Spartathlon 2017’ye Doğru

Spartathlon 2017’ye Doğru


On gün sonra sabah 7:00’de Atina’da, Akropolis’in basamaklarında bir yarış başlayacak. Bu, o yarışın 35. başlangıcı olacak ve 1983 yılından beri koşulan yarışın bu edisyonunda başlangıç çizgisinde olmaya hak kazanan 399 kişiden biri de benim. Sparta’nın meydanındaki Kral Loenidas heykeline dokunabilmemiz için bize verilen 36 saatlik süre içinde bu iki şehir arasındaki yaklaşık 246 kilometrelik yolda hep birlikte ilerlemeye çalışacağız. Bunların olacağını haber verdiğim yazının üzerinden tam olarak 5 ay geçmiş. O zamandan beri neler olduğundan ve neler yaptığımdan bahsetmek, biraz içimi dökerek yarışa hazırlıklarımdan birini daha tamamlamak istiyorum.

Yarış Hakkında

Önce, tekrara düşmekten çekinmeyerek bu yarışın ne olduğu ve nereden çıktığından çok kısa söz edeceğim. Koşacağım yarışın adı Spartathlon. Atina’dan başlayıp Sparta’da sona eren tek etaplı (yani bir kerede koşulan) 246 km (153 mil) uzunluğunda, neredeyse tamamı asfalt yollarda geçen bir parkuru var. 75 adet kontrol ve destek istasyonu içeren bu parkur için 36 saatlik bir zaman limiti var. Toplamı için olan bu zaman dilimine ek olarak her bir istasyon için de ayrıca zaman limitleri var. Bir ekibiniz varsa bu 75 istasyondan 14 tanesinde size destek verebiliyorlar. Yarış Cuma sabah 7’de başlıyor ve ertesi gün akşamüzeri 19’da tamamlanıyor.

Yarışın temeli, M.Ö. 490 yılında Perslerin saldırısı sırasında, kendileri gibi boyun eğmeyen Spartalılardan yardım istemek için Atinalıların bir uzun mesafe habercisini Sparta’ya göndermesine dayanıyor. Heredot, eserinde tam olarak şöyle yazmış:

“Kentten ayrılmadan önce, strategoslar, meslekten ulak olan Pheippides adında, ayağına çabuk Atinalı bir keruxü Sparta’ya yollamışlardı; bu adam, kendisinin Atinalılara anlattığı ve resmen bildirdiği üzere, Tegea üzerindeki Parthenion Dağı’na vardığı zaman, karşısına birdenbire tanrı Pan çıkmış, ‘Pheippides!’ diye ona kendi adı ile seslenmiş…”

Sonra şöyle devam etmiş:

“İşte strategosların göndermiş oldukları ve kendisine tanrı Pan’ın görünmüş olduğunu söyleyen Pheippides, Atina’dan çıktığının ertesi günü Sparta’ya vardı.”

Bu kısacık değinmelerde yarışla ilgili epeyce detay var aslında. Bunun böyle olmasını, bunları okuduktan sonra doğruluğunu test etmeyi kafasına koyan John Foden ve arkadaşlarına borçluyuz. 8 Ekim 1982’de gerçekleştirdikleri, 5 kişilik bir grup halinde Akropolis’ten Sparta’ya koşma girişimlerinin bir delili olarak, o denemede destek koşuculuğu yapan Phil Simmonds’ın yazdığı kısa raporda mesafeyi, John Scholte’ın 34.5, John Foden’ın 35.5 ve John McCarthy’nin 39 saatte tamamladıkları yer alıyor. Bu raporu okuyana kadar rota ile ilgili aklımda bir soru işareti vardı: 34 yıldır koşulan rota Corinth’ten sonra batıya ilerleyip Parthenion Dağı’nı geçiyor. Neden güneye inerek Sparta’ya daha kısa bir yoldan gitmek yerine böyle bir yol seçildiğini bilmiyordum. Raporun bir yerinde Simmonds: “Dağın tepesinde uzaklarda parıldayan Argos’un –düşmanın- ışıklarını görebiliyorduk.” diye yazmış. Buradaki düşman ifadesini görünce o dönemin Yunan şehirlerini gösteren haritalara baktım. Argos, Perslerle müttefik olmayı seçmiş bir şehir, yani Pheippides için düşman. Bu yüzden Argos’un kuzey ve batı sınırları etrafından dolaşmak için rotasını biraz uzatmayı ve zorlaştırmayı göze alıyor.

what-is-spartathlon-02-800x600
İşin tarihçesi ile ilgili daha detaylı okumak isterseniz önceki yazıya (ve o yazıda bahsettiğim diğer referanslara) göz atabilirsiniz. Ben şimdilik bu konuyu burada kesip hazırlık sürecimde neler yaptığıma geçeyim.

Hazırlık Dönemi

Antrenmanlarımı planlamadan önce ilk işim, böyle bir yarışa nasıl hazırlanılır diye düşünmek oldu. Bir buçuk gün ayakta kalıp, sıcakta güneş altında ilerleyecek kadar dayanıklı olmak ve bunu biraz acele ederek yapacak kadar da hızlı olmak gerekecekti. Aynı zamanda sert zemine yüz binlerce defa çarpıp bundan çok fazla zarar görmeyecek ayak/bacak sağlamlığı ve vücudun yığılmasını önleyecek bir merkezi (core) kuvvet gerekecekti. Önce çok karmaşık şeyler düşünüp planlasam da sonra aslında konuya çok daha basit yaklaşmak gerektiğini fark ettim. Sadece koşmam, uzun uzun koşmam yeterli olacaktı. Belki fırsat buldukça core ve üst vücut güçlendirme hareketleri eklenebilirdi ama onun ötesi gereksiz olacaktı. Tamam, uzun uzun koşulacak ama ne kadar uzun? Haftalık hacmi belirlerken kurallarım şunlardı: bir sonraki hafta da aynı şekilde koşabilmek için aşırı tükenme; mesaili bir işte çalıştığını unutma, iş, uyku ve koşu dışında da bir şeyler yapacak zaman ayır; sakatlanma.

Bu kriterler bir araya geldiğinde benim için haftalık hacim 150 km civarında belirdi. İznik’ten sonra bir hafta dinlenip, 1 Mayıs ile başlayan 3 haftalık hacim artırma aşaması geçirdim. Sonrasında ana bölüm dediğim 16 haftalık döneme girdim. Bu dönemde planım 3 hafta üst üste yüksek hacim tutturup bir hafta hacmi düşürdüğüm dinlenme haftalarından oluşan 4 haftalık 4 parça geçirmekti. Yüksek hacim haftalarında 145-160 km toplamları tutturmaya çalışacak, bunların hafta sonlarında da en az bir maraton mesafesi koşacaktım. İlk üç parçayı güzel geçirdikten sonra, son dinlenme haftasına Aladağlar yarışı denk geldi. Yarış sonrasında yeniden yüksek hacimli hafta olduğundan pek dinlenmeye fırsat bulamadım. Geçen bir iki ayda dayanıklılığım arttığından çok fazla yorgunluk hissetmeden o haftayı çıkardım ama hafta biterken belimde, kalçamın hemen üzerinde ciddi ağrılar başladı. Eğilip kalkarken çok fazla ağrı hissedince epey korktum. Büyük bir sakatlık yaşamak için çok kötü bir dönemdi. Bir yanda koşmaya bir süre ara verip antrenman bütünlüğünü, planını bozmak öte yanda kalıcı ve uzun süreli bir sakatlık yaşamak olunca insan stres hissediyor. Biraz sakin düşününce bütünlüğü bir kenara bırakmanın çok daha mantıklı olduğuna karar verdim. Ve 4 gün koşuya ara verdim. Yukarıda bahsettiğim 4 parçanın sonuncusu bu nedenle planlanandan biraz farklı oldu ama ağrılardan da kurtuldum. Yaşadığım sorunun nedeni, yetersiz tırmanış antrenmanıyla Aladağlar gibi zorlu bir parkura girmekti. Yarışta da zorlanmıştım ama yarış sonrasında dinlenmeden koşmaya devam etmek zayıf olan kaslarımı çok yıpratmıştı. Neyse ki dinlenme ve biraz masajla (eşime bu konuda minnettarım) 4 günde atlatabildim.
chrome_2017-09-18_16-57-031 Mayıs’tan bu yana 2520 kilometre koşmuşum. 20 haftanın ortalaması 125 km. Ana bölüm dediğim 16 haftalık kısmın toplamı ise 2157 km ve haftalık ortalaması 135 km. Mayıs başından bu güne kadar geçen 140 günün 120’sinde koşmuşum. En uzun aralıksız dönemim 27 gün sürmüş. 13 tane maraton mesafesi ve üzerinde koşum olmuş. Bunlardan biri Aladağlar yarışıydı. En uzun koşum Eymir’de 5 tur döndüğüm 53 kilometrelik antrenmandı. Bundan daha uzun koşmak devamlılığı bozabileceği için bence yeterliydi. Ayrıca tüm bu dönem boyunca haftada 3 defa çift antrenman yaptım, yani sabah ve akşam olacak şekilde iki koşu antrenmanım oldu. Bel/kalça ağrısı olana kadarki dönemde haftada 3 gün (çift antrenman yapmadığım günlerde) evde üst vücut ve core için güçlendirme antrenmanları da yapıyordum. O sakatlığın etkisiyle önce ara verip sonra tamamen bıraktım. Umarım eksikliğini yarışta çok hissetmem.

Bunları okuyan bazıları hacmin ne kadar fazla olduğunu düşünecek. Diğer bir grupsa böyle bir yarış için bu hacmin çok az olduğunu geçirecek içinden. Her iki fikre de katılıyorum aslında. İnsan böyle bir yarışa ne kadar hacimle hazırlanılır, bilemiyor. Bu yıl koşacak bazı koşucuları Strava’dan izledim. Kimisi haftalık 250 kilometrelik hacimler yaptı. Bazısı hafta sonu 80-100 km antrenmanları gerçekleştirdi. Kimileri iki haftada bir, sürekli yarış koştu. Ama herkesin, hedefi, kapasitesi ve hayatı farklı. Bu işin tek doğrusu yok. Bence ben, katılımcılar arasında ortalama seviyede bir hazırlık dönemi geçirmişimdir. Zaten şöyle bir bakınca “Bundan fazlasını yapamazdım.” diyebiliyorum. Zorlamanın, tükenmenin veya sakatlanmanın anlamı yok. Ana hedef, başlangıç çizgisinde sağlıklı bir şekilde yer almaksa yeterlidir diyebiliriz.

Okuduğum bir yazıda “Spartathlon, o gün Yunanistan’da koşulmuyor, her gün sabah saat 5’te koşuluyor.” gibi bir ifade vardı. Henüz yarışı koşmadım ama geçen bu 5 ayda yazarın ne demek istediğini net bir şekilde anladım. Okuduklarıma değinmişken, biraz da mental hazırlıktan söz edeyim.

Başlarda çok fazla bir şey okumamıştım ama son üç ayda bulabildiğim tüm yarış raporlarını okudum. Bir süre sonra İngilizce olanlar tükenince, Google Translate devreye girdi. Bazıları sadece motivasyon konusunda destek olsa da bazı raporlardan çok kritik bilgiler öğrendim. Zaferle, başarıyla bitenleri okuyunca yükselen moralim, bir istasyonda sonlanan yarışları okuyunca düştü. Rapor okumak dışında rotayı istasyon istasyon çalışmak, Google Maps veya Earth üzerinde yavaş yavaş ilerleyerek eğim grafiğiyle birlikte incelemek de çok yardımcı oldu.

Yapmaya çabaladığım bir başka şey de zihinde canlandırma çalışmalarıydı. Pozitif anlar canlandırarak motive olmak ve kendimi hazırlamak yanında oluşabilecek mücadele anlarını zihnimde canlandırarak ne tür önlemler alarak o anlardan kurtulacağım konusunda da çalıştım. Aslında bu konuda zorlandığım şeyler de oldu. Mesela, mesafenin belli noktalarına kadar düşünebildim, hayalimde canlandırabildim ancak bir türlü Nestani’den ötesine gidemedim. Yarışın son kısımlarını da canlandırabiliyorum ama 175-225. kilometreler arasını bir türlü beceremedim. Nedenini bilmiyorum ama hala bu konuda eksiğim var ve hala bu konu üstünde çalışıyorum.

İstatistikler

Kim nasıl ve ne kadar hazırlanırsa hazırlansın, yarış 29-30 Eylül’de koşulacak ve o gün hava/yol koşulları, koşucuların yaptıkları ya da yapmadıkları kimlerin Sparta’ya varabileceğini belirleyecek. Bir kısmı şansla bir kısmı stratejiyle belirlenecek. Biliyoruz ki bu yarışın ortalama bitirme oranı %40. Başlangıç listesinde 399 kişi var ama diyelim 350 kişi gerçekten başlayacak. Bu durumda 140 kişi yarışı tamamlayabilecek. Ben bu grubun içinde olabilmek için elimden geleni yapacağım ama 210 kişinin de yolda bir yerlerde hayallerine veda edeceği gerçeğini unutmamak gerek. Bazı yıllar bu ortalama %50’nin üzerinde de olmuş ama bazı çok zorlu yıllar var ki (1987, 1991 ve 2012 gibi) bitirme oranları %23. Umarım bu yıl öyle ekstrem bir yıl olmaz. Bir istatistiğe göre dağa ulaşmışsanız (160 km) bitirme olasılığınız %87, Nestani’ye (172 km) ulaşmışsanız %92, Alea Tegea’ya vardıysanız da %95. Demek ki önemli hedefler buralar olmalı.

2015 yılındaki bir istatistiğe göre (yani sadece 2016 verileri dahil değil) Spartathlon 1341 tekil koşucu tarafından 2256 kez bitirilmiş. Birçok koşucu sadece bir defa koşup bitirmiş olsa da 5-6 defa, hatta 20 defa bitiren dahi var: Karl Hubert 20, Low Andras 19 kez bitirdiler ve bu yıl da başlangıç listesinde isimleri var. Bütün bitirenlerin yaş ortalaması 43,1, en genç bitiren 19 yaşında ve en yaşlı bitiren ise 75 yaşındayken bitirmiş.
whatsapp-image-2017-09-08-at-10-06-36.jpeg
Bu yıl 50 farklı ülkeden katılımcı var. Bunlardan 21 tanesinden (Türkiye de onlardan biri) sadece bir koşucu var. Yunanistan, Japonya, Almanya, İngiltere, İtalya, Macaristan, ABD, Polonya, Fransa, Finlandiya ve Çek Cumhuriyeti ise 10’dan fazla katılımcısı bulunan ülkeler. Zaten Yunanistan ve Japonya’nın 60, Almanya’nın 35, diğer her ülkenin 25 kişilik kotası var. Bu sene Yunanistan, Japonya, Almanya, İngiltere ve İtalya bu kotalarını neredeyse doldurmuş durumda.

Bazı ülkelerin Spartathlon için özel logoları ve bu logolarla tasarlanmış özel tişörtleri oluyor. Aykut ve Kerem de geçtiğimiz yıl bir logo tasarlamışlar ve tişörtlere bastırmışlardı. Bu yıl ben de aynı logo ile koşmak istedim. Sağ olsun Kerem logodaki yılı 2017 ibaresi ile değiştirdi ve bizim de (benim ve destek ekibinin) tişörtlerimiz hazırlandı. Bence şu ana kadar yapılmış en güzel Saprtathlon logolarından biri olan bu çalışma için Kerem’e ve Aykut’a teşekkürler.

Yarış

Aslında yarışla ilgili ilk hedefimi şimdiden gerçekleştirdim diyebilirim. Önceden belirlediğim çalışma planına neredeyse tamamen sadık kalabildim ve buna rağmen sakatlanmadan bugüne kadar gelebildim. İkinci hedef, yarışa başlayabilmekti. Büyük bir aksilik olmazsa onu da gerçekleştirebileceğim sanırım. Sonraki ilk hedef ise 36 saatten önce Sparta’ya varabilmek. Gülerek ve sağlıkla demiyorum dikkat ederseniz, hedef sadece oraya varabilmek. Sağlıklıysam ve halen gülebiliyorsam zaten çok büyük zafer olacak. Zamanla ilgili hiçbir planım veya düşüncem yok. Yarış o kadar uzun ki, neler olabileceğini kestirmek imkânsız. Yorulacağım, tükeneceğim ve ağrılar hissedeceğim gerçek, bunlardan kaçmak sanırım mümkün değil. Yapabileceğim en iyi şey, ayaklarda su toplaması, sürtünmeden kaynaklanan tahriş, az veya çok sıvı ya da elektrolit tüketmek ve az yemek gibi yanlışlardan mümkün olduğunca kaçınarak ek sıkıntılar oluşmasını engellemek olabilir.
Screen Shot 2017-09-18 at 20.35.54
Yarışın birçok koşucuya göre negatif olan iki yönü –tamamen asfaltta koşulması ve müzik dinlemenin yasak olması- beni negatif etkilemiyor. Çünkü zaten asfaltta koşmayı seviyorum ve uzun zamandır müziksiz koşuyorum. Bunun anlamı, yarışta bunlardan muzdarip olmayacağım değil ama en azından zihinsel olarak, hazırlık aşamasında bunları düşünüp çok fazla sorun etmiyorum. Hazırlık aşamasında antrenmanlarımın %70’ini asfaltta, %20’sini pistte ve kalanını da patikada yaptım. Asfaltta koşarken mümkün olduğunca trafiğin aktığı yerlerde, yol kenarında ve kaldırımlarda koşmaya çalıştım. Bunun beni az da olsa yarıştaki koşullara hazırladığını söyleyebilirim. Uzun koşularımda yalnız olduğumda dahi müzik dinlemedim, genellikle yarışın belirli bölümlerinde olduğumu düşünerek ve o anı hissetmeye çalışarak koştum. Uzun süre müziksiz, asfalt bir zeminde, trafiğe yakın koşabileceğime inanıyorum.

Koşularım sırasında en çok düşündüğüm şeylerden birisi mesafeyi kafamda nasıl böleceğimdi. Üç tane 80 km mi düşünmeliyim, yoksa yaklaşık 6 maraton mu? Ya da 24 kilometrelik 10 tur gibi mi hayal etmeliyim yoksa geçen sene İsveç’te koştuğum 100 mil yarışındaki 16 kilometrelik turlardan 15 tane olarak mı görmeliyim? İstasyonları mı saymalıyım yoksa kalan kilometreye mi odaklanmalıyım? Aslına bakarsanız buna çok karar verebildiğimi söyleyemem. Belki de hiçbirini düşünmeyip ultra maratonların genel kuralı olan, “Sağ ayağını ileri at, sonra sol ayağını ve bunu yarış bitene kadar tekrarla.” kuralını işletmek en güzeli.

Zaman limitlerinin acımasızlığı konusunda çok şey okudum ama okuduğum raporlardan sadece birinde özellikle altı çizilmiş bir konu var. Aslında zaman limitleri sabit bir acımasızlıkta değil. İlk 80 kilometre çok daha acımasız. Bahsettiğim rapor, bunun farkında olmayan (ya da bunu unutan) ve yarışın başında zaman limitleri ile biraz fark yaratmaya çalışan birçok koşucunun bu erken çabasının bedelini sonradan ağır ödediğinden söz ediyor, ilk bölümde zaman limiti ile farkı açmaya çalışmak yerine biraz daha sakin ilerleyip ikinci 80’e daha az yıpranmış girilebileceğinin altını çiziyordu. Bu “panik yok” uyarısını unutmamaya çalışacağım. Sonrası zaten bilinmezlik.

Bu yarışın hem fiziksel gerçeklerine ve zorluklarına hem de tarihine saygı duyuyorum. Ultramaraton dünyasında özel bir yeri olduğu yadsınamaz. Birçok koşucunun hayali ve/veya korkulu rüyası. Tüm bunların bilincinde olarak bir yandan yapabildiğim kadarıyla orada olmanın keyfini çıkaracak bir yandan da bu meydan okumayı zaferle sonlandırmaya çabalayacağım. Başlayan her 10 kişiden sadece dördünün bunu yapabileceğinin farkındayım. Umarım onlar arasında olurum, umarım güzel bir şekilde sonlanır ama nasıl sonlanırsa sonlansın bana katacağı çok şey olduğunu biliyorum ve asıl bunun peşindeyim.

“Spartathlon 2017’ye Doğru” hakkında 9 yorum var

  1. Sevgili Mert Derman ayaklarına ve zihnine kuvvet! Böyle bir disiplinli bir hazırlık dönemi de sana yakışandı. Şimdiden tebrik ederim.

  2. Mark Minasyan’in samimiyetine ve betimlemelerine inanmamak, tebessum etmemek namumkun.
    Hepimizin hayalini Aykut Hoca gerceklestirdi hem de 3 defa! Sira sende Mert Derman! 10 kisiden 4’u ve hatta fazlasi olabilecegine hepimiz can-i gonulden inaniyor ve seni sonuna kadar destekliyoruz!
    Git ve Kral Loenidas’a Pheippides’un yaptigi gibi o anlamli mesaji ilet! Kendinle yaris, limitlerini zorla, keyif al! Boyle bir ani kac kisi ve ne kadar siklikla yasabilir emin degilim ama Spartathlon videolarinin sonunda tum Yunan halki ile birlikte pek cok farkli ulkeden insanin ayni duygulari paylasarak aglamasi ve birbirlerine sarilmasi o kutsal suyu icerken beni hep cok etkilemisti!
    Git ve 246k’yi paramparca et!

  3. 5 ay disiplinli ve rakamlara bağlı çalıştıktan sonra mantık ve gerçek ötesinin iç içe geçtiği 1,5 güne hazırsın. Rakamlar eriyecek ve yüreğinle, zihninle devam edeceksin. Sonra konuşuruz koşması mı rapor azması mı daha uzun sürüyor diye..

  4. Kaleminiz gibi ayaklarınız ve psikolojiniz de güçlü olsun.Başaracağınıza inanıyorum ama bir sorun olursa bile deneyimlediğiniz yere kadar keyif almanızı dilerim.Önemli olan niyet etmek, yola cıkmak ve siz bunun farkındasınız.Tırmanış deneyimi olmadan Aladağlar Sky Trail’ i koştuktan sonra bu da sorun olmayacaktır bence.Sağlıkla ve keyifle koşun ve raporu bir an önce okuyabilelim.

  5. Sevgili Mert, antrenmanlarını Strava’dan heyecanla takip ediyorum. Sağlıklı bir start ve finish dilerim. Yarış raporunu sabırsızlıkla bekliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir