitlerinde büyük ağrılar yaşadım. Onun ötesinde, 3 hafta önce koştuğum uzun yarışın yorgunluğu diyebileceğim hisler dışında negatif bir şey hissetmedim.

Kendime, en büyük hedeflerimden birine ulaştığım için en az 6 hafta dinlenmek konusunda söz vermiştim. Hem çok yorucu bir hazırlık dönemi geçirmiş hem de üstüne iki yıpratıcı yarış koşmuştum. Dinlenmeye ve bu dönemin keyfini çıkarmaya kararlıydım. Ama gelin görün ki, ben koşmayıp dinlendikçe ağrılar artmaya devam etti. Ayağımın altındaki uyuşukluk hissi ise kalıcı hale gelmişti. Artık sadece eğilirken ya da bacağımı dik olarak kaldırırken değil, ayakta dururken de ciddi ağrılar hissediyordum. O sırada priformis sendromu ile bel fıtığını ayırmanın yolunu da öğrendim. Bir sandalyeye dik şekilde oturup herhangi bir ayağınızı dizinizi düzleştirecek şekilde kaldırdığınızda kalçanıza ağrı saplanıyorsa bu bel fıtığı demekti. Bunu denedim ve konu netleşti. Bunu bu yöntemle belirleyebildiğiniz gibi dermatom denilen ve hangi sinirin vücudun neresini etkilediğini gösteren grafikler kullanarak fıtığınızın nerede olduğunu da tespit edebiliyorsunuz. Ben bu dermatomlara baktığımda L4 ve L5 omurları arasındaki diskte bir fıtık olduğunu da anlamış oldum.

İlk yaptığım şey bir hekime görünüp onun tanısı ve görüntüleme yöntemi ile bu bulgularımı teyit etmek oldu. Çekilen MR sonucunda gerçekten de L4-5 arasında ciddi bir fıtık görünüyordu. MR’ı ilk inceleyen hekim ortopedistti ve bana hemen ameliyat olmamı önerdi. Aslında konu ortopedi uzmanlarından çok nöroloji uzmanlarını ilgilendirdiğinden bir veya daha çok nöroloğa görünmeden ameliyat kararı almak istemedim. Ben bir nörolog ararken biraz zaman geçti. Bu arada bir fizik tedavi uzmanına da gittim. Belki önereceği bazı yöntemlerle ağrılarım azalabilir ve hatta tüm sıkıntım geçebilir diye düşündüm. Gittiğim fizik tedavi uzmanı traksiyon altında manipulasyon denen bir yöntem önerdi. Aslında bu, vücudu iki yönden çekerek omurgayı düzeltip, bu aşamada üst vücudu bir yöne alt vücudu başka yöne iterek vücudu, dolayısıyla omurgayı burmak anlamına geliyor. Halk arasında çekme denilen işlemler çok çeşitlilik gösterse de bazıları bu yönteme benzer. Sanırım bu yöntemin bilimselliği tartışmalı. Yazılmış çok sayıda makale var ama net bir sonuca ulaşılamamış. Yani bu yöntemle yapılan denemelerde olumlu sonuçlar alınabildiği gibi hiçbir gelişme kaydedilmeyen durumlar da olmuş. Uzun okumalardan sonra bir profesor tarafından yapılacağı ve negatif bir etkisi olma olasılığının çok düşük olması nedeniyle uygulamayı kabul ettim. Üç seans uygulamadan sonra birkaç hafta da beklemem gerektiği söylendiğinden yaklaşık bir ayımı bu denemeye ayırmış oldum. Cümlelerin gelişinden de anlaşıldığı gibi hiçbir değişiklik olmadı.

Bu arada koşmaya başladım. İki büyük yarıştan sonra tam 4 hafta hiç koşmamıştım, uzun süre dinlenmeme rağmen hiçbir değişiklik olmamıştı. Koşmayı denediğimde negatif bir sonuç almayınca, koşmaya dönebileceğimi düşündüm. O dönem koşu bandında kısa antrenmanlar yapmaya başladım. 18 Kasım – 21 Ocak arası yarım saat ile bir saat arasında değişen, çok uzun olmayan koşular yaptım. Koşuları haftalık 30 km civarı ve toplam 3 saati bulmayan hacimde tuttum. Gerçekten de ne iyi ne de kötü yönde bir etkisi oldu. Bir yandan da bel ve karın bölgemi güçlendirmenin hem iyileşme sürecinde hem de iyileştikten sonra sorunun yinelenmesini engellemek için işe yarayacağını düşündüğümden pilates yapmaya başladım. Pilates, destekleyici aletlerle, bir çok noktada da sırt üstü yatarak, omuriliğe yüklenmeden yapıldığı için genelde bel fıtığı hastalarına öneriliyor. Daha önce hiç deneyimlememiştim, başladıktan sonra çok hoşuma gittiğini söylemeliyim. Aşağıda anlatacağım nedenlerle ara vermek zorunda kaldım ama iyileştikten sonra devam etmeyi istiyorum.

Fizik tedaviden beklediğim sonucu alamayınca, bir nöroloğa gittim. Önerisi tam on gün boyunca tamamen yatmak oldu. On gün tuvalete gitmek dışında hiç doğrulmadan yatarsam iyileşeceğimi söyledi. Bu yöntem ilk bakışta çok uygulanabilir görünse de 10 gün boyunca yatmak benim açımdan %100 olumlu sonuç vermeyecekse uygulanabilir değildi. Ayrıca yukarıda bahsettiğim fizik tedavicinin yaptığı işlemlerin ilk seansından sonra iki gün boyunca sürekli yatmam gerekmişti, yani uygulamanın zorluğunu ve sıkıcılığını da biliyordum. Çok zaman kaybetmeden bir nöroloğa daha gittim.

Bu noktada bu ve benzeri sakatlanmalarda doğru ve etkili tanı ve tedaviye ulaşmanın zorluklarına değinmek isterim. Eminim bu yazıyı okuyanlar arasında benzeri süreçleri yaşayan çok sayıda insan vardır. Bizler gibi amatör sporcuların bu tip sıkıntıları yaşaması belki normaldir ama geçenlerde ünlü tenisçi Novak Djokovic’in, eline uygulanan bir operasyondan söz ettiği bir Instagram paylaşımında şunları yazması beni şaşırttı:

Bu sakatlığı iki yıldır yaşıyorum ve bu süreçte çok sayıda doktora göründüm. Doğruyu söylemek gerekirse çok sayıda değişik görüş, fikir, tanı ve öneri duydum. Hangi yöne gideceğime ve ne yapacağıma karar vermek hiç kolay olmadı. Geçen sezon, tamamen iyileşip geri dönmeyi umarak tam 6 ay dinlendim ama ne yazık ki hala ağrıyı hissediyordum. Mücadeleyi çok özledim, yarışmak kanımda var. Bu yüzden Avusturalya Açık’ta kendimi denemek istedim. Takımıma bu turnuvadan sonra değişik yöntemleri deneyeceğime söz vermiştim. Birkaç gün önce dirseğime yapılacak küçük bir müdahaleye onay verdim.

Bu cümlelerde birkaç şey var dikkat çeken. Mesela, Djokovic’e “Tabii, bu kadar çok tenis oynarsan sakatlanırsın, bu kadar çok oynama demiştim.” diyen var mıdır? Oysa bizler sürekli bu tip eleştirilere veya ifadelere maruz kalıyoruz. Bir diğeri, bu seviyede bir sporcunun bile aklına yatan bir tanı/tedavi bulması çok uzun zaman alabiliyor. O seviyede başvurulan doktorlar bile birbirinden farklı çok sayıda fikir öne sürebiliyor. Bu paylaşımı okuduğumda önce şaşırdım, ama biraz rahatladığımı da söylemeliyim. Demek ki bu sorun sadece benim, bizlerin sorunu değil.

Benim hikayeme dönersek… Son gittiğim nörolog “Madem ultramaraton koşuyorsunuz, o zaman ameliyat yerine başka şeyler denemeliyiz. Algoloji uzmanlarının uyguladığı, ameliyattan daha az müdahaleci (minimal invasive) bazı yöntemler var. Bunları görüşmen için seni arkadaşım olan bir uzmana yönlendireyim.” dedi. Daha fazla zaman kaybetmemek için hemen randevu alıp bahsettiği kişi ile görüşmeye gittim. Algoloji uzmanı, MR kayıtlarımı inceleyip beni etraflıca muayene ettikten sonra fıtığı olan bölgede baskıdan etkilenen sinirlerin acı iletimini radyofrekans ile bloklayacak bir işlem önerdi. Doğrudan bir müdahale ve komplikasyon olasılığı düşük olduğu için hemen kabul ettim. Ertesi gün doktor arayıp, beni kendisine yönlendiren nörolog ile benim durumum hakkında uzun uzun konuştuklarını ve farklı bir yöntemin daha uygun olacağı üzerine anlaştıklarını söyledi. Yeni yöntemin adı, lazer ile epiduroskopik disk dekompresyonu idi (SELD; Sacral Epiduroscopic Laser Decompression): Epiduroskop ile bel fıtığı olan noktaya ulaşılarak lazer ile fıtığın küçültülmesi işlemi. Açıp bu konuda biraz okudum, birkaç video izledim. Sonra arayıp işlemi kabul ettim. İşlem özetle şöyle: kuyruk sokumuna çok küçük bir kesik atılıyor. Bu kesikten ve omuriliğin kuyruk sokumu bölgesindeki küçük delikten çok ince bir kamera ve lazer içeren bir araç sokuluyor. Lazerle fıtıklı disk küçültülüyor. Disk küçülünce dışarı taşan kısım da sinirlerin üzerinden çekiliyor. (Aşağıdaki videoda ilustrasyonla çok güzel gösterilmiş.)

Bu tür işlemlerle ilgili, olası komplikasyonlardan sonraki, en önemli sorun, işlem sonrasındaki dinlenme süresinin uzunluğu. Bu işlem sonrasında 3-4 gün yatmam, ardından da bir ay kendimi hiç zorlamamam gerekiyordu (yani bir ay spor yasak). Zaten dinlenerek geçmesini beklerken, fizik tedavicinin yöntemlerini denerken ve ardından başka doktorlar bulmaya çalışırken 2 aydan çok zaman kaybetmiştim. Şimdi buna bir ay daha eklenecekti. İlk etapta bunu epey dert ettim, ama sonra 3 ayın aslında ne kadar kısa bir zaman olduğunu, hele sadece bu işlemden dolayı bekleyeceğim bir ayın ne kadar az bir süre olduğunu fark ettim. İnsan bileğini burktuğunda bile bir ay koşamayabiliyor. Bu kadar büyük bir sorunu düzeltmek adına beklenen bir ay hiç sorun olmamalı.

Doktor, ocak ayının sonunda bahsi geçen işlemi uyguladı. İlk hafta yatarak geçti, pek bir şey anlamadım. İkinci haftanın başında ayağa kalkıp normal yaşamıma dönmeme rağmen eski ağrılarım yok olmuştu. Bir ay boyunca kullanmam gereken demir ve plastik çubuklarla destekleyen korse de sürekli üstümdeydi. Tam çok mutlu olacakken ikinci haftanın sonuna doğru eski ağrılara çok benzeyen ağrılar hissetmeye başladım. Bu durum umutsuzluğa kapılmama neden oldu. Onca emek, zaman ve para boşa gitmiş olacağı için üzülüyordum. Bu sıkıntılarla yeniden doktorla görüşmeye gittim. İşlem sırasında müdahale edilen bölgenin halen hassas olmasının doğal olduğunu, ödem olabileceğini, tam bir kanıya varmak için en az bir ay geçmesini beklemenin doğru olacağını söyledi. Şu an bunları yazarken bu sürenin dolmasını bekliyorum. Halen ağrılar oluyor. Umarım zaman geçtikçe azalacak ve tamamen iyileşeceğim. Umutla bekliyorum.

2008 yılının temmuz ayında koşmaya başlamamdan 2017 ekim ayının sonuna kadar geçen sürede en çok mutlu olduğum konu koşuya verdiğim en uzun aranın 9 gün olmasıydı. Yani, kendimi o kadar iyi kontrol etmiş, sakatlıklardan o kadar uzak durmuştum ki, 10 gün bile ara vermem gerekmemişti. Oysa şimdi 3 aydan beri düzenli olarak antrenman yapamıyorum. Koşmaya bir ay veya daha uzun süreler ara vermek zorunda kaldım. Aslında bir yandan da o kadar uzun süre sürekli koştuktan sonra bu araya ihtiyacım olduğunu kabul etmeliyim. Koca insan ömründe birkaç ay aranın sözü olmaz. Tamamen iyileşip daha uzun yıllar koşmak için gerekirse daha fazla dinlenmeye hazırım. Umarım tamamen iyileşebilirim. Kendime, tamamen iyileşebilirsem, bundan sonra her yıl sezon sonunda en az 4 hafta sıfır spor tatili vermeye söz verdim.

Gelelim, uzun koşmaya şüpheyle bakanların bu sakatlığı ultramaraton merakına bağlama sorunlarına. Şöyle düşünelim: eğer çok uzun veya asfaltta çok uzun koşanlar bel fıtığı olsaydı, çok fazla sayıda uzun mesafe koşucusunun bu sakatlıktan muzdarip olduğunu duyardık. Böyle bir durum yok. Aslında bu hatalı çıkarım sadece bel fıtığı ile alakalı yapılmıyor. Biri bir koşu yarışı sırasında kalp rahatsızlığı ile öldüğünde de bu yapılıyor. Burada sadece bir şeye inanmak isteyen birileri ve bu şeyi destekleyen bir örnek var sadece. İnsan beyni hemen bu iki konuyu birbiri ile ilişkilendiriyor. Ne tüm uzun mesafe koşucuları bel fıtığı oluyor ne de uzun mesafe koşmayan herkes bundan paçayı sıyırıyor. Aksine spor yapmanın (miktarı ne olursa olsun) bel fıtığına yakalanma riskini azalttığı bilinen bir gerçek. Tabii tüm bunlar, bazı bel fıtığı vakalarında koşmanın veya uzun süre asfaltta koşmanın sakatlanmayı hızlandırabileceği veya seviyesini artırabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Ancak gün içinde çok uzun süreler oturmanın, kötü pozisyonlarda oturmanın bel fıtığı riskini çok daha fazla artırdığı gözlemlenmiş bir gerçek. Benim durumumda sorun koşmaktan daha ziyade bu olabilir. Günde 12 saate yakın bilgisayar başında, saçma sapan pozisyonlarda oturuyorum. Oysa günde sadece bir saat koşuyorum. Öte yandan vücutla ilgili birçok sorunda olduğu gibi burada da genetik etkenler çok fazla devrede. Disklerinizin yapısı veya omurilik şekliniz daha doğuştan sizi bu soruna çok yaklaştırmış olabiliyor. İşte bu nedenlerle lütfen bu iki konuyu birbiri ile ilişkilendirmeden önce elinizde kuvvetli deliller olduğundan emin olun. Beni muayene eden, tanı koyan ve tedavi öneren hiçbir doktor bu ilişkiyi ağzına almadı.

Tabii ki başımıza gelme olasılığını elimizden geldiğince azaltmak için yapabileceklerimiz var ve bunları yapmaya dikkat etmeliyiz. Kas iskelet sistemimizin, tendonlarımızın ve diğer dokularımızın ihtiyacı olan her şeye ulaşabilmesi için iyi ve dengeli beslenmek, koşu dışında vücudun tamamını güçlendirecek ek antrenmanlar yapmak, antrenman ve sezon planı yaparken mantıklı davranmak, vücudu iyi dinlemek bunlardan bazıları. Ne yazık ki hepimiz her zaman bunların tümünü uygulayamayabiliyoruz. Bunların tümünü ya da çoğunu uygulasak bile başımıza böyle şeyler de gelebiliyor. Hal böyleyken yapılması gereken şu: engellemek veya geciktirmek için elinden geleni yap, başına geldiyse de bir an önce olası en ileri seviyede sağlığına kavuşmak için yapman gerekenlere dikkat et, uygula. Gerisi boş gevezelik, duyarsanız kaçın.

Yakında yollarda, pistlerde ve patikalarda görüşmek üzere herkese iyi antrenmanlar.

Exit mobile version