Black River Run 100 mil yarış raporu

Black River Run 100 mil yarış raporu

We choose to do these things, not because they are easy, but because they are hard. _JFK

Bütün bunları kolay oldukları için değil, aksine zor oldukları için seçtik. _JFK

2016 yılı için iki önemli hedefim vardı; biri maratonu üç saatin altında bitirmek, diğeri ise bir 100 mil yarışı koşmak. Blogu takip edenler, ilkinin artık benim için ilginç bir çekişmeye dönüştüğünü, bir türlü o hedefime ulaşamadığımı zaten biliyorlar. Uzun mesafe koşusunun bana öğrettiği en güzel şey sabretmek, o nedenle o ilk hedef için uygun zamanın gelmesini sabırla beklemeyi sürdürüyorum. İkinci hedef için de sabretmem, sabırla çalışmam ve onu yapacak duruma geleceğim zamanı beklemem gerekiyordu. İşte ben o zamanın 2016 yılı olduğunu düşündüm, çalıştım ve 17-18 Eylül 2016 hafta sonu, ilk 100 mil yarışımı koştum.

Black River Run 2016 öncesi
Yarış başlamadan hemen önce

100 mil nereden çıktı?

Aslında olaylar şu yazıyı (100 Mil hala ultramaratonlarda o özel mesafe mi?) okuduğum gün başlamıştı. Yazıda, Stephanie Howe’un ilk 100 mil yarışını koşana dek kendisini bir ultramaraton koşucusu gibi hissetmediğini söylediğinden bahsediyordu. Sanırım 100 mil fikri ilk olarak o cümleyi okuduğumda aklıma düştü. Inception filmindeki gibi, o fikir derinlerde bir yerde büyüdü, büyüdü ve 2015 yılı sonunda şu yazıya (100 mil, yeni maraton mu?) denk geldikten sonra artık bilinçli bir şekilde bu hedeften söz eder oldum. Bahsi geçen yazılarda ele alınan konular tartışmaya açık, o nedenle o konular hakkında bu yazıda çok fikir belirtmek istemiyorum ama benim 100 mil maceramda etkili olduklarından burada referans vermek istedim. Tabii koşu geçmişimi bilmeden bu yazıyı okuyanlar için bu mesafeye ulaşana kadar iki 80 km, bir 100 km yarışı koştuğumu, iki defa da kısa mesafeli ama uzun zaman alan sky trail yarışı (Aladağlar1 ve Aladağlar2) koştuğumu belirtmem gerek. Daha önceki yarışlarım için sonuçlar sayfasına göz atabilirsiniz.

Yarış seçimi

Hedefi belirlemiştim belirlemesine ama hedefin netleşmeye ihtiyacı vardı. Çünkü “100 mil yarışı” sadece bir mesafeyi içeriyor, oysa bu yarışlar çok fazla çeşitlilik içeriyor. Dağlık coğrafyalardan geçtiği için yükseklik kazanımı binlerce metreye varanlar, düz bir bölgede çok az yükseklik kazanılanlar, tek devasa bir turdan oluşanlar, bir yerde başlayıp uzakta başka bir yerde bitenler, zor zeminlerde koşulanlar, asfalt yollarda düzenlenenler veya iki, beş hatta on turdan oluşanlar var. Ben öncelikle bu mesafeyi kat etmek, ama kat ederken de olabildiğince çok koşmak istiyordum. Yükseklik kazanımı çok olan yarışların daha fazla tercih edildiğini biliyorum. UTMB ve alt yarışlarında olduğu gibi zorlayıcı bir coğrafyada, sürekli patikalarda geçen yarışlar koşucular tarafından daha çok seviliyor ve tercih ediliyor. Kesinlikle çok zorlayıcı oluyorlar ve her biri gerçekten büyük meydan okumalar. Ama bu zorluk beraberinde, uzayan süre ve uykusuzluğu da getirdiğinden yarışın büyük bölümünde yürümeyi gerektiriyor. Bu şekilde bir zorlukla mücadele edip onu yenmeyi istemek saygı duyduğum bir şey ve yapanları her zaman takdir ederim. Benim istediğim ise bundan farklı bir şeydi, hızlı bitireceğim, sadece mesafeye zamanla meydan okuyabileceğim bir yarış koşmaktı. Bu nedenle öncelikle yükseklik kazanımı fazla olan yarışları eledim. Zemin ve çevre zorluğunu da aradan çıkarmak için yarışları kazananların sürelerine bakıp birincisinin zamanı 17-18 saatin üzerinde olan yarışları da eledim. Böylece gücüm oldukça büyük kısmını koşabileceğim yarışları aldım listeme. Kayıtlarını kaçırdıklarımı veya çok uzak olduğu için gidemediklerimi de çıkarınca az sayıda olasılık kaldı elimde. Lojistiğin ve desteğin kolay olacağını düşündüğüm için turlu yarışlara odaklandım. Tüm bu koşullara uyan, gidebileceğim, kayıt olmakta zorlanmadığım yarış İsveç’in Västerås kentinde çıktı karşıma. 10 millik (16,1 km) 10 turdan oluşuyordu yarış. Yükseklik kazanımı her turda 100-150 m civarı yani toplamda maksimum 1500 m gibi düşük bir değerdeydi. Her türlü zemini barındırıyordu parkur ve %13 oranında asfalttan oluşuyordu. Biri büyük 3 istasyonu vardı. Geçmiş versiyonlarına bakınca katılımın çok az olduğunu, çoğunlukla İsveçlilerin koştuğu yerel bir yarış olduğunu anladım. Küçük ve yerel bir yarış benim de tercihlerime uyduğundan hemen kaydoldum.

Hazırlık süreci

Hedef belirleyip, yarış seçip kaydolmak işin büyük bir kısmı olsa da en zor kısmı değil tabii ki. En zoru bu hedef doğrultusunda bir plan çıkarıp bu plana uyarak çalışıp hazırlanmak. 100 mil yarışları için de diğer mesafeler için olduğu gibi programlar var (8 tanesini şurada görebilirsiniz) ama ben böyle bir yarış için hazır bir programı alıp olduğu gibi uygulamanın çok doğru olmadığını düşündüğümden tüm programları inceleyip, birkaç tanesini harmanlayarak kendime uyan bir plan ortaya çıkardım. 23 mayıstan başlayıp 17 hafta sürecek bir programdı bu. Teknik ve hıza yönelik antrenman hiç koymadım plana. Planıma göre, haftada 5 gün koşacak, hafta içlerinde elimden gelirse bir veya iki defa aynı gün çift koşu yapacak ve hafta sonları da üst üste (back-to-back, b2b) uzunlar koşacaktım. 16 haftada 1350 km koştum, ortalama yaklaşık 85 km ediyor ama içinde bir hastalık haftası bir de malum nedenlerden ötürü koşamadığım Erciyes Ultra’nın olduğu hafta var. Bunları çıkınca ortalama 94 km gibi bir haftalık hacim oluşturmuş olduğum görünüyor. 7 hafta 100 veya daha çok km koşmuşum, en yüksek noktayı da 120 km’de bulmuşum. Tek seferde en uzun koşum 53 km oldu ama süre olarak Aladağlar Sky Trail’de 8,5 saat süren bir antrenman yapmış oldum. Antrenmanlar sırasında bir de pistte maraton koştum. 6 defa hafta içi bir gün çift antrenman yapabildim. Bayram tatilinde de hafta içi 3 gün üst üste çift antrenman yapma fırsatım oldu. Hedef yarış için önemli olmadığından antrenmanlarda yükseklik kazanımını çok önemsemedim ama yine de her hafta kilometre başına 10-15 metre civarında tutmaya çalışım. Erciyes ve daha da önemlisi Aladağlar yarışları yaklaşınca bu rakamı 25-30 m/km civarlarına çekmeye çalıştım. Bu hem o yarışlar için gerekliydi hem de beni güçlendirdi. Tüm bu plan belki kimilerine göre yetersiz, kimilerine göre fazladır bilemiyorum, ama önemli olan bana ve benim hayat koşullarıma uyanın bu olması. Zaten 160 kilometreyi düşününce ne kadar koşarsam koşayım yetersiz olacakmış gibi geliyor insana, o nedenle koşmaktan çok işin zihinsel hazırlığına odaklanmak daha mantıklı sanki.

İsveç’e gidiş

Yurt dışında bir yarış demek muhakkak önem verdiğiniz bir yarış demek. Hal böyle olunca planlaması, seyahati, konaklaması ve diğer detayları hep stresli oluyor benim için. Çünkü en ufak bir hata tüm yıl hazırlandığınız yarışı kaçırmak veya yarışa eksik malzeme ile katılmak demek. Kalacak yer seçmek, uçuşları ayarlamak, aktarmalar, transferler ve tüm o koşuşturmaca yarıştan çok geriyor beni. Belki de böylesi daha iyi oluyor, çünkü yarış heyecanı bunların gerisinde kalıyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en büyük desteğim eşim, Başak. Tüm hazırlığı birlikte yaptık, beni hep gerginlikten uzaklaştırmaya çalıştı ve başardı da. Bu yarış söz konusu olduğunda benim için hem antrenman arkadaşı, hem asistan, hem beslenme uzmanı, hem psikolojik destek, hem yarış destek ekibi (crew), hem de pacer oldu (zaten bu blogun editörü de kendisi). Yarış öncesi ve seyahat sırasında sürekli “Biz bu işi yaparız Mert ve yapacağız da.” diyerek moralimi hep yüksek tuttu. Yanınızda böyle çok yönlü bir yardımcı olunca yapamayacağınız şey yok zaten.
Västerås’a ulaşmak için İstanbul aktarmalı olarak Arlanda Havalimanı’na uçtuk. Orada bir araç kiralayıp 110 km uzaklıktaki Västerås’a geçtik. Kalacağımız yeri şehir merkezine uzak ama yarış alanına yakın seçmiştik. Zaten çok büyük bir şehir olmayan Västerås’ın bir de dışına doğru bir bölgede olunca inanılmaz sessiz ve sakin bir ortamda yarışı bekleyebildik.

Black River Run 2016 parkuru
Parkurda zeminin gece zorladığı bölümler

Parkur

Yarış 16.1 kmlik büyük bir turda düzenleniyor. Başlangıç alanı şehrin dışında bir ormanın içinde. Organizasyonun sahibi olan koşu kulübünün ormanın girişinde bir kulübesi var. İçinde soyunma odaları, tuvaletler ve büyük bir odanın bulunduğu kullanışlı bir bina. Yanlış anlamadıysam hem koşu kulübü hem de orienteeringciler kullanıyor bu binayı. Hemen binanın yanındaki alanı başlangıç, bitiş ve ana istasyon olarak kullanıyorlar. Bu alanın yanında büyük bir araç park yeri ve bir de fast food satan küçük bir restoran var. Bu detaylar koşuculara destek verecek olan ekipler için çok önemli olduğundan altını çizmek istedim. Biz de kiraladığımız arabayı hemen bu ana istasyonun yanına park ettik. Böylece hem bagajını yarış sırasında ihtiyaç olacak tüm ıvır zıvır için kullanmayı hem de bütün gün bana destek verecek olan Başak’ı soğuktan ve yorgunluktan uzak tutmayı planlamıştık.
Parkur ormana girerek başlıyor. Başlangıçta ezilmiş topraktan düzgün geniş bir patikada başlıyor, ama kısa süre sonra orman zemini zorlayıcı bir hal alıyor. Topraktan çıkmış yaklaşık 10-15 cm yüksekliğe ulaşan ağaç kökleri ve bundan daha yüksek taş ve kayalar bu zemini çok dikkatli koşmayı gerektiriyor. Ormanlık alan ağırlıkla bu şekilde zemine sahip olsa da ara ara düzgün patikalara da giriliyor. Bu kısım yaklaşık 4,5 km kadar sürdükten sonra ormandan çıkılıp stabilize bir yola ulaşılıyor. İlk istasyon 6. km’de. Burada sadece su ve sporcu içeceği var (Tailwind isimli, Türkiye’de adını duymadığımız bir marka). İstasyondan sonra işlek bir asfalt yoldan karşıya geçiliyor. Burada kontrol sizde, arabaları gözetleyip dikkatlice geçme sorumluluğu size bırakılmış ama yine de gündüz en işlek zamanlarda bir gönüllü, arabaların dikkatini çekip yavaşlamalarını veya durmalarını sağladı. Yol geçişinden sonra düzgün bir ince patika başlıyor (single-track). Bu patika 2,5 km nehir kıyısında ilerliyor. Yarışın ismi bu nehirden geliyor; Black River (Siyah Nehir, gerçek adı; Svartan). Bir yanda nehir bir yanda büyük tarlalar var ve çok güzel manzaralar koşuya eşlik ediyor olsa da 5-6 tur sonra bu kısım benim için en sıkıcı bölüm halini aldı. Çünkü 2,5 km boyunca neredeyse hiç değişmeyen bir yol ve çevre var. Birkaç kez geçmek güzel, gün batımına yaklaşınca ayrı bir güzel, ama turlar ilerledikçe geçmek bilmez bir tekdüzeliğe dönüşüyor. Buradan sonra hobi bahçelerinin olduğu bir alandan yine toprak yoldan koşuluyor, ama 750 metre sonra asfalt bir yola çıkılıyor. Burası asfalt ama araç trafiği yok, park içinde bisikletler için yapılmış. Bu yol, önce park ve tarlaların arasında sonrasında bir mezarlığın içinde 2 km kadar devam ediyor. Mezarlıktan sonra yine toprak bir yoldan şehre yaklaşılan bir kısım var. Büyük bir viyadüğün altına varıldığında nehrin kıyısından gidilip karşı kıyısından dönülecek bir bölüm başlıyor. Yaklaşık 1,3 km şehir merkezine ilerleyip yine aynı miktarda geri dönüş var. Büyük kısmı nehir kıyısında koşanların ve bisiklete binenlerin olduğu toprak patikalar olsa da ara ara asfalt veya beton kısımlar da var. Bu git-gelin sonunda ikinci istasyon var. Burası daha çok bir kontrol noktası, ama su da alabiliyor koşucular. Aynı viyadüğe geri dönüldüğünde kısa bir merdiven ile yoldan uzaklaşıp ormana ulaşılıyor. Burası başlangıcın olduğu orman ve ana istasyona kadar hafif hafif sürekli yükseliyor. Başlangıçta çok önemli gibi görünmese de bu yükselen 2 km’lik kısım sonraki turlarda kendini hissettiriyor.

Black River Run 2016 öncesi brifing
Yarış öncesi İngilizce brifing

Malzeme tercihi

Sıvı alınabilecek istasyonlar arası çok kısa olsa da bu kadar uzun sürecek bir yarışta insanın başına ne geleceğinin belli olmaması, yanımda su taşıma gereği hissettirdi. Bir yerde başıma bir şey gelse, çok uzun süre yürümek zorunda kalsam ya da istasyonlarda bir aksilik olsa ve su kalmasa suya ihtiyacım olabilirdi, bu yüzden yanımda 400-500 ml su taşımaya karar verdim. Ya elimde taşıyacaktım ya da UD AK koşu yeleğinde. Havanın değişkenlik gösterebileceğini, ormanlık alan ile açık alanların farklı olabileceğini düşününce yanımda yedek bir tişört ve hafif bir rüzgârlık taşımanın mantıklı olacağı geldi aklıma. O halde koşu yeleği en mantıklı seçimdi. Küçük ceplerine hem normal hem de domatesli jeller koydum. Birkaç dextro tableti ve bir adet de protein barı taşıyabildim böylece. Yanımda her durum için kıyafet vardı. Yarış günü sabah hava serin ama güneşli göründüğünden kısa tayt ve uzun kollu tişört seçimini yaptım. İçime yine kısa kollu bir fit tişört de giydim. Bu seçimler ilk 5 tur içindi. Sonrasında gün batarken bunları yeniden gözden geçirip değiştirebilirdim nasılsa.
Koşuyu kaydetmek için Garmin 910XT saatimi kullanacaktım ancak 15 saat ve üzerini kaydetmeme olasılığı yüksekti. Bunun için malzemelerin arasına küçük bir powerbank ve saatin şarj cihazını da ekledim. İlk beş turdan sonra herhangi bir turda powerbanki elimde taşırken saati şarj etmeyi planladım. 910XT aktivite sırasında şarj edilebiliyor. Bu sırada verileri göremiyorsunuz ama kayıt devam ediyor. Bunun yapılabildiğini bilsem, okusam da yarışa gitmeden önce bizzat iki antrenmanda denedim.
Ayakkabı olarak, bence ayakkabıların İsviçre çakısı olan Kayano’yu tercih ettim (Kayano 21). Çok uç zemin koşulları hariç her türlü zeminde ve mesafede denemiş ve çok rahat etmiştim. Elimde 500 km’ye yaklaşmış bir tane olmasına rağmen yarış yaklaşırken bir tane daha edindim. Yarışa bu yeni olanla başlayacak, gerekirse son turlarda eski olana geçecektim. Aynı numarada olsalar da eski olan iyice genişlemişti. Böylece ayağım şişer veya su toplamaları nedeniyle çok rahatsız olursa onu kullanabilecektim. Bu saydıklarımı kuşandım, kalanı arabanın bagajında küçük bir valize yerleştirdik. Cumartesi sabah saat 09:30’da başlangıç alanındaydım.

Black River Run 2016 brifing
Yarış brifinginin sakince verilişi

Yarış sabahı ve başlangıç

Aynı gün 20 mil, 50 mil ve maraton mesafelerinde de yarış vardı. 20 mil yarışı 9:30’da başladı. Maraton 13:00’te farklı bir noktada başlayacaktı. 50 mil koşucuları ise bizimle birlikte 10:00’da başlayacaklardı. Katılım sayısı toplam 130 kişi civarındaydı. Başlangıç alanının sakinliği çok hoşumuza gitti. Başak’la hep Türkiye’deki yarışların başlangıç ve bitiş alanlarındaki karmaşadan, gürültüden şikâyet ederiz. Nedense müzik hep yüksek seslidir. Mikrofonda konuşanlar hep bağırır, kendini duyurmak ve dinletmek için bağırmak zorundadır. Ama burada her şey o kadar sakin ve sessizdi ki, yarış öncesi bu bana çok iyi geldi. Müzik çalıyordu ama sesi, dinlemek istemeyenin duymayacağı, dinleyip motive olmak isteyene ise yetecek yükseklikteydi. Yarış direktörü, Bo Johansson saat 9:40’da İngilizce kısa bir brifing verdi. Sakin, küçük ve sessiz bir sohbet kıvamında her detayı anlattı. Sonra mikrofonu alıp İsveççe brifinge geçti. Bağırtı çağırtı olmadan, itiş kakış olmadan herkes her konuyu rahatlıkla duydu, dinledi.

Yarışta RF yeteneği olan çipler kullanılacaktı. Ana istasyona giriş ve çıkışta, diğer istasyonlarda da birer tane olacak şekilde 4 okuyucu vardı. Bu okuyucuların 3-4 metre yakınından geçmek yeterli denildi. Başlangıçta çip okuması olmasın diye start bu ana istasyonun 50 metre arkasında bir patikadan verilecekti. 5 dakika kala hep birlikte oraya yürüdük. Yarış direktörü ayağıyla yere bir çizgi çekti 🙂 Bir yandan saatin tam 10:00 olmasını beklerken bir yandan da koşucuları yere çizdiği çizgiye davet ediyordu, ama kimse en öne geçmek istemiyor, birkaç adım geride bekliyordu. Bu da bana çok yabancı geldi. Ülkesinde 130 km yarışlarında bile itiş kakış yaşanan, ultramaratonlarda dahi geri sayım bitmeden ileri atılan koşucular gören biri olarak şaşkınlıkla bekledim. Saat tam 10:00’da yarış sessizce başladı.

Black River Run 2016 startı
Startın sakinliği

Yarış

Kafamda yarış için net bir plan yoktu. Tek düşüncem hep pozitif kalmak, ne olursa olsun moralimi bozmamaktı. İlk hedefim yarışı tamamlamak olsa da (cut off 30 saat) 24 saatten önce bitirip, bunu yapabilenlere verilen kemer tokasını almak istiyordum. Daha iyisini yapabilirsem, 20 saatin altına inebilirsem ne güzel olurdu. Hatta 18 saatin altını bile hayal ettiğim olmuştu. Yarışlara hızlı başlama hatası benim alametifarikam oldu neredeyse. Kendimi bu konuya ne kadar hazırlasam da beceremiyorum. Tüm turları 1,5-2 saat aralığında koşmak istiyordum. Hiçbir turu 1,5 saatin altında koşmak gibi bir niyetim yoktu. Yarış başlarken kendimi çok iyi hissediyordum, hava nefisti ve patika harika görünüyordu. Bir süre grupça koşuldu, ama sonra -nedense hep böyle oluyor- tam benim olduğum yerden ayrılma yaşandı. Öndeki grupta kalmıştım. İsveççe konuştuklarını duyduğum ve her dönüşü sanki çok iyi biliyorlarmış gibi döndüklerini gördüğüm için parkuru tanıdıklarına ikna oldum. En azından orman içinde onlara takılıp parkurun o kısmını öğrenmeye karar verdim. Ama takıldığım grup giderek hızlandı. Artık arkadaki gruptan iyice koptuğumuzdan iş işten geçmişti. İlk 6 km’yi onlarla gittim ama ortalama peys 5:10 civarlarına gelmişti. İlk istasyondan sonra peşlerini bıraktım. Nasılsa artık işaretler ve yol daha belirgindi. Sakinleyip ilk turu rotayı iyice öğrenmek için kullandım. Ne kadar sakinlesem de ana istasyona 1:26’da gelmiştim. Aklımdakinden neredeyse 10 dakika daha hızlı. Hızla bir şeyler atıştırıp, Başak’la kısaca konuştuktan sonra (1 dk 10 sn) devam ettim. İkinci turda ve devamında genelde yalnız koştum. Sürekli birilerini geçiyor veya birilerine geçiliyordum ama çoğunlukla göğüs numaralarını göremediğimden 50 mil mi, 100 mil mi koştuklarını anlayamıyordum. İkinci turda orman içi rotayı öğrendiğimden emin oldum. Artık hem işaretlere alışmıştım hem de yolu iyice öğrenmiştim. İkinci turu da beklediğimden hızlı geçip (1:31) ana istasyonda neredeyse durmadan (1 dk 47 sn) devam ettim. Kendimi çok rahat hissediyordum. 32 km koşmuş gibi değildim kesinlikle. Sanırım rotanın bazı bölümlerinin güzelliği, çevrenin ve zeminin değişkenliği tam aradığım şeydi. Üçüncü turda hava biraz sıcaklaşsa da hala koşmak için idealdi. İlk maraton mesafesini yanlış anımsamıyorsam 4 saatin biraz altında tamamladım. O turda daha da sakinleşmeye çalıştım ama yine 1:33’de ana istasyona geldim. Başak, “Çok hızlı gidiyorsun, planın çok önündesin.” diyerek beni uyardı. Yarış öncesi onunla konuşmuştuk; her geldiğimde bana sorması ve anımsatması gerekenler konusunda anlaşmıştık. Bu da onlardan biriydi.
Bir diğeri sağlıkla ilgili bir sorunum olup olmadığını sormaktı. Kötü bir şey yoktu ama garip bir his vardı karnımda. Yarışta bağırsak sorunları yaşamam olası olduğundan başlamadan bir saat kadar önce Imodium almıştım (bağırsak fonksiyonlarını yavaşlatan bir ilaç). İlacın yan etkisini daha önce görmediğim için bunu planlamıştım. Gerekirse yarışta da almak için yanımda taşıyordum. İkinci ve üçüncü tur sonlarında Başak’a bağırsaklarımda garip bir his olduğundan, sanki olağan dışı bir hareketlenme olduğundan söz ettim. Bunun için bir neden yoktu ama ana istasyonda ve ilk istasyonda sunulan sporcu içeceğinden bolca tüketiyordum. Oysa daha önce kullanmadığım bir şeydi. Ondan şüphelendim. Başak “Belki bir tane daha alsan iyi olur.” deyince bir ilaç daha aldım. Ondan sonra bir daha bağırsaklardan hiç mesaj gelmedi. Üçüncü defa ana istasyondan çıkarken bu küçük his dışında çok iyiydim. Dördüncü tur kendime şöyle dedim “5. tur bitene kadar hiçbir şey düşünme, çevreyi izle ve adapte olmaya çalış, ondan sonra zaten yalnız koşacağın 2 tur var, sonra Başak’la koşacaksınız”. Bu bana güzel bir motivasyon sağladı. Gerçekten 5. tur bitene kadar nasıl koştum hatırlamıyorum bile. Tek anımsadığım son iki kilometrelik kısma geldiğimde resmen duvara çarptığım. Çok uzun süredir bu kadar net duvara çarpmamıştım. Bir anda enerjim sıfırlandı. Merdiveni ve hemen sonrasındaki dik kısmı tırmanırken kelimenin tam anlamıyla tükendim. Ne olduğunu anlayamadım, çünkü yarışın başından o ana kadar kendimi çok iyi hissediyor ve sürekli koşuyordum. Bu kadar kısa sürede nasıl çakılmıştım acaba? Neyse ki yarış öncesi Aykut’un süper yazısını okumuş ve kendimi böyle bir duruma çok iyi hazırlamıştım. Çok kısa süre bocaladıktan sonra kendime “Olabilir, bir şeyler ters gitmiştir, belki de son bir saattir iyi beslenmedim, şimdi bunun bir önemi yok, bir jel yut ve biraz su iç, sakince yürü, önemli olan ilerlemek.” dedim. Bir jel çıkardım hızla yutup bol su içtim. Yarıştan önce lavaş ekmeğin arasına bol tuzlu peynir ve ceviz ezmesi koyarak hazırladığım bir sürü yarım dürüm vardı. Her tura başlarken bir tuzlu peynirli bir de ceviz ezmeli yarımşar lavaş alıp o tur içinde yemeyi planlamıştım. 5. tura kadar uyguladım, ama her turda yemek giderek zorlaşmıştı ve o son turda yememeye karar vermiştim. Onları yemediğim gibi başka hiçbir şey de almayınca sanırım anlık bir enerji düşüşü yaşadım. Duvara çarpınca hemen saate bakmıştım, daha işin yarısında olduğumu düşünüp negatif düşünce sarmalına düşmek üzereyken doğru adımı atıp kendimi toparlamayı başarmıştım. 3-5 dakika zorla yürüdükten sonra kendime geldim ve istasyona girerken tekrar koşmaya başlamıştım bile.
Saat 17:30’dan sonra ana istasyondan çıkan herkesin kafa lambası olması zorunluydu. Çünkü saat 7’ye doğru hava iyice kararacaktı. Ben bu kararmayla havanın da serinleyeceğini hesaba katarak üstümü değiştirmeye karar verdim. Uzun tayt giyecek kadar soğuk olacağa benzemiyordu ama üstüme uzun kollu bir fit tişört ile kuru bir uzun kollu ikinci katman aldım. O sırada, uzun süre koştuktan sonra durduğum için olsa gerek, ana istasyon bir anda çok soğuk gelmişti, kafama buff takıp eldivenleri de ellerime geçirdim. En uzun molam o tur sonundakiydi, 7 dakika 6 saniye. Yeniden ormana girip yaklaşık bir km ilerleyince soğuğun sadece Başak’ın beklediği ana istasyon civarındaki bölgede olduğu ortaya çıktı. Biraz sonra sıcaklanmaya başladım. Eldivenleri çıkarıp, boğazımı gevşettim. Kalan turlarda da bu durumu gözlemledim. Sanırım ana istasyon hem en üst noktada, hem kuzeye bakıyor hem de ormanın kıyısında olduğundan civarındaki 1-1,5 km’lik kısım diğer bölümlere göre fazlasıyla soğuk oluyordu. Bu turun başında yanıma powerbanki ve şarj cihazını da almıştım. İlk istasyona kadar saat bileğimdeyken şarjı takılı kaldı ve bu süre pilinin %99’a çıkmasına yetti. 6. turun sonunda hava iyice kararmıştı, ana istasyon öncesi ormanlık kısımda kafa lambasız bir adım bile atmak imkânsızdı.

Artık o dürümleri yiyemediğimden ana istasyondaki masaya daha çok zaman ayırmaya başlamıştım. Haşlanmış patatese bol tuz atıp sürekli yiyordum. Bir yandan da tuzlu cips ve turşu yiyordum. Zaten tur boyunca şekerli beslendiğimden en azından masada bol bol tuzlu tüketmek çok iyi geliyordu. Masaya geldiğimde gözüme ne iyi geliyorsa, beynim bana neyi yememi söylüyorsa onları ağzıma tıktım. Patatesi bol yemek sanırım işime yaradı. Neredeyse hiç mide sıkıntısı yaşamadım. 7. tura başladığımda köklü ve taşlı zeminde ilk karanlık koşumu yapacaktım. Bir süre denedim ama o kadar çok takıldım, ayağımı çarptım ki düşüp yaralanma korkusu ağır bastı. Zemin böyle olduğu sürece yürümeye karar verdim. Zemin normale döndüğünde koşuyor, bozulduğunda yürüyordum. Yarış öncesi zaman planı nasıl olur diye düşünürken bunu hiç hesaba katmadığımı o an fark ettim. Bu kadar uzun süre ve bu kadar yavaş (dikkatli yürümeye çalışıyordum çünkü yürürken dahi takıldığım zamanlar oldu) yürüyerek turu 2 saat altında geçmek imkânsızdı. Öyle de oldu, son 4 turu hep 2 saat üzerinde katedebildim. 7. tur bittiğinde iki güzel şey oldu: masada sıcak çorba belirdi ve Başak koşmak üzere hazır bir şekilde istasyonda beni bekliyordu. O gün maraton yarışında koşmak ve bize eşlik etmek için Nejdet abi de Västerås’taydı. Yarışı biteli çok olmuş, dinlenip gelmişti. Artık istasyonda o bekleyecek, Başak benimle 8. ve 9. turu koşacaktı. Uzun süredir aynı parkurda detayları ezberleyerek yalnız başına koşuyor olduğumdan sohbet ederek koşma fikri çok cazipti. Son tur beni motive eden, hem bu fikir hem de hayatımda koştuğum en uzun mesafeyi (103 km) geçiyor olma düşüncesiydi.
Sekizinci tura Başak’la birlikte başladık. İlk kısmın -en azından bizim gibi karanlıkta koşma deneyimi olmayan koşucularca- koşulamaz olduğunu o da hemen fark etti. Zemin düzelir düzelmez beni koşmaya motive ediyor, zorlaştığında da önden gidip bana daha fazla ışık sağlamaya çalışıyordu. İlk tur boyunca ona parkurun detaylarını anlattım. Gündüz nasıl göründüğünü, ileride nereye nasıl döneceğimizi, istasyona ne kadar kaldığını ve hatta nerede yoldan bir hortum geçtiğini bile anlattım. Artık her noktayı ezberlemiştim. Nehir kıyısındaki tarlalarda önceki turlarda tavşanlar görmüştüm, onları görmeye çalışmasını söyledim ama tavşanlar ortadan kaybolmuştu. Hayvanları çok seven ve özellikle yaban hayvanlarını görmekten keyif alan Başak, tam bu duruma hayıflanıyordu ki hobi bahçelerinin olduğu kısımda hemen önümüze bir yavru geyik çıkıverdi. Bizi görünce yanındaki çitten atladı ama sonra durup bize döndü. Kafa lambalarımızın ışığında bir süre durup bakıştık. Sonra ormana doğru hızla seğirtti. Şok olmuştuk, tavşan görür müyüz derken genç bir geyikle burun buruna kalmak inanılmazdı. Bu anı konuşmaya ve paylaşmaya o kadar daldık ki o tur da bitiverdi. 9. turu da birlikte koştuk. Başak istasyon desteği işini yaptığı gibi pacerlık işini de süper yapıyordu. Beni mümkün olduğunca koşmaya zorluyor, yürüme molalarımı azaltmak için beni sürekli motive ediyordu. Bunu yaparken maksimum düzeyde empati yapabiliyor, gerektiğinde ısrarı sürdürmemeyi biliyordu. Başak o güne kadar maraton mesafesinden daha uzun koşmamıştı, o yüzden plana göre son turu yalnız koşacaktım. 9. tur bitiminde devam etmek istediğini söyledi. Meğer 3 tur koşmaya kendisini önceden hazırlamış, ama motivasyon olsun diye bunu bana son anda söylemiş. Artık yürüme molalarını uzatmaya iyice meyilli hale gelmiştim, bu da son turun çok zor geçeceğine işaretti. Dolayısıyla Başak’ın bu kararı çok hoşuma gitti. Molayı çok uzatmadan hemen son tura başladık. Son tur, bir anlamda parkurla vedalaşma turuydu bizim için. Her köşesini son defa dönüyor, her manzarasına son kez bakıyorduk. Tüm yarış iyi geçtiğinden sabah güneşin doğuşuna da kalmadığım için gündüz yeniden görmek fırsatı olmayacaktı. Hala parkurda insanlarla karşılaşıyorduk. Önce kafa lambalarının ışığını görüyor, “Haydi şuna yetişelim.” diye motive olduktan sonra da elden geldiğince koşup yakalıyorduk. Artık 50 mil koşucusu kalmadığından bu geçtiklerimiz tur bindirdiğimiz koşuculardı. İki istasyonda da gönüllülerle kısa sohbetler edip bitirişimizi kutladık, onlara teşekkür ettik. Son birkaç turda ikinci istasyonda ufak tefek yiyecek de konmuştu masaya. Son tur bu istasyona yaklaşırken yine bir enerji düşüşü hissettim. Kalan tek jel domatesli olandı ama canım hiç o tadı çekmiyordu, yine de kendimi zorlayıp tümünü yuttum. Ardından o son istasyonda tuzlu çerez ve cips görünce onlardan da bolca attım ağzıma. Bu atıştırmalar ve jel son 3 km içinde ihtiyacım olan enerjiyi anında hissetmeme neden oldu. Jel kana karışmış, tuzlular da midemi rahatlatmıştı. Ormanda son kez tırmanmaya başladık.
İleride başka bir koşucu görünüyordu karanlıkta. Aslında o koşucu son istasyon öncesinde bizi geçmişti. Başak “Haydi onu da yakalamaya çalışalım.” dedi. Önce “100 mil yarışının son anlarında kapışma mı olur?” diye düşünüp hızlanmadım, ama önümüzdeki koşucu giderek yavaşlamış ve yürümeye başlamıştı. Başak, “Zaten kapışmayacağız, sadece geride kalmayalım, yakalayalım.” dedi. Az önce yediklerimin etkisinden mi, bir yıldır hazırlandığım koca yarışın bitmesine çok az kalmasının heyecanından mı bilmem, bir anda hızla koşmaya başladım. Son bir kilometreyi 5:00 peysten hızlı koşmuş olabiliriz. Diğer koşucunun yanından hızla geçtik. Sona iyice yaklaştığımızda dar patikada ilerlerken Başak hemen arkamda “Koş, koş, bitiyor!” diye sesleniyordu. Sabah saat 5:07’de, 19 saat 7 dakika sonunda bitiş çizgisinden geçtik. Haliyle, bir iki gönüllü, yarış direktörü ve Nejdet abi dışında kimsecikler yoktu. Bitirdiğime, özellikle de bu kadar iyi bir zamanla bitirdiğime inanılmaz sevindim. Küçük topluluk da ellerinden geldiğince alkışlayıp tebrik etti. 161 km koştuktan sonra bitiş ne kadar sönük olursa olsun hissedilen tatmin duygusu değişmiyor. Direktör hemen madalyamı ve kemer tokamı verdi. Fotoğraf çektirirken bir anda inanılmaz derecede üşümeye başladım. Hem hava çok soğumuştu hem de vücut kendini kapatmaya başlamıştı sanırım. Tir tir titremeye başladım. Hızla arabaya binip otele geçtik. Sıcak bir duş almaya çalıştım, ama titremekten pek beceremedim. Bol yumurtalı bir şeyler yedikten sonra yatağa girip, ısınmaya ve dinlenmeye çalıştım.

Tur Süre Ort.Peys (dk/km) Mola
1 1:26:43 5:23 1:10
2 1:31:29 5:41 1:47
3 1:33:46 5:49 3:13
4 1:38:50 6:08 3:05
5 1:47:29 6:41 7:06
6 1:53:12 7:02 7:00
7 2:01:25 7:32 6:11
8 2:10:31 8:06 5:40
9 2:11:12 8:09 4:41
10 2:12:30 8:14
Toplam 18:27:07 6:53 39:53

Sonuçta

Yarış öncesi kendimi büyük problemlere hazırlamıştım. Hava çok kötüye gidebilirdi, yağmur ve rüzgâr zorlayabilir, zemin çamur olabilirdi, mide veya bağırsak problemi yaşayıp zor zamanlar geçirebilirdim, ayaklarımdaki su toplamaları abartabilir acı çektirebilirdi, son 3 tur aşırı yorulabilirdim ve bacaklarım kaskatı olabilirdi, ana istasyondan ayrılıp bir sonraki tura başlamak çok zor gelebilir, yarışı bırakmak isteyebilirdim. Bunların hepsini düşündüm, önlemler aldım ve gerçekleşirse ne yapacağımı, nasıl davranacağımı kafamda canlandırdım. Şansıma, hava çok iyi gitti. Doğru, planlı ve dengeli beslenerek mide problemlerini, önceden ilaçla önlem alarak da bağırsak problemlerini iyi yönettim. Ayaklarımı geçmiş deneyimlerime göre çok iyi bantlayıp, doğru ayakkabı ve çorap seçimi yaparak ayak sorunlarını aza indirdim. Fiziksel ve zihinsel olarak yeteri kadar çalışmayı becerebilmişim ki aşırı yorgunluk ve bıkkınlık hiç yaşamadım. Molaları çok kısa kesmeye çalıştım, hiç oturmadım veya yatmadım, koyvermemek için bir yere yaslanmadım bile. Başak da molalarda beni iyi motive etti ve hep “Haydi bir tur daha bitti!” diyerek neşeyle başladım bir sonraki tura. Şans, iyi hazırlık ve nefis destek sayesinde başarılı ve keyifli bir yarış geçirmiş oldum. Karanlıkta koşma deneyimi kazanmış olsam belki son 3 tur daha hızlı ilerleyebilirdim, ama bunun için hiç fırsatım olmadı. Karanlıkta antrenman için sokaklarda koşmak çok anlamlı gelmedi, patikalar ise güvenli görünmedi. Daha önce sadece bir iki defa sabaha karşı koşmaya başladığımızda 10-15 dakika kadar kafa lambası ile koşmuştum. Geliştirmem gereken bir şey olarak not ettim, üzerinde çalışacağım.
Tabii böyle şeyleri etrafınızda size destek olan insanlar olmadan yapabilmeniz güç. Yazı boyunca değindiğim Başak ve Nejdet abi dışında da destekçilerim oldu. Asics Team TR takım arkadaşlarım malzeme ve motivasyon desteği verirken Ankyra SK takım arkadaşlarım motivasyonun yanında uzun antrenmanlarımda bana eşlik ederek işimi kolaylaştırdılar. Hepsine teşekkür ederim.
İmkânsıza adım atmak” diyerek kendi sınırlarımı aramak amacıyla ilerliyorum. Bu sefer imkânsıza doğru uzun bir adım attım. Bence iyi de oldu çünkü oranın imkânsız olmadığını, sabırlı ve istikrarlı çalışma ile bunu da yapabileceğimi görmüş oldum. Bir sonraki adım ne yöne, ne büyüklükte olur hiç bilmiyorum ama arayışımın süreceği kesin. Umarım bu rapor böyle bir yarış koşma hayali, isteği veya hazırlığı olanlara faydalı olur.

Going for a run clears my head, but running 100 miles distills my soul.

Bir koşuya çıkmak kafamı temizler, ama 100 mil koşmak ruhumu damıtır.

Yarışın strava kaydı

Black River Run 2016 bitişi
Bitişten hemen sonra ikimiz de titrerken

Tüm fotoğraflar ve videolar: Başak Gürbüz Derman

“Black River Run 100 mil yarış raporu” hakkında 18 yorum var

  1. Mert bey gıpta, imrenme ve gururla okudum yazınız; tek kelimeyle muhteşemsiniz…

  2. Tek kelime ile harikulade, hedefler başarmak içindir, çook güzel bir tecrübe olmuş, yazı da tam anlamıyla o anları yaşatıyor tebrikleer.

  3. Ellerine ve ayaklarına sağlık. Güzel bir deneyim ve yazı olmuş. Tecrübelerini merak ediyorum kafamda bazı sorular var. Verdiğin bilgiler doğrultusunda ortalama peys 6.53 çıkmış ama hiç bir turu bu peys ile geçmemişsin.
    Acaba tüm turları 6.45 ile geçseydin daha mı ekonomik olurdu? Performansın daha yüksek olur muydu? Yoksa bu kaçınılmaz son mu ne kadar yavaş başlasak da düşüş kaçınılmaz mı.
    Yarışın sonlarına doğru nabzın ne durumdaydı? Verilerin yok ama hissedilen normale göre yüksek miydi?
    Bu gibi yarışları hazırlanırken, yarışırken ve yarıştan sonra kendini sakatlıktan nasıl koruyorsun?

    1. Teşekkür ederim. Elimden geldiğince yanıtlamaya çalışayım.
      Soru: Acaba tüm turları 6.45 ile geçseydin daha mı ekonomik olurdu? Performansın daha yüksek olur muydu? Yoksa bu kaçınılmaz son mu ne kadar yavaş başlasak da düşüş kaçınılmaz mı?
      Cevap: Daha ekonomik olup olmayacağını ya da performansımın daha yüksek olup olmayacağını kestirmek güç. Başlarda o kadar düşük pace için ya çok yavaş koşmam ya da araya yürüme molaları eklemem gerekirdi. İlk durumda rahat ettiğim en yavaştan da yavaş koşmaya zorlamak beni yorabilir, ikinci durumda da zihinsel olarak daha yarışın başında yürüyor olmak motivasyonumu düşürebilirdi. Even pace denemeyi isterim bir gün. Ama 110-120 km sonrasında hala aynı pacete koşabilmek çok zor olur. Muhakkak yürümek ister vücut, o zaman da koşarken daha hızlı koşmak gerekir ki o da zor olacaktır. Bence bu kadar uzun mesafelerde ortalama hızdaki düşüş kaçınılmaz. Kaldı ki gece kısmında yorgunluktan başka etkenler de var.
      Soru: Yarışın sonlarına doğru nabzın ne durumdaydı? Verilerin yok ama hissedilen normale göre yüksek miydi?
      Cevap: Nabız ölçmedim. Daha yüksek olduğunu sanmıyorum. En azından öyle hissetmedim. Akisne yavaşladığım için nabzım epey düşmüştür.
      Soru: Bu gibi yarışlara hazırlanırken, yarışırken ve yarıştan sonra kendini sakatlıktan nasıl koruyorsun?
      Cevap: Bu sorunun cevabı şu üçünde: sabır, istikrar ve kendini tanıma. Sabretmeli, hızla kazanım beklememeli. Ayrıca bu yarışı koşabilecek aşamaya kadar da sabretmeli. Antrenmanlarda yavaş yavaş 4 saat koşmak gerekiyorsa buna sabretmeli. 3 gün dinlenmek gerekiyorsa ona da sabretmeli. İkincisi istikrar. Sürekli antrenman yapmak, gereken anlarda hacmi, hızı yükseltmek, doğru antrenmanları yapmak çok önemli. Üçüncüsü de kendini tanımak. Vücudunun ve zihninin nelere katlanabileceğini bilmek, hangi yükün altında ezilmeyeceğini tahmin edecek kadar iyi tanımak şart.
      Umarım faydalı olmuştur.
      İyi antrenmanlar
      Mert

  4. Mert , bu kadar uzun koşulardan, yoğun antremanlardan sonra aşil tendonunda aşırı yüklenmeye bağlı tendinit problemi yaşadın mı ? kendini nasıl koruyorsun ?

    1. Merhaba,
      Açıkçası yarışlardan sonra pek yaşamadım. Ancak koşu yaşamımın ilk dönemlerinde hız çalışmaları yaparken veya tepe tırmanışları içeren zorlu antrenmanlarda başıma gelmişti. Bu da ayağın o kısmını hazır olmadığı hıza, mesafeye, eğime veya genel anlamıyla zorlanmaya tabi tutmakla alakalı olmalı. Sanırım vücuda mesafeyi yükledikçe, güçlenme ve esneme çalışmaları yaptıkça daha az başına geliyor insanın.
      İyi antrenmanlar,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir