Nereye kayboldum?

Nereye kayboldum?

Başak Gürbüz Derman (https://www.instagram.com/baguder)
Çizim: Başak Gürbüz Derman

Çok kızgınım. Aslında kızgın olmaktan çok üzgünüm sanırım ya da kafam çok karışık diyelim. Neden ben? Neden şimdi? Ne olacak peki? Ne yapmalıyım? İşte kafam bunlar ve benzeri sorularla meşgul uzun zamandır. Öte yandan her şeyi yoluna koymak için bir şeyler yapmalıyım, kararlar vermek ve onları uygulamak zorundayım. Öylece durup kızarak, üzülerek veya afallayarak bu durumu düzeltemem. Tüm bunları beni tanıyanlarla ya da takip edenlerle paylaşmam gerektiğini de biliyorum ama biraz zamana ihtiyacım vardı. Önce kafamı toplamalı, sonra bir çözüm düşünmeli, ardından da uygulamaya koymalıydım. Şimdi bir nebze de olsa bunları yaptığıma göre uzun süredir neden koşmuyorum, nereye kayboldum biraz anlatmanın zamanı geldi sanırım.

TL;DR (Özet): Bana Eylül ayında bel fıtığı teşhisi kondu. Spartathlon ve Kapadokya Ultra koştuktan sonra 6 hafta dinlenmeye rağmen gelişme olmadı. Bu nedenle uzun süredir ya çok düzensiz antrenman yapabiliyorum ya da yapamıyorum. Detay merak edenler devam edebilir. Ancak, tümünü okumadan yorum yapmak veya eleştirmek yasak, ona göre :).

Yorum yapmak veya eleştiri oklarını fırlatmak, bir an önce “Yaa gördünüz mü bu kadar uzun, bu kadar çok koşmak iyi bir şey değil, ben söylemiştim.” veya “İşte bu ultramaraton koşma modasının sonucu.” gibi bilinçsiz yorumlar yapmak için sabırsızlananlar olduğunu bildiğimden konunun tümünü anlatmaya geçmeden önce bazı konulara açıklık getirmeliyim. Aslında ne yazarsam yazayım, ne kadar anlatırsam anlatayım bunu değiştiremeyeceğimi, “nefret edenler hep nefret edecektir” (yabancıların diliyle “haters gonna hate”) gerçeğinden kaçamayacağımı biliyorum ama olsun, en azından arada kalanların doğru şekilde düşünmelerine yardımcı olabilirim belki.

Öncelikle şu gerçeği şuraya koyalım: uzun mesafe koşmak ile bel fıtığı olmak arasında nedensel bir ilişki yok. Yani uzun mesafe koşanlar bel fıtığı olurlar gibi çıkarımlar yapanlardan uzak durun. Böyle bir sonuca ulaşmış herhangi bir bilimsel çalışma yok (en azından ben rastlamadım, bilen varsa lütfen uyarsın). Hatta aksine, koşmanın omurlar arası diskleri güçlendirdiği sonucuna ulaşmış bazı çalışmalar olduğunu gördüm. Zaten aşağıda anlatacağım süreçte görüştüğüm doktorlardan hiçbiri “Çok koştuğunuz için bu olmuştur.” gibi bir cümle kurmadı. Tersine ilk duyduklarında çok şaşırdılar, “Bu kadar spor yapan, fazla kilosu olmayan birinde fıtık olması şaşırtıcı!” dediler. Bu konuya yazı içinde dönüp düşüncelerimi biraz daha detaylı açacağım, şimdi gelin hikayeye dönelim.

Bel, kalça ve bacak ağrılarım konusuna Spartathlon yarış raporunun başında değinmiştim. Yarıştan 4-5 gün önce bu ağrıları net biçimde hissetmeye başladığımdan söz etmiştim. Ama uzun süre bu konuda düşündükten sonra olayın başlangıcının daha geride olduğunu anımsadım. Bu yılki Aladağlar Sky Trail yarışından sonra bir hafta kadar kalçamda, kuyruk sokumu civarında ağrılar oldu. Hatta bunu çok az yokuş antrenmanı yaparak böyle bir yarışa katılmamdan dolayı o bölgedeki kasların aşırı yorulmasına bağlayarak bir süre dinlenmiştim. Aslında bu yanlış yorumlamayla ilk emareleri gözden kaçırmış olduğumu şimdi düşünebiliyorum. Bu ağrılar geçip uzun yarışa hazırlığıma döndüğümde hiç sorun yoktu. Yarışa az bir zaman kaldığında ve koşu hacmini düşürdüğümde yarış raporunda bahsettiğim ağrılar başladı. Neyse ki gittim ve yarışı güzel bir sonuçla tamamladım. İşin ilginç tarafı bu kadar uzun bir yarışta beni bu sorunlar hiç rahatsız etmedi.

Başak Gürbüz Derman (https://www.instagram.com/baguder)
Çizim: Başak Gürbüz Derman   “We all have dreams. But in order to make dreams come into reality, it takes an awful lot of determination, dedication, self-discipline, and effort.” _ Jesse Owens

Yarıştan sonraki gün uyandığımda sol bacağımda, kalçamdan aşağı doğru inen hafif bir ağrı vardı. Buna ek olarak sol ayağımın baş ve ikinci parmağının alt kısımlarında uyuşukluk hissediyordum. Kim bu kadar uzun süre koşar da ertesi sabah bu kadar basit sıkıntıları dert eder ki? Benim tanıdığım hiç kimse. Böylesine yıpratıcı bir aktiviteden sonra çok daha fazlasını beklediğimden olsa gerek hiç üstünde durmadım. Türkiye’ye döndükten sonra her iki sorun da büyüdü. Yine de sorun günlük yaşamımı çok etkilemiyordu. Sadece eğilip kalkarken ya da bacağımı dik bir şekilde kaldırırken ağrı artıyordu. Birkaç hafta sonra Kapadokya’da 110 km parkurunda koşmak için kayıtlıydım ama bu sorun beni düşündürüyordu. Koşucuları bilirsiniz, sakatlıkları konusunda sürekli araştırma yapar, ne bulurlarsa okur, kimi görseler danışırlar. Ben de böyle yapıyordum. İnternette benzer semptomları yaşayanların yazdıklarını okuyor, videolar izliyordum. Ağrının en sert olduğu yer sol kalçam olduğundan iki sakatlık arasında kalmıştım: priformis sendromu ve bel fıtığı.

Priformis sendromu, kalçadaki priformis kasında aşırı yüklenme, yorgunluk veya anatomik sorunlar nedeniyle spazm olması durumunda bu kasın yanından (veya bazı insanlarda içinden) geçen siyatik sinirinin irrite olmasından kaynaklanan kalça ağrısına deniyor. Bel fıtığı ise omurlar arasındaki yumuşak doku olan disklerin bir nedenle bu aralıktan dışarı taşması (“pörtlemesi” en güzel anlatım sanki) durumu. Aslında insanların çoğunda bu taşma durumlarından mevcut. Birkaç yerde, rastgele seçilen bireylerin MR görüntülerine bakılsa %40’tan fazlasında bu taşmaların yani bel fıtığının görülebileceğini okudum. Ama bu taşmaların boyutu fıtığın da seviyelerini belirliyor. Taşma büyükse ve omuriliğin içinden geçen sinirlere doğru olmuşsa, bu sinirler üzerinde oluşan baskı kalça ve bacakta ağrılara neden oluyor. Bu taşmanın miktarı çok büyük olduğunda veya taşma seviyesini geçip patlama, parçalanma noktasına geldiğinde aşırı güç kaybı, felç, idrar tutamama veya bırakamama gibi çok ciddi sorunlar ortaya çıkabiliyor.

Ben araştırmaya devam eder, bir yandan da doktor tanıdıklarıma danışırken Kapadokya tarihi gelip çattı. Yarışı koşmak istiyordum, 20 saatin altında bitirmek dışında hiçbir hedefim yoktu. Koşarken ağrım yoktu, sadece eğilirken hissettiğim bir ağrı yüzünden yarıştan vazgeçmek istemedim. Aslına bakarsanız Ürgüp’e gidip otele yerleştiğimde bile hala koşup koşmamak konusunda kararsızdım. Yatma saatine çok az kala yarışa başlamaya, herhangi büyük bir ağrı durumda ise bırakmaya karar verdim. Yarışı 19 saatte tamamladım. Yarış boyunca sadece eğilerek ilerlemek zorunda olunan kaya geçitlerinde büyük ağrılar yaşadım. Onun ötesinde, 3 hafta önce koştuğum uzun yarışın yorgunluğu diyebileceğim hisler dışında negatif bir şey hissetmedim.

Kendime, en büyük hedeflerimden birine ulaştığım için en az 6 hafta dinlenmek konusunda söz vermiştim. Hem çok yorucu bir hazırlık dönemi geçirmiş hem de üstüne iki yıpratıcı yarış koşmuştum. Dinlenmeye ve bu dönemin keyfini çıkarmaya kararlıydım. Ama gelin görün ki, ben koşmayıp dinlendikçe ağrılar artmaya devam etti. Ayağımın altındaki uyuşukluk hissi ise kalıcı hale gelmişti. Artık sadece eğilirken ya da bacağımı dik olarak kaldırırken değil, ayakta dururken de ciddi ağrılar hissediyordum. O sırada priformis sendromu ile bel fıtığını ayırmanın yolunu da öğrendim. Bir sandalyeye dik şekilde oturup herhangi bir ayağınızı dizinizi düzleştirecek şekilde kaldırdığınızda kalçanıza ağrı saplanıyorsa bu bel fıtığı demekti. Bunu denedim ve konu netleşti. Bunu bu yöntemle belirleyebildiğiniz gibi dermatom denilen ve hangi sinirin vücudun neresini etkilediğini gösteren grafikler kullanarak fıtığınızın nerede olduğunu da tespit edebiliyorsunuz. Ben bu dermatomlara baktığımda L4 ve L5 omurları arasındaki diskte bir fıtık olduğunu da anlamış oldum.
Dermatome
İlk yaptığım şey bir hekime görünüp onun tanısı ve görüntüleme yöntemi ile bu bulgularımı teyit etmek oldu. Çekilen MR sonucunda gerçekten de L4-5 arasında ciddi bir fıtık görünüyordu. MR’ı ilk inceleyen hekim ortopedistti ve bana hemen ameliyat olmamı önerdi. Aslında konu ortopedi uzmanlarından çok nöroloji uzmanlarını ilgilendirdiğinden bir veya daha çok nöroloğa görünmeden ameliyat kararı almak istemedim. Ben bir nörolog ararken biraz zaman geçti. Bu arada bir fizik tedavi uzmanına da gittim. Belki önereceği bazı yöntemlerle ağrılarım azalabilir ve hatta tüm sıkıntım geçebilir diye düşündüm. Gittiğim fizik tedavi uzmanı traksiyon altında manipulasyon denen bir yöntem önerdi. Aslında bu, vücudu iki yönden çekerek omurgayı düzeltip, bu aşamada üst vücudu bir yöne alt vücudu başka yöne iterek vücudu, dolayısıyla omurgayı burmak anlamına geliyor. Halk arasında çekme denilen işlemler çok çeşitlilik gösterse de bazıları bu yönteme benzer. Sanırım bu yöntemin bilimselliği tartışmalı. Yazılmış çok sayıda makale var ama net bir sonuca ulaşılamamış. Yani bu yöntemle yapılan denemelerde olumlu sonuçlar alınabildiği gibi hiçbir gelişme kaydedilmeyen durumlar da olmuş. Uzun okumalardan sonra bir profesor tarafından yapılacağı ve negatif bir etkisi olma olasılığının çok düşük olması nedeniyle uygulamayı kabul ettim. Üç seans uygulamadan sonra birkaç hafta da beklemem gerektiği söylendiğinden yaklaşık bir ayımı bu denemeye ayırmış oldum. Cümlelerin gelişinden de anlaşıldığı gibi hiçbir değişiklik olmadı.

Bu arada koşmaya başladım. İki büyük yarıştan sonra tam 4 hafta hiç koşmamıştım, uzun süre dinlenmeme rağmen hiçbir değişiklik olmamıştı. Koşmayı denediğimde negatif bir sonuç almayınca, koşmaya dönebileceğimi düşündüm. O dönem koşu bandında kısa antrenmanlar yapmaya başladım. 18 Kasım – 21 Ocak arası yarım saat ile bir saat arasında değişen, çok uzun olmayan koşular yaptım. Koşuları haftalık 30 km civarı ve toplam 3 saati bulmayan hacimde tuttum. Gerçekten de ne iyi ne de kötü yönde bir etkisi oldu. Bir yandan da bel ve karın bölgemi güçlendirmenin hem iyileşme sürecinde hem de iyileştikten sonra sorunun yinelenmesini engellemek için işe yarayacağını düşündüğümden pilates yapmaya başladım. Pilates, destekleyici aletlerle, bir çok noktada da sırt üstü yatarak, omuriliğe yüklenmeden yapıldığı için genelde bel fıtığı hastalarına öneriliyor. Daha önce hiç deneyimlememiştim, başladıktan sonra çok hoşuma gittiğini söylemeliyim. Aşağıda anlatacağım nedenlerle ara vermek zorunda kaldım ama iyileştikten sonra devam etmeyi istiyorum.

Fizik tedaviden beklediğim sonucu alamayınca, bir nöroloğa gittim. Önerisi tam on gün boyunca tamamen yatmak oldu. On gün tuvalete gitmek dışında hiç doğrulmadan yatarsam iyileşeceğimi söyledi. Bu yöntem ilk bakışta çok uygulanabilir görünse de 10 gün boyunca yatmak benim açımdan %100 olumlu sonuç vermeyecekse uygulanabilir değildi. Ayrıca yukarıda bahsettiğim fizik tedavicinin yaptığı işlemlerin ilk seansından sonra iki gün boyunca sürekli yatmam gerekmişti, yani uygulamanın zorluğunu ve sıkıcılığını da biliyordum. Çok zaman kaybetmeden bir nöroloğa daha gittim.

Bu noktada bu ve benzeri sakatlanmalarda doğru ve etkili tanı ve tedaviye ulaşmanın zorluklarına değinmek isterim. Eminim bu yazıyı okuyanlar arasında benzeri süreçleri yaşayan çok sayıda insan vardır. Bizler gibi amatör sporcuların bu tip sıkıntıları yaşaması belki normaldir ama geçenlerde ünlü tenisçi Novak Djokovic’in, eline uygulanan bir operasyondan söz ettiği bir Instagram paylaşımında şunları yazması beni şaşırttı:

Bu sakatlığı iki yıldır yaşıyorum ve bu süreçte çok sayıda doktora göründüm. Doğruyu söylemek gerekirse çok sayıda değişik görüş, fikir, tanı ve öneri duydum. Hangi yöne gideceğime ve ne yapacağıma karar vermek hiç kolay olmadı. Geçen sezon, tamamen iyileşip geri dönmeyi umarak tam 6 ay dinlendim ama ne yazık ki hala ağrıyı hissediyordum. Mücadeleyi çok özledim, yarışmak kanımda var. Bu yüzden Avusturalya Açık’ta kendimi denemek istedim. Takımıma bu turnuvadan sonra değişik yöntemleri deneyeceğime söz vermiştim. Birkaç gün önce dirseğime yapılacak küçük bir müdahaleye onay verdim.

Bu cümlelerde birkaç şey var dikkat çeken. Mesela, Djokovic’e “Tabii, bu kadar çok tenis oynarsan sakatlanırsın, bu kadar çok oynama demiştim.” diyen var mıdır? Oysa bizler sürekli bu tip eleştirilere veya ifadelere maruz kalıyoruz. Bir diğeri, bu seviyede bir sporcunun bile aklına yatan bir tanı/tedavi bulması çok uzun zaman alabiliyor. O seviyede başvurulan doktorlar bile birbirinden farklı çok sayıda fikir öne sürebiliyor. Bu paylaşımı okuduğumda önce şaşırdım, ama biraz rahatladığımı da söylemeliyim. Demek ki bu sorun sadece benim, bizlerin sorunu değil.

Benim hikayeme dönersek… Son gittiğim nörolog “Madem ultramaraton koşuyorsunuz, o zaman ameliyat yerine başka şeyler denemeliyiz. Algoloji uzmanlarının uyguladığı, ameliyattan daha az müdahaleci (minimal invasive) bazı yöntemler var. Bunları görüşmen için seni arkadaşım olan bir uzmana yönlendireyim.” dedi. Daha fazla zaman kaybetmemek için hemen randevu alıp bahsettiği kişi ile görüşmeye gittim. Algoloji uzmanı, MR kayıtlarımı inceleyip beni etraflıca muayene ettikten sonra fıtığı olan bölgede baskıdan etkilenen sinirlerin acı iletimini radyofrekans ile bloklayacak bir işlem önerdi. Doğrudan bir müdahale ve komplikasyon olasılığı düşük olduğu için hemen kabul ettim. Ertesi gün doktor arayıp, beni kendisine yönlendiren nörolog ile benim durumum hakkında uzun uzun konuştuklarını ve farklı bir yöntemin daha uygun olacağı üzerine anlaştıklarını söyledi. Yeni yöntemin adı, lazer ile epiduroskopik disk dekompresyonu idi (SELD; Sacral Epiduroscopic Laser Decompression): Epiduroskop ile bel fıtığı olan noktaya ulaşılarak lazer ile fıtığın küçültülmesi işlemi. Açıp bu konuda biraz okudum, birkaç video izledim. Sonra arayıp işlemi kabul ettim. İşlem özetle şöyle: kuyruk sokumuna çok küçük bir kesik atılıyor. Bu kesikten ve omuriliğin kuyruk sokumu bölgesindeki küçük delikten çok ince bir kamera ve lazer içeren bir araç sokuluyor. Lazerle fıtıklı disk küçültülüyor. Disk küçülünce dışarı taşan kısım da sinirlerin üzerinden çekiliyor. (Aşağıdaki videoda ilustrasyonla çok güzel gösterilmiş.)

Bu tür işlemlerle ilgili, olası komplikasyonlardan sonraki, en önemli sorun, işlem sonrasındaki dinlenme süresinin uzunluğu. Bu işlem sonrasında 3-4 gün yatmam, ardından da bir ay kendimi hiç zorlamamam gerekiyordu (yani bir ay spor yasak). Zaten dinlenerek geçmesini beklerken, fizik tedavicinin yöntemlerini denerken ve ardından başka doktorlar bulmaya çalışırken 2 aydan çok zaman kaybetmiştim. Şimdi buna bir ay daha eklenecekti. İlk etapta bunu epey dert ettim, ama sonra 3 ayın aslında ne kadar kısa bir zaman olduğunu, hele sadece bu işlemden dolayı bekleyeceğim bir ayın ne kadar az bir süre olduğunu fark ettim. İnsan bileğini burktuğunda bile bir ay koşamayabiliyor. Bu kadar büyük bir sorunu düzeltmek adına beklenen bir ay hiç sorun olmamalı.

Doktor, ocak ayının sonunda bahsi geçen işlemi uyguladı. İlk hafta yatarak geçti, pek bir şey anlamadım. İkinci haftanın başında ayağa kalkıp normal yaşamıma dönmeme rağmen eski ağrılarım yok olmuştu. Bir ay boyunca kullanmam gereken demir ve plastik çubuklarla destekleyen korse de sürekli üstümdeydi. Tam çok mutlu olacakken ikinci haftanın sonuna doğru eski ağrılara çok benzeyen ağrılar hissetmeye başladım. Bu durum umutsuzluğa kapılmama neden oldu. Onca emek, zaman ve para boşa gitmiş olacağı için üzülüyordum. Bu sıkıntılarla yeniden doktorla görüşmeye gittim. İşlem sırasında müdahale edilen bölgenin halen hassas olmasının doğal olduğunu, ödem olabileceğini, tam bir kanıya varmak için en az bir ay geçmesini beklemenin doğru olacağını söyledi. Şu an bunları yazarken bu sürenin dolmasını bekliyorum. Halen ağrılar oluyor. Umarım zaman geçtikçe azalacak ve tamamen iyileşeceğim. Umutla bekliyorum.

2008 yılının temmuz ayında koşmaya başlamamdan 2017 ekim ayının sonuna kadar geçen sürede en çok mutlu olduğum konu koşuya verdiğim en uzun aranın 9 gün olmasıydı. Yani, kendimi o kadar iyi kontrol etmiş, sakatlıklardan o kadar uzak durmuştum ki, 10 gün bile ara vermem gerekmemişti. Oysa şimdi 3 aydan beri düzenli olarak antrenman yapamıyorum. Koşmaya bir ay veya daha uzun süreler ara vermek zorunda kaldım. Aslında bir yandan da o kadar uzun süre sürekli koştuktan sonra bu araya ihtiyacım olduğunu kabul etmeliyim. Koca insan ömründe birkaç ay aranın sözü olmaz. Tamamen iyileşip daha uzun yıllar koşmak için gerekirse daha fazla dinlenmeye hazırım. Umarım tamamen iyileşebilirim. Kendime, tamamen iyileşebilirsem, bundan sonra her yıl sezon sonunda en az 4 hafta sıfır spor tatili vermeye söz verdim.

Gelelim, uzun koşmaya şüpheyle bakanların bu sakatlığı ultramaraton merakına bağlama sorunlarına. Şöyle düşünelim: eğer çok uzun veya asfaltta çok uzun koşanlar bel fıtığı olsaydı, çok fazla sayıda uzun mesafe koşucusunun bu sakatlıktan muzdarip olduğunu duyardık. Böyle bir durum yok. Aslında bu hatalı çıkarım sadece bel fıtığı ile alakalı yapılmıyor. Biri bir koşu yarışı sırasında kalp rahatsızlığı ile öldüğünde de bu yapılıyor. Burada sadece bir şeye inanmak isteyen birileri ve bu şeyi destekleyen bir örnek var sadece. İnsan beyni hemen bu iki konuyu birbiri ile ilişkilendiriyor. Ne tüm uzun mesafe koşucuları bel fıtığı oluyor ne de uzun mesafe koşmayan herkes bundan paçayı sıyırıyor. Aksine spor yapmanın (miktarı ne olursa olsun) bel fıtığına yakalanma riskini azalttığı bilinen bir gerçek. Tabii tüm bunlar, bazı bel fıtığı vakalarında koşmanın veya uzun süre asfaltta koşmanın sakatlanmayı hızlandırabileceği veya seviyesini artırabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Ancak gün içinde çok uzun süreler oturmanın, kötü pozisyonlarda oturmanın bel fıtığı riskini çok daha fazla artırdığı gözlemlenmiş bir gerçek. Benim durumumda sorun koşmaktan daha ziyade bu olabilir. Günde 12 saate yakın bilgisayar başında, saçma sapan pozisyonlarda oturuyorum. Oysa günde sadece bir saat koşuyorum. Öte yandan vücutla ilgili birçok sorunda olduğu gibi burada da genetik etkenler çok fazla devrede. Disklerinizin yapısı veya omurilik şekliniz daha doğuştan sizi bu soruna çok yaklaştırmış olabiliyor. İşte bu nedenlerle lütfen bu iki konuyu birbiri ile ilişkilendirmeden önce elinizde kuvvetli deliller olduğundan emin olun. Beni muayene eden, tanı koyan ve tedavi öneren hiçbir doktor bu ilişkiyi ağzına almadı.

Tabii ki başımıza gelme olasılığını elimizden geldiğince azaltmak için yapabileceklerimiz var ve bunları yapmaya dikkat etmeliyiz. Kas iskelet sistemimizin, tendonlarımızın ve diğer dokularımızın ihtiyacı olan her şeye ulaşabilmesi için iyi ve dengeli beslenmek, koşu dışında vücudun tamamını güçlendirecek ek antrenmanlar yapmak, antrenman ve sezon planı yaparken mantıklı davranmak, vücudu iyi dinlemek bunlardan bazıları. Ne yazık ki hepimiz her zaman bunların tümünü uygulayamayabiliyoruz. Bunların tümünü ya da çoğunu uygulasak bile başımıza böyle şeyler de gelebiliyor. Hal böyleyken yapılması gereken şu: engellemek veya geciktirmek için elinden geleni yap, başına geldiyse de bir an önce olası en ileri seviyede sağlığına kavuşmak için yapman gerekenlere dikkat et, uygula. Gerisi boş gevezelik, duyarsanız kaçın.

Yakında yollarda, pistlerde ve patikalarda görüşmek üzere herkese iyi antrenmanlar.

“Nereye kayboldum?” hakkında 37 yorum var

  1. Geçmiş olsun Mert. Uzun süredir seni Strava’dan takip ediyorum,bir sorunun olduğunu anlamıştım. Koşu forum’da 2 yıl önce açtığım Osteitis Pubis konusuna cevap yazmıştın. “Benimde sol kalça bölgemde benzer bir ağrı var,şimdilik birbirimizi idare ediyoruz” demiştin. Buradan şunu anlıyorum belki de bu sorun 2 yıl öncesinde ilk sinyallerini göstermeye başlamıştı sende. Forumda ilgili yazıya bakabilirsin.Ben Osteitis Pubis’ten koşuya uzun bir süre ara vererek “kısmen” kurtuldum. Şimdi uzun,kısa,tempo her türlü antrenmanlarımı yapabiliyorum fakat kendimi aşırı zorladığımda sol kalçamın içindeki o sinsi ağrı ben buradayım diyor hep. Ben bu rahatsızlığımı kontrol ederek koşmaya devam ediyorum. Senin de en kısa sürede sağlığına kavuşmanı diliyorum.

  2. Geçmiş olsun. Umarım tedavi etkisini gösterir ve en kısa sürede normal yaşantına dönersin. Sağlıcakla.

  3. Mert çok geçmiş olsun acil şifalar diliyorum kolay bir süreç değil duygularını anlıyorum bununda üstesinde geleceksin ÇAYYOLU piste tekrar görüşmek koşmak dileğiyle selamlar

  4. Çok geçmiş olsun. Sporcu sakatlıklarıyla uğraşmak sedanter olarak yaşamaktan bin kat daha iyidir. Sedanterlerin mutlaka yüzleşeceği tansiyon, kolestrol, insülin direnci vs uğraşacağıma, kadim dostlarım runners knee ve plantar fasciitis’le mutlu bir şekilde geçinip giderim. Ne demiş Nietzche? “Beni öldürmeyen acı güçlendirir” 🙂

  5. selamlar,
    öncelikle çok geçmiş olsun. umarım en kısa sürede koşmaya geri dönebilirsiniz!
    bunu yürekten diliyorum, çünkü ben de yaklaşık 1-1,5 yıldır sakatlık illetiyle boğuşuyorum. aslında sorun hep aynı (tarak kemiklerimde stres kırığı ve buna bağlı şiddetli ödem), fakat ayaklarımın farklı yerlerinde oluştuğu için tam olarak çözüm bulunamıyor. yumuşak tabanlı ayakkabılar, uzun dinlenme süreleri, kademeli yoğunluk arttırmalar, özel tabanlıklar vb… ancak nafile. anatomik olarak yüksek kubbeli (high-arched) ayaklarım olması nedeniyle bu sakatlığın kaçınılmaz olduğu yorumunu birkaç farklı ortopedi uzmanından dinledim. doğrusu çok umutsuz günlerim oldu ve son 2-3 haftadır da benzer bir ruh hali içindeyim. kendimi sürekli koştuğum yarışların içindeyken hayal ediyorum: sabahları işe giderken mesela, 1. Köprü’ye yaklaştıkça 2015’te koştuğum İstanbul Maratonu’nun başlangıç anındaki heyecanım aklıma geliyor. gene serin bir sabahta, bir start yazısının altında aynı (ya da en azından benzer) duyguları hissetmek istiyorum. bazen uyumadan önce, İznik Gölü etrafındaki zeytinliklerin içinde, ağaç dallarından ve çamur birikintilerinden sakınmaya çalışarak ilerleyen halimle hayal ediyorum kendimi. hafif gülümsüyorum. uykum kaçıyor. sonra Bozcaada’nın rüzgarında, Darıca’nın yokuşlarında, İzmir’in cehennem sıcağında koştuğum yarı maratonlar… bir toplantıda, öğle yemeğinde ya da ayaküstü bir konuşmanın ortasında zamansızca kafamda belirip yok olan imgeler, anlar. bunları hayal ettikçe, tekrar yapıp yapamayacağım kocaman bir soru işareti olarak aklımın bir yerinde takılı kalıyor, benimle yaşıyor, melankoli ve hüzün kaynağı oluyor… doğrusu, şu anda yazarken dahi oluyor bu. ne de olsa yaş 38. İstanbul temposunda, çok oturup az hareket ederek, cam bir ofiste ve genellikle stres altında ne kadar sağlıklı kalabilirim? uzun yarış hazırlıklarını, antrenmanları, ailemi ihmal etmeden nasıl daha uzun yıllar boyu devam ettirebilirim? artık koşmasam mı diye düşündüğüm çok oldu. benzer düşüncelerin eşiğindeyken evde yatan koşu ayakkabılarıma baktıkça bile kötü hisseder oldum. yahu düşünüyorum da portmantonun ücra bir köşesinde kendi halinde duran masum bir çift koşu ayakkabısı bir insanı ne kadar üzebilir ki? komik, değil mi? e yaşayan bilir, komik değil! o fosforlu yeşil, turuncu pabuçlar üzebiliyor insanı işte… :))) ama yazdıklarınızı okurken bu ruh halinden bir an evvel kurtulmam gerektiğini de daha ciddi düşünmeye başladım. önümdeki yıllar boyu, mümkün olduğunca koşuya devam edebilmek için neler yapmam gerektiğine odaklanmaya, gerekirse 2-3 aylık aralara katlanmaya ve kısa yarışlar koşarak da olsa bu dünyanın içinde kalmaya, kızıma örnek olmaya çalışmaya devam etme kararı aldım. yaklaşımımı gözden geçirip edğiştirmeye çalıştım (son 2 saattir bununla uğraşıyorum :)). işte bu nedenle ne olursa olsun daha sık yazmalısınız; iç açıcı şeyler yaşamasanız da, paylaşmalısınız. bunlar da, tıpkı iyi dereceyle biten bir maraton ya da sağlıkla devam eden upuzun bir ultra hazırlığı gibi, ilham kaynağı oluyor. herhangi bir negatif durum karşısındaki tutumunuz ve yaklaşımınız da yeni kapılar açabiliyor okuyuculara… çünkü şimdiye kadar yaptıklarınız, bize de yapabileceğimizi anlattı hep.
    sevgiyle,
    EG

  6. Çok geçmiş olsun. Biliyorum zor ama kendine kızıp, neyi yanlış yaptım vs. diye de kendine çok yüklenmemek lazım. Sonuç itibari ile amatör sporcular olarak bir fizyoterapist ve masör ordusu ile yaşamıyor, günün her saatini antremana ayıramıyoruz. Senin bu kadar zaman sakatlık yaşamadan bu işe devam edebilmiş olman büyük başarı. Sakatlık, ve sakatlık kadar sakatlıktan geri dönebilmek, gerektiğinde ara verebilmek, moralman sakatlık ile başa çıkabilmek de bu işlerin bir parçası ne yazıkki. Umarım olabildiğince çabuk sağlığına kavuşursun…

  7. selam, geçmiş olsun . tek tavsiyem iyileşme sürecinde çok aceleci davranmamandır. elimizdeki basit bir kesi bile kendini 15 gün hissettirebilirken , sen ameliyat olmuşsun. acele etmeden, kendine zaman ver ve dediğin gibi başkalarının koşu hakkında söylediklerine kulaklarını tıka

  8. Asıl sorun belki de 2 ayaklı memeliler olarak evrimimizi henüz tamamlamamış olmamızdır, kimbilir? Birkaç yüzbin yıl sonra bel sorunları azalabilir (ama yeni başka sorunlar da ortaya çıkabilir)… Şu bacağı dizleri bükmeden kaldırma testine göre bende bel fıtığı var. son 15 yıldır 2-3 yılda bir kendini hatırlatıyor, dinlendirerek geçiştiriyorum. Gövde kaslarım eşit ölçüde antremanlıysa ve esnetmelerimi düzenli yapıyorsam belim rahat. Herhalde eninde sonunda sıra bana da gelecek 🙂 Geçmiş olsun.

  9. Merhaba,
    Geçmiş olsun. Tedavi yöntemlerini bir kenara koyarsak vücudu güçlü tutmak için kan testi yaptırırken D vitamini seviyenizi ölçtürüp eksikse günlük D vitamini hapları (Hatta ilave olarak Omega 3) almanızı öneririm. Yakın zamana kadar 30-80 arası herhangi bir değer normal kabul ediliyordu ama son araştırmalar 100 e yakın tutulması gerektiğini gösteriyor. Bir arkadaşımın boyun fıtığı için gittiğimiz fizik tedavi doktorunun ilk sorusunun D vitamini eksikliğiniz var mı diye sorması da (Eskiden olsa ne alaka derdim) benim için bir teyid oldu.
    D vitamini (Aslında D vitamini hormonu) derimize güneş değince salgıladığımız sağlık için çok çok gerekli bir hormon, ama Türkiye’nin güneşi bile bunu yeterince üretebilmemiz için yeterli değil. Daha fazla bilgi için D Vitamini Devrimi isimli kitabı tavsiye ederim.
    Bir an önce tam sağlığınıza kavuşmanız dileğiyle.

  10. Çok geçmiş olsun Mert;
    Yazını üzülerek okudum, sen yazdıklarınla bana hep örnek bir sporcu oldun. Umarım en kısa sürede sağlığına kavuşur ve koşmaya tekrar başlarsın.

  11. Çok geçmiş olsun Mert Bey. Acil şifalar dilerim. Siz şu an aktif spor yapamasanız bile ışığınız ve bilginizle benim ve bizim gibi daha amatör arkadaşlara can simidisiniz emin olun. Bunu düşünerek biraz daha moral bulmanız ve çabuk iyileşmeniz dilekkerimle.

  12. Gecmıs olsun Mert tlf no nu yazarmısın bende aynı op yi oldum 8 gün once seninle bu konu hakkında paslasalım diyecektim ismim hayati kahriman

  13. Geçmiş olsun, sana çok benzer bir süreçten geçmiştim ve şimdi iyi sayılırım. Biraz uzun ama okumak istersen hikaye aşağıda.
    GİRİŞ: ben de işim gereği sürekli olarak aktif olan ve son 3 senedir de aralıklarla da olsa düzenli olarak koşan, yüzen, bisiklete binen biriyim. Çeşitli nedenlerle olabilir yaklaşık 9 sene önce inanılmaz bel ağrıları ve ayakta 1 saatten fazla duramama gibi sebeplerle ameliyat olmaya karar vermiştim. Yer aynı L4-L5. Neyse ameliyat sonrasında herşey çok iyi gitmişti. Ta ki 2016 aralık ayında belimin bana verdiği sinyallerin farkına varmayana kadar. Çok fena değildi ama fıtık buradayım diyordu. Sonrasında bir hapşırma ile olay koptu.
    OLAY: Belimden ayak uçlarıma kadar giden bir ağrı hissettim ve durumun ciddiyeti belli oldu. Bırak yürümeyi ve yatmayı, yatakta sağa sola dönmek bile imkansızdı. Hemen sonrasında (birkaç gün sonra tam yılbaşına denk gelmişti) hastaneye gidip MR vs işlemlerine girdim. Ve ricam üzerine bir ağrı kesici kas gevşetici içerikli bir iğne yaptılar. Ki günler sonra ilk defa biraz rahat hissetmiştim. Doktorların hepsi “Amores Perros” paramparça aşklar ve diskler dediler. Aksak ayak olursun, sakat kalırsınlar, hemen ameliyat edelimler havada uçuştu. Bu arada doktora gitmenin ne kadar sinirimi bozduğunun farkına vardım, moral yerlerde.
    İLK AY: Neyse ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçları alarak bi 3 hafta daha geçirdim. Yatak favori mekanım oldu; hafiften ayağa kalkabilecek duruma geldim. Oturmaları mümkün olduğunca kısa sürede tuttum. Sürekli olarak doğada aktif bir hayat yaşayan biri olarak oldukça zordu.
    İKİNCİ AY: İlaçları çok gerekmedikçe kullanmadım. İkinci ayda yürüyüşlere ve yüzmeye başladım. Yürüyüşler dediğim kısa şeyler, maksimum 1 saat. Yüzmeyi ise hafta 3 gün 1er saat tuttum. Yüzme öncesi minikler havuzunda 10-15 dk yan yan, düz, arka olacak şekilde yürüdüm. 2inci ay içerisinde bel egzersizleri de yapmaya başladım hafiften. Eğer acıtıyorsa hareketi yapmadım.
    ÜÇÜNCÜ AY: Hiç mi ilerleme olmayacak derken ayağımdaki uyuşukluk gitti. Hatta oturma sürelerim bile uzadı. Yürüyüş mesafesi de arttı. Biraz iyiyim sanki geçti mi derken bir koşayım dedim, sonraki günlerdeki ağrılarım otur yerine dedi. Yüzmeye devam.
    DÖRDÜNCÜ AY: Yürüyüş turlarım başladı ve günde 8-9 km, oldukça dikkat ederek, yürüyüş yaptım. Mümkün olan her yerde hiçkimseye aldırmadan egzersizleri yaptım. Her etkinlik sonrasında hiç üşenmeden mutlaka yaptım. Mümkünse bir sabah bir akşam.
    BEŞİNCİ ve ALTINCI AY: Bu aylar içerisinde normal hayatıma döndüm, ama koşusuz. Bol trekking ve yüzme. Araba kullanma ve oturma sorun değildi. Egzersizlere devam! MEIS – KAŞ yüzme yarışına (7km) katılmaya karar verdim ama orada olamadığım için katılamadım.
    YEDİNCİ AY: Madem koşamıyorum, biraz hızlı yürüyeyim. Vertical km yarışlarına katılırım en azından dedim. Sonra yokuş aşağılarda koşmayayım, düzlerde jog yapayım dedim. Bir şey olmadı. Erciyes SKY Trail’de VK’ya katıldım. İyi de bir performans çıktı.
    SEKİZİNCİ AY: Dur be şöyle bir 5 km koşayım. Ertesi gün çağırırsa bir daha yapmam dedim. Bir şey olmadı. Her gün biraz doz arttırarak devam ettim. Bu ay sonunda 13-15 km rahat koşabiliyordum. Her koşu sonrası egzersizleri yapmayı bırakmadım.
    DOKUZUNCU AY: Haftada bir gün boş verip neredeyse her gün koştum. Mesafeler 20küsürlü km’ler geçmedi. Normale dönmüştüm.
    ONUNCU AY: Kapadokya Ultra Trail’e katılmaya karar verdim ve 60 km’ye yazıldım. Öncesinde bir iki hafta kapadokyada koştum. Yarışı da sorunsuz bir şekilde tamamladım, Göreme’den sonraki kısımlarda ara ara da olsa beraber koştuk.
    SONRAKİ AYLAR: Kasım ayında sanırım ayağım kayıp düştüğüm için veya sadece sinirimi bozmak için hafif ağrılar geri geldi. Araç kullanmak, oturmak imkansızdı. Koşmaya ara verip, recovery olsun, yüzmeyi arttırdım. Haftada 4 gün neredeyse toplamda 10-12 km yüzdüm. Ayak paleti kullanmak ve kickboard ile çalışmak inanılmaz iyi geldi. Şimdi yine iyiyim, gel gitli bir şekilde ilişkimiz devam ediyor. Ameliyat olmayı ise kesinlikle düşünmüyorum.
    ***Tavsiyem bir kaç ay, en az 3, dinlenmen. Bu süre içerisinde başka sporları yapabilirsin. Mesela yüzme bir tutkuya dönüşebilir, uzun mesafeli bir sürü yarış var! Her gün egzersizleri yap! Ortalıkta bir sürü var ama bazıları elenip bazıları favorin oluyor. Herkesin farklı bir hikayesi var tabi, ama yardımcı olacaksa istediğin zaman ulaşabilirsin.
    Selamlar

  14. Sevgili Mert, geçmiş olsun. Yazının başlangıcı bende merak uyandırdı sonuna kadar okudum. 2005 yılında ben de bel fıtığı ameliyatı oldum. Fakat sen ne güzel araştırmışsın, tüm ayrıntıları ile. Beyin cerrahı bir arkadaşım vardı beni MR çekmeye gönderdi ve baktığında tek çare ameliyat dedi, ben de hemen ertesi günü oldum. Uzun süre rahat ettim 2015’de biraz ağrılarım vardı, doktorum da İstanbul’a gelmişti, anlattım. Ethem abi seni bu yaştan sonra bir daha ameliyat yapmam dedi, bununla yaşamayı öğrenmen lazım dedi. Herkes başından geçeni anlatmış, kusura bakma bende anlattım. İki nokta var her zaman her yerde söylerim teknolojik aletler olmasa TIP en geri kalmış bilim dalı, fizikçilere teşekkür etmek gerekir. İkincisi de 50 bel fıtığından 49 L4-L5 fıtığından çekiyor. İnsan başına gelince herkes ile bu konuyu görüşüyor, bu da benim istatistiğim. Tekrar geçmiş olsun. Sevgilerimle…

  15. 2 tane boyun fıtığı olan bir triatletim , sadece yapman gerekeni yap. Beklemen gerekiyorsa kesinlikle bekle.Sonra emin ol düzeleceksin, ve yaşantın bu durumu sürekli kollamakla geçeceğinden arasıra meydana gelen ağrı/sızıların dışında seni spor yaşantından alıkoyacak bir durumla karşılaşmayacaksın.Çünkü bu şekilde yaşamayı öğreneceksin.
    Kendi deneyimlerim sonucu şunu diyebilirim,Bel ve boyun fıtığına yüzme gerçekten iyi geliyor.

  16. Herkese tek tek yanıt yazmak istedim ama topluca yazmak daha iyi olacak gibi. Yorumlarını, iyi dileklerini ve deneyimlerini paylaşan, doktor ve tedavi öneren herkese çok çok teşekkür ediyorum. Deneyimleri dinlemek beni rahatlattı açıkçası. Ben -hem burada hem de paylaştığım diğer mecralarda- gelen yorumlardan birkaç şey anladım.
    Birincisi: Bu çok yaygın bir sorun. Zaten bunun böyle olmasını bekliyordum, çünkü bu süregiden evrimimizin bizde bıraktığı hatalardan biri sanırım. Bu büyük gövdeyi ve ağır kafayı ayakta durarak taşımak çok mümkün değil. Gezegenimiz tetrapod (dört uzuvlu) olan, yüzen ve uçan hayvanlar gezegeni. Bunun bir nedeni olmalı. Ayağa kalkmak ellerimizi boşa çıkardı ve bu bizi biz yaptı. Bu gelişim ne yazık ki yanında omurilik sorunlarını da getirdi.
    İkincisi: Tıp bu konuda henüz tek bir tedavide hemfikir olabilmiş değil. Tüm insan vücudu olduğu gibi omurilik ve bel de çok kompleks. Müdahale etmek zor ve riskli. Çok sayıda çalışma var, her yöntemi destekleyecek birçok çalışma/makale var, kim hangi çalışmalara güveniyorsa, deneyimi neyse ona göre tedavi öneriyor/uyguluyor. Birçok çözüm de palyatif. Doğru doktor/yöntem doğru hastaya denk geldiğinde güzel sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Az önce söylediğim gibi çok fazla sayıda sorunlu insan ve çok fazla sayıda yaklaşım olduğundan kombinasyondan çok sayıda pozitif sonuç da çıkıyor. Ama tabii birçok konuda olduğu gibi negatif sonuçları pek duymuyoruz, ya da anlatmaya değer değil veya anlatmanın faydası yok, çünkü başarısız.
    Üçüncüsü: Tıp bu konuda -kaçınılmaz olarak- çok tutarlı sonuçlara ulaşamayınca alternatif yöntemler devreye giriyor. Zaten bilimsel olanlar da henüz kesinleşmiş olmadığından alternatifler de en az onlar kadar iyi veya kötü sonuç verebiliyor. Yine doğru yöntem, doğru hasta ve biraz da şans karşılaşması ile mutlu sonlar ortaya çıkabiliyor. Çok saçma ve riskli değilse denenebilirler.
    Dördüncüsü: Evrim nedeniyle çoğumuzun sahip olduğu sorunlara bir kısmımız ayrıca genetik olarak daha fazla maruz kalmış. Omuriliğin şekli ve davranışı, omurların arasındaki disklerin yapısı ve benzeri bazı şeyler genetik olarak doğuştan sahip olduğumuz şanssızlıklar. Bunun üzerine biraz da vücudumuzu hoyrat kullanınca sorun büyük olabiliyor.
    O kadar çok sayıda yardım önerisi geldi ki, uygulamaya yetişmem mümkün değil. Ben de bu yoldan geçenler gibi aklıma yatanlar arasında adım adım bazı şeyleri deniyorum, deneyeceğim.
    İnsanın bu kadar seveni, ilgi göstereni, arkadaşı, dostu olması çok güzel. Bu bile beni bir nebze iyileştirdi diyebilirim. Herkese yeniden çok teşekkür ederim.

  17. Mert bey çok geçmiş olsun. Deneyimleriniz bizim için cok yararlı, okuyucu yorumlari da aynı şekilde. Ben bikaç konu hakkında kabaca bir şeyler söylemek istiyorum.
    Maalesef mesai saatleri içinde oturusumuza cok dikkat edemiyoruz. ben de sık sık kendimi omuzlar çökmüş, kambur bir sekilde otururken buluyorum. Hergun 8 saat böyle kalmak tabi ki çok olumsuz sonuçlara sebep olabilir. bunun yanında genetik mirasimiz da önemli. anne babamizdaki sağlık sorunlarının bizde görülme ihtimali genelden biraz daha fazla olabilir.
    Bunun disinda asıl değinmek istediklerim d vitamini , pre-pro biyotikler ve stres faktörleri.
    D vitamini son 10 yilda çok populer oldu ve reçetelerde çokça yer alıyor. cok farkli görüşler var. Bazı uzmanlar bu kadar fazla d vitamini almanın abartı oldugunu söylüyor ki ben de onlar gibi düşünüyorum. 50bin unitelik damla halinde piyasada olanlardan bir veya iki tane almak butun yıl için yeterlidir , 55 yaş üstü olanlar ve kadınlar için bu miktar daha yuksek tutulabilir ama şu da bir gercekki günümüzün çoğu kapalı alanda geçiyor. Yani d vitamini ihtiyacımız bu yazdigimdan daha fazla olabilir. ama haftanin bikac gunu en az 1 saat disarda olanlar için değil bence. Ve bu d vitaminin faydasını direk olarak hissedemesek de birçok metabolik olayda cok onemli rolleri vardır.
    Probiyotikler faydali mikroorganizmalardir. cildimizde, barsaklarimizda (k vitamini sentezlemekten gaz oluşumu ve barsak alışkanlıklarinin duzenine zararli bakterilerin sayi ve toksinlerinin azaltilmasina kadar birçok faydası vardir) ve kadınların vajinasinda bulunan faydali bakteriler olan Laktobasilus türleri gibi. ve belli bir oranda bulunmazlarsa diğer bakteri ve mantarlar ve dolayısıyla toksinler artar. Ama asıl onemli etkisi nerden okudugumu tam hatırlamıyorum ama beynimizden daha fazla oranda serotonin salgilanir sindirim sisteminde .ve bu da tum metabolizmamizi etkiler dogal olarak. Prebiyotikler de bu probiyotik dediğimiz faydalı bakterilerin besinleri olan sindiremedigimiz gidalar. Yani sebze vb seylerden gelir. Probiyotikler in en onemli belki de tek kaynagi yoğurt. Ve tabiki evde yapılan. Reklam yapma amacim yok ama Piyasadakiler içinde bakso isimli preparatin daha iyi oldugunu söylemişti bir diyetisyen arkadaşım ve 2 ay boyunca gunde 1 tablet onermisti. Hazir tuketim gidalarla besleniyorsaniz veya ev yemeği cok yer tutmuyorsa gunluk hayatinizda ozellikle dikkat etmek lazim bu konuya. Bunun da etkisi dolayli ve zaman icinde hissedilebilir diye düşünüyorum.
    Stres faktorlerine gelince, cogu zaman gergin olan veya stres altindaki kişiler, sigara tabiki zararli ama hergun bir paket icenler kadar hatta daha fazla oranda hasta oluyor , kanser oluyor. Bagisiklik sistemi hasta oldugumuz zaman 10 uzerinden 10 aktive oluyor diyelim ve normal zamanlarda 10 uzerinden 0 dersek , bu stres altında yaşayan kişilerde hep 10 uzerinden 3 gibi bi oranda aktive halde oluyor. Bu da bizi daha yorgun ve hastaliklara meyilli yapıyor .
    Son olarak da uykudan bahsetmek istiyorum. saglikli burun solunumu yapamayanlar, (kemik eğriliği veya konka hipertrofisi gibi sebeplerle)ve horlama(uyku apnesi)sorunu olanlar , bu kisiler baskasinin 6 saatte aldigi uykuyu 8 saatte zor alır. Bunlar gibi uykuda nefes alma sorunlari hipertansiyon , metabolik sendrom vb durumlara sebep oluyor. Ayni zamanda hayatimizdaki stresi de arttirmis oluyor.
    Tekrar soylemek isterim. bu konuların hiçbirinde uzman degilim ama konu saglik olunca herşey herşeyi etkileyebilir.
    Siz çok özverili ve ayrintili bir sekilde deneyimlerinizi paylaşıyorsunuz , ben de ordan burdan ogrendiklerimi kisaca paylaşmak istedim.

  18. Merhaba
    İsmet Akçay Ortopedi Uzmanı olarak çalışıyorum , yaklaşık 3 yıldır koşuyorum spor sakatlıklarıyla 20 yılı aşkın bir süredir karşılaşıyor ve amatör veya profesyonel sporcuların problemlerine çözüm üretmeye çalışıyorum. Koşunun insan Sağlığı üzerine bi dolu etkisi olduğunu söylememe gerek yok. Fakat sizinde tecrübe ettiğiniz gibi sakatlık dönemleri bizi bu en çok sevdiğimiz şeyden uzak tutabiliyor. Yaşadığınız bel ve kalça çevresinde ağrı gündelik masa başında iş yapan herkesde karşılaşabileceği gibi (lomber disk hernisi,priformis sendromu) gibi sporcularda da sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.böyle bir problem ile karşılaşıldığında konservatif tedaviyi ön plana alan yaklaşımlar ilk tercih edilmelidir sizde konservatif tedavi denenmiş ve mini invaziv bir yöntemle tedaviniz devam etmiştir.burada eğer ciddi bir nöral hasar ile karşı karşıya kalma durumunda (düşük ayak idrar inkontinansı)olay cerrahi alternatifi gündeme getirecektir.tavsiyem;bir beyin cerrahisi uzmanının takibinde olmanız.Koşu sporunun bedenimiz üzerinde olumlu etkileri malum.fakat bu sporu yaparken izlediğimiz antrenman tekniğiyle de doğru orantılı,sakatlıklar sporcu için kaçınılmaz ne kadar uzun süre spor ile uğraşıyor olsak da bu işi profesyonel yapan herkesin başına sakatlık gelebilir.Amaç bu süreleri kısa tutmak sağlığımıza kısa sürede kavuşmaktır.koşuya hazırlanırken beslenme ve uyku dahil ısınma strecing,cross antreman,pilates yoga bir bütün halinde antrenman tablomuza eklenmelidir.yine mental hazırlık ve vücudun sesine kulak vermek(ben buna ne kadar hazırım?) sorusunu bu sürecin sonunda cevaplamalıyım.Yapılan spor ne olursa olsun eğer boş zamanımızda yapılan bir hobi ise amaç sadece kendimizle yarışmak olmalıdır.Yapılan araştırmalar gençlerde ani kalp ölümünün sadece uzun koşular sırasında olmadığını normal popilasyonda da olabileceğini gösterir.Geçen sene Antalya da ki koşu sırasında kaybettiğimiz arkadaşımız sadece bir örnektir fakat bu durum ‘’zaten ben koşuyorum,sağlıklıyım kalbimde bir problem yok bunun için kardiyo muayenesine ihtiyacım yok’’anlamıma gelmez.sizde ifade ettiğiniz için vücudunuzun bu ağır spor karşısında fazla yormuş olabilceğinizi ve dinlenmeyi unutmamanız gerektiği sonucu açıktır.Şöyle örnekleyecek olursak kişiden kişiye değişebilir her bedenin bir onarım süresi vardır ‘’dinlenmek (recovery time)’’koştuğunuz yarışın veya katıldığınız koşunun bir devamıdır.Sağlıklı keyifli koşular diliyorum.

  19. Mert geçmiş olsun. yazın her zaman ki gibi teknik. tıp genel anlamı ile bir yorum sanatıdır. bu şekli ile pozitif bilimlerin bir koşesinde durur, hatta alternatifi bile kurgulanır. oysaki tıbbın alternatifi yoktur, tamamlayıcısı vardır. Her neyse, Altay Özcan uzun uzun anlatmış fakat küçük bir kaç noktayı unutmuş sanırım. Sana bir FTR hekimi olarak tavsiyem daha radikal tedavilere başvurmadan konuyu ‘iyi’ bilen bir hekimden görüş alman olacaktır. Ne kadar okuyup ,bilgileri derlersen derle konuya genel bir bakışın olacak ve yüzeyelde kalma ihtimalin yüksek. hastalıklar kişiseldir ve kişilerin load-load capacity (yük-yüklenme) modelleri ile açıklanmalı, tedavi stratejileri ise ICF e göre yani functional statusa göre planlanmalıdır. Sana uygun tedavi ve tedavi hedefi ile diğer bir hastanın tedavi hedefleri aynı olmayacaktır. Tedavi planlaması kişisel yapılmalıdır. Bunun için dünya sağlık örgütünün tavsiye ettiği “Wilson and Cleary ” modeline göz atmanı öneririm.
    Diğer yandan artık ağrı algısı üzerinden uzunca bir zaman geçmiş olduğu için kronik ağrı gibi olumsuz bir duyum da işi karıştırmaktadır. Bu tür ağrılarda ağrı duyusunu ileten nöron bağlantıları düz bir hatta ilerlemek yerine çok dallanır – dolanır. (bunun nelere neden olabileceğini öğrensen şaşarsın) fakat diğer yandan öğrenmemek daha iyidir. Cahillik erdemdir bi anlamda.
    doku iyileşmesinin çeşitli modelleri ve süreleri, bu tip sorunlarda ağrıların temel nedenleri, sinir köklerini besleyen hareketler, egzersizler , sinirlerin beslenme anatomisi, fibrozis vs vs vs. daha bir çok konu var. tavsiyem işi bilen bir hekimi bulmandır. sevgilerimle. geçmiş olsun..

  20. Ah çok geçmiş olsun, umarım en kısa sürede iyileşirsiniz. Bu arada bilirim 3 4 ay koşmamanın ne demek olduğunu 🙁 başlamanın ve eski performansı yakalamanın nasıl zor bir durum olduğunu da

  21. Sizde bu irade ve bilinç olduktan sonra kesinlikle atlatacaksınız.. Daha sadece koşu dünyası adına yapacak çok işiniz var.
    Çok sevgi ve selamlar.. 🙂

  22. Merhaba,
    Çok geçmiş olsun insallah en kısa sürede sağlığınıza kavuşursunuz. Sizi çok iyi anlıyorum koşan biri olarak ama şunu unutmayın lütfen allah daha büyük dertlerden korusun.
    Saygılar

  23. Geri bildirim: Nereye kayboldum? | Ritim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir