Ironman Copenhagen Yarış Raporu

Ironman Copenhagen Yarış Raporu

IM Copenhagen madalyaEvet, 24 Ağustos pazar akşam üzeri saat 18:40 civarında Kopenhag şehir merkezinde gözlem gerçekleşti ve dalga fonksiyonu bir gerçekliğe çöktü. Bu, ilk uzun mesafe triatlonumda (Ironman yarışımda) bitiş çizgisini 11 saat 5 dakika 3 saniyede geçtiğim gerçeklikti. Ankara’dan yola çıkıp başlangıç noktasına ve anına kadar geçirdiğim yolculukta ve sonrasında tüm gün süren aktivite sırasında oluşabilecek yüzlerce, binlerce olası şeyden bazıları yaşandı ve geçen yıl kayıt işlemi ile başlayan bu macera bu şekilde bitti. Kafamda hep “bisikletten inince bu yarış bitecek” düşüncesi vardı. Gerçekten de koşmaya başladığımda bitirmiş kadar heyecanlandım. Ama koşuda zaman ilerledikçe işin hiç de öyle olmadığı ortaya çıkacak ve sonlarda işler biraz zorlaşacaktı. Aşağıda önce fazla detaya girmeden yarış öncesini ve yarışı, sonrasında da hazırlık dönemimi paylaşmaya çalışacağım.

“The only way of finding the limits of the possible is by going beyond them into the impossible.”
“Mümkün olanın sınırlarını bulmanın tek yolu bu sınırların ötesine, imkânsıza adım atmaktır.”
_ Arthur C. Clarke

Kopenhag’da kalacağımız yerlere yerleştikten ve biraz dinlendikten sonra ilk iş olarak yüzme parkurunu görmeye ve kısa bir deneme yüzüşü yapmaya karar verdik. Berk ve Mark ile yarışın başlangıcı ve ilk değişim alanı olan yerde buluştuk. Ben buluşmak için biraz erken çıkıp yarım saatlik bir biniş de yaptım. Hem bisikletin son durumunu görmek hem de yolları ve çevreyi biraz tanımak için iyi bir fırsat olacaktı. Hava kapalı ve rüzgârlıydı. Zaten Kopenhag’ın bir rüzgâr şehri olduğunu, Danimarka’nın elektrik enerjisinin %33’ünü rüzgârdan elde ettiğini biliyordum ama yüzme parkurunun çevresindeki devasa rüzgâr güllerini görünce bu şehirde rüzgârdan kaçmanın mümkün olmadığını fark ettim. Bisiklet binişi sırasında bunu pratik olarak da öğrenmiş oldum. Çok sert ve ani esintiler, özellikle de aerobardayken ciddi zorluk yaratıyordu. Hem rüzgâr hem de ben sürekli yön değiştirdiğimizden bazen desteğini bazen de yarattığı zorlukları ilk elden test etmiş oldum. Yüzme parkurunda buluşup suya girdiğimizde ikinci bir zorlukla tanıştık. Su çok soğuktu. Hatta Berk yanına bone almadığından deneme yüzüşünü kısa kesmek zorunda kaldı. Biz Mark ile 750 metre kadar yüzüp, çevreye aşinalık kazanmaya çalıştık. Bizim yaşadığımız coğrafyada Ağustos ayı demek sıcak hava ve ılık deniz suyu demektir ama anlaşılan kuzeyde, 55. enlemde durum çok farklıymış. Bu denemenin en sevindirici sonucu suyun tuzluluk oranının çok düşük olduğunu fark etmek oldu. Akdeniz’de su yutmak ciddi problem yaratabilirken burada böyle bir sorun olmayacağını görmek güzeldi.

IM Copenhagen öncesi yüzme denemesi
Yarış öncesi yüzme denemesi (Berk, Mark ve ben – Foto: Başak Gürbüz Derman)

İlk değişim alanını ve yüzme parkurunu tanıdıktan sonraki işimiz kayıt işlemlerini aradan çıkarmak oldu. Kayıt işini oldukça akıcı ve kolay halletmişler. Size gönderdikleri ve yazdırıp çıktısını getirdiğiniz QR kodunu ve pasaportunuzu göstermeniz yeterli. O kodu okutuyorlar ve önünüzdeki bir iPad’de tüm bilgileriniz görüntüleniyor. Bilgileri gözden geçirip iPad’in üzerinde parmağınızla imzanızı atıyorsunuz ve kayıt işi halloluyor. Bileğinize kolaylıkla çıkmayacak bir bileklik takıyorlar, üzerinde yine bir QR kodu var. Bu bileklik bazı alanlara girerken göstermeniz gereken bir kimlik görevi görüyor. Özel tasarım Ironman çantanızı ve içeriğini de alınca işlem sonuçlanmış oluyor. Çantada göğüs numarası, çip ve çip için bant, mavi, kırmızı ve beyaz renkte üç plastik torba, kategorinize uygun renkte bone, kask, bisiklet ve torbalar için numaranızı içeren stickerlar ve bir de yarışa başlarken kullanmanız için suluk var. Bu malzemelerin kullanımı konusuna geleceğim ama kısaca kayıt noktası çevresindeki fuara değinmek istiyorum. Fuar beklediğimden daha küçüktü. Küçük olsa da triatlon dünyasına yönelik epey malzeme bulmak mümkündü ama fiyatlar ucuz olmadığından genellikle standlara bakıp geçtim. Sadece hem yarış için hem de sonrasında eve götürmek için bir miktar jel, bisiklet üst borusu için bir X-Lab çanta ve bir de CO2 tüpü için küçük bir adaptör satın aldım. Bendeki adaptör plastikten ve biraz kabaydı, yeni aldığım metal ve daha kolay kullanımı olan bir model. Küçük olduğundan fuar alanında kısa vakit geçirip oradan ayrıldık.
IM Copenhagen kayıt
IM Copenhagen kayıt (Foto: Başak Gürbüz Derman)

Yarış öncesi gün bisiklet ve torbaların teslimi olduğundan sabah saatlerinde hazırlığımı tamamladım. Mavi çanta ilk değişim alanı için, yani içine bisiklette kullanacaklarınızı ve kaskınızı koyuyorsunuz. Ayakkabınızı pedalda bırakmayacaksanız onu da torbaya koymak gerekiyor. Bisikletin üzerinde veya çevresinde hiçbir şey bırakamıyorsunuz. Ben wetsuit altına sadece mayo giymeyi, sudan çıktıktan sonra bisiklet için tümden kuşanmayı planlamıştım. Dolayısıyla mavi torbam kıyafetler, ayakkabı, kask ve değişim sırasında tüketmek için bir Powerade ve bir muz içerdiğinden biraz büyükçe oldu. Bisiklet tesliminde kırmızı torbayı, yani ikinci değişim için olanı da teslim etmek gerekiyordu. Koşu için de tüm kıyafetlerimi değiştirmeyi planlamıştım. Her iki değişimde de tüm kıyafetlerimi değiştirme kararımın nedeni havanın çok soğuk ve rüzgârlı olmasıydı. Sudan çıkınca ıslak veya bisikletten inince terli kalmak istemiyordum. Kırmızı çantaya da tişört, şort ve ayakkabının yanı sıra bir de güneş gözlüğü koydum. Kopenhag’da hava şizofren davranıyor. Bir anda rüzgâr eşliğinde yağmurdan güneşli ve açık bir havaya geçebiliyor. Tüm bunlara hazırlıklı olmak imkânsız ama elimden geleni yapmaya çalıştım. Başlangıç noktasına gittiğimizde bizi içeri alırlarken bilekliklerimize, bisiklete ve kaska baktılar. Ondan sonrası süreç insansız ilerliyor. Yol üstünde üzerinde numara aralıkları yazan büyük çöp kutuları hazırlanmış. Yarış numaranıza uygun olana kırmızı torbanızı bırakıyorsunuz. Mavi torbayı da sudan çıkış ile değişim çadırı arasında yer alan askılara uygun numaralı askıya asıyorsunuz. Bisikletinizi de uygun numaralı demire yerleştirerek teslim işlemini tamamlıyorsunuz. Teslim işini numara aralıklarına göre saatlere bölmüşlerdi. Biz Mark’a eşlik etmek için (onun yaş grubu farklı) önce gitmiş bulunduk. “Sizin saatiniz henüz gelmedi” diyerek içeri almamazlık etmediler. Sanırım sadece birikmeyi önlemek için aldıkları bir önlemdi bu. Biz görece çok erken gitmiş olduğumuzdan bisiklet askıları olan demirler neredeyse bomboştu. Ben bisikleti her yarışta olduğu gibi selesinden astım. Rüzgâr o kadar sert esiyordu ki bisikletin ön tekerleği resmen yerden havalanıyor ve bisiklet kumaş gibi uçuşuyordu. Bir görevli bulup bunun sorun yaratacağından endişelendiğimi söyledim. O da bana seleden değil gidondan, fren kollarından takmamı önerdi. Daha önce görmediğim bu yöntem gerçekten işe yaradı. Tabii sabah yarış öncesi bu duruşu değiştirmek gerekiyor çünkü o şekilde asıldığında bisikleti hızla alıp gitmek oldukça zor. Teslim işini tamamladıktan ve bırakılan bisikletleri inceleyip klasik olarak 🙂 ortamda kaç dolarlık malzeme olduğunu hesapladıktan sonra olay yerinden ayrıldık. Biz uzaklaşırken rüzgâr daha da çıldırmış bir de yağmur başlamıştı. Ama 15 dakika mesafedeki kaldığımız eve gidinceye kadar hava yeniden açmış ve biraz durgunlaşmıştı. Bu garip değişimleri orada olduğumuz sürece ve hatta yarışta da yaşadık.
IM Copenhagen yarış öncesi sabah
IM Copenhagen yarış öncesi sabah (Foto: Başak Gürbüz Derman)

Önceki gece 21’de yattım ve gariptir (yarış öncesi heyecandan uyuyamayacağımı düşünürdüm) hemen uyudum ve saat 4:30’da çalana kadar da uyanmadım. Aklımdaki plan kahvaltımın son lokmasını 5:30’da yemiş olmak, böylece 7:35’de başlayacak yüzme etabında hiç mide sorunu yaşamamaktı. İki haşlanmış yumurta, peynir, ekmek, fıstık ezmesi ve reçelden oluşan kısa ama güçlü bir kahvaltının ardından genelde uzun yarışlar öncesi kâbus olan tuvalet sorununu (sabah bu konuyu halledip yarışta rahat etmek ister insan ve bunu düşündükçe de halledemez 🙂 ) da aradan çıkardım. Saat 6’da evden çıkarken her şeyin planladığım gibi gidiyor olması beni sevindirmişti, yarış boyunca sürekli tekrarlayacağım “so far so good” (buraya kadar her şey yolunda) lafını ilk orada aklımdan geçirdim. Sabah yüzme etabında giyeceklerimi beyaz torbaya koymuştum. Üzerimde yarıştan sonra giymeyi planladığım kıyafetler vardı. Oraya vardığımda yüzmeye hazırlanacak ve üzerimdekileri beyaz torbaya koyup yine önceki günkü gibi ilgili kutuya atmam yetecekti. Yarış sonunda her üç torbayı da alacağım için hemen üzerimi değiştirip sabah evden çıkarkenki gibi giyinebilecektim. Güzel planlanmıştı. 6:25 gibi Mark ve Berk ile buluştuk. Bisikletleri kontrol edip, lastiklerimizi şişirdik ve mavi torbaların halen yerinde olup olmadığını kontrol ettik. Mark’ın lastiğinde bir sorun vardı, onunla uğraştı (yarışta da sorunu devam etti, neredeyse yarışı bırakmak zorunda kalacaktı ve yarım saat kaybetti). İnsanlar wetsuitlerini giymeden önce epey vazelinleniyorlar. Benim sürtünme ile ilgili çok sıkıntım olmuyor. Sadece boyun kısmına vazelin sürüp wetsuiti kuşandım. İki önemli ipucu: vazelini çıplak ellerinizle sürmeyin, ya eldivenle sürün ya da başkasından yardım isteyin çünkü vazelinli ellerle yüzmek verimli olmuyor; ikinci ipucu da wetsuiti giymeden önce çorabınızı çıkarmayın (yoksa da bir tane giyin), çorapsız ayaktan o kıyafeti geçirmek çok zor oluyor. Yüzmeye hazır hale gelip beyaz torbayı da bıraktıktan sonra Berk’le (Mark bizden 10 dakika erken başladı) zamanın gelmesini beklemeye koyulduk. Hava o kadar soğuktu ki yere çıplak ayakla bastığımızdan ayaklarımız dondu. Birkaç kişi basit terliklerle gelmişlerdi ve rahat ediyorlardı. Çevredekileri incelerken kimi sporcuların bonelerinin altına wetsuitin malzemesinden başlıklar giydiklerini gördüm. Bu durum suyun gerçekten çok soğuk olduğunu anımsama neden oldu. Ama artık bunların hiçbir önemi yoktu, geri sayım başladı ve başlangıç sesini duyduk.
IM Copenhagen yüzme etabı
IM Copenhagen yüzme etabı (Foto: Başak Gürbüz Derman)

Yüzme

Denizdeki ilk hedefim başlangıçta kendimi olabildiğince korumak, saçma bir darbeye maruz kalmamaktı. İlk defa bu kadar kalabalıkla yüzme startındaydım ama neyse ki önceki yarışların deneyimlerinden olacak kendimi çok iyi korudum. Bazı Ironman yarışlarında toplu start veriliyor, kelimenin tam anlamıyla binlerce insan aynı anda suya giriyor. Neyse ki Kopenhag’da durum farklıydı, yaş gruplarını dalgalar halinde 10 dakika aralarla bıraktılar. Yaş grubum yaklaşık 500 kişi olduğundan arbede de kısıtlı kaldı. Yüzme etabı tek turdan oluşuyordu. Dar bir aralıkta yüzülecek ve 3 köprünün altından geçilecekti. Bu iki unsur navigasyonu çok kolayalaştırdı. Köprülerde mesafeleri yazan büyük sarı tabelalar asıldığını önceki gün görmüştüm. Tek yapmam gereken o sarı tabelaya doğru yüzmek sonra da bir sonrakine gözümü dikmekti. Tam olarak öyle yaptım. Köprülerin altına gelince aralık daraldığından gidiş gelişi ayıran dubalar da yön bulmayı kolaylaştırdı. İlk 800 m sonunda saate baktım, 1:44 dk/100m gibi bir pace gördüm. Çok hızlı gittiğimi, yüzmede kendimi hırpalamama kararıma pek uyamadığımı fark ettim. Biraz daha sakinleşip, uzana uzana yüzmeye ve sadece navigasyona odaklanmaya karar verdim. 3000m’den sonra formumun bozulduğunu anlayabiliyordum ama pek önlem alacak durumda değildim, hem çok üşüyordum hem de artık bisiklet etabını düşünmeye başlamıştım. Ayağımı yere koyduğumda yüzmeden çıkma rampasındaydım. 5-6 görevli çıkanlara destek oluyor, ellerinden tutup çıkışlarını kolaylaştırıyordu. Biri bana da destek oldu ve sudan çıktım. Kolumda 1 saat 14 dakikayı görünce yine bir “so far so good” geçti aklımdan.
Yüzme 1:14:51

IM Copenhagen yüzme çıkışı
IM Copenhagen yüzme çıkışı (Foto: Deniz İren)

T1

O an ilk fark ettiğim başımın deli gibi döndüğü oldu. Bunu ilk katıldığım birkaç triatlon yarışında yaşamış sonraki yarışlarda ise bu sıkıntıdan kurtulmuştum. Belki bunu yeniden yaşamamın nedeni ilk defa bir yarışta 2000 metreden uzun yüzmüş olmam ve yüzdüğüm suyun ilk defa bu kadar soğuk olmasıydı, bilemiyorum. Kafamda sürekli tekrarladığım rutini gerçekleştirmeye koyuldum; saati quick release kordonundan çıkar, wetsuiti bele kadar indir, saati geri tak, boneyi ve gözlüğü çıkar. Bunları yaparken seyredenlerin arasından sesimi bağıranları duyup döndüm. Ankara’dan başka bir nedenle Kopenhag’a gelmiş olan Deniz, Banu ve bir arkadaşları (onlara “kertenkeleler” diyeceğim) yarışı izlemeye gelmişler ve bana destek oluyorlardı. İsmimi seslenenleri duymak, dönüp selamlaşmak büyük motivasyon kaynağı. Onlara selam çaktıktan sonra başım döne döne torbamı almaya gittim. Neyse ki hızla buldum ama değişim çadırı tıklım tıklım olduğundan insanların çadırın girişinde üstlerini değiştirdiklerini görünce biraz hayal kırıklığı oldu. İçerinin farkı oturakların olması ve biraz da rüzgârdan Wavekoruyor olmasıydı. Bunu dert edinecek halde değildim, oracıkta wetsuiti çıkardım. Her şeyi giydim hallettim ama baş dönmesinden çorabımı bir türlü ayağıma geçiremedim. Bir de bunu oturmadan ayakta yapmaya çalışınca epey zaman kaybettim. Giyinme işi sonrasında hızla çadırın içindeki kalabalığın arasından geçip torbamı ilgili kutuya attım ve bisiklete doğru koşmaya başladım. Bu koşu sırasında bir powerade ve bir muzu da tükettim. Yüzme boyunca çişim vardı ama bir türlü denizde bu işi halledemediğimden (bunu başarabilenler var ne güzel) bisikletlerin yanındaki seyyar pisuarda o işi de hallettim. Ardından tam bisikletimin olduğu demire geldim diye sevinirken bir sonraki bölmeye geçtiğimi 1700ler yerine 2100lerin olduğu kısıma geldiğimi fark ettim. Neyse ki bölümler arası çok uzak değil hızla bisikletimi aldım ve başlangıç kapısına koşturdum. Tüm bunlar olurken sudan çıktığımdan beri yaklaşık 9,5 dakika geçmişti. Önce bu biraz canımı sıktı ama sonra olanı biteni düşününce farklı olması zordu diye karar verdim ve ilk köprüye doğru pedallamaya başladım.
T1 0:9:31

IM Copenhagen bisiklet
IM Copenhagen bisiklet (Foto: Başak Gürbüz Derman)

Bisiklet

T1 alanından çok kısa bir mesafe sonra bir köprüden geçilip yola çıkılıyor. Köprünün hemen üstünde yine adımın bağırıldığını duydum. Bu kez eşim Başak ve arkadaşlarımdı. Onlardan aldığım motivasyonla yola koyuldum. Etabın başları şehrin içinde geçiyor. Bu nedenle de sık sık sert dönüşler var. Bunu bildiğimden çok fazla yüklenmeden ilerledim. Bir süre sonra deniz kenarında uzunca bir yola çıkınca şehirden uzaklaştığımızı anlayıp kafamdaki yüklenme seviyesinde sürmeye başladım. Birçok sporcu geçtim, tabii bazıları da beni geçiyordu. Rüzgâr bazen tam yandan çok sert esiyor ve beni korkutuyordu. Bazı bisikletlerin profil cantlarının yüksekliğini gördükçe onların benden çok daha fazla zorlandıklarını düşündüm. Deniz kenarındaki her yanı açık yol bitince rüzgârın da korkutuculuğu azaldı. Bu bölümde uzun düz bir yolda ilerlemek çok keyifliydi. Neredeyse hiç vites değiştirmeden uzun zaman yol aldım. Arada bir hız göstergesine bakıyordum ve güzel rakamlar gördükçe moralim düzeliyordu. Planlanmış bir hız yoktu kafamda ama 30 km/h altına çok düşmeden bu 180 kilometreyi bitirebileceğimi biliyordum. Doksan derecelik bir dönüş yaptığımızda farklı bir araziye yol aldığımızı anladım. Bu kısımda küçük küçük bir sürü tepecik inilip çıkıldığından sürekli vitesle meşgul olmak pek hoşuma gitmedi. Yarış biraz yavaşladığından yol çok kalabalık bir hal aldı. Tehlikeli, sert ve sonu görünmeyen birkaç virajda düşme tehlikesi yaşadım, yüreğim ağzıma geldi. Bisikleti sürekli ve akıcı şekilde kullanmaya engel bir arazi olsa da çevre o kadar şahaneydi ki aklımdan “bu rotada sonsuza kadar binilebilir” düşüncesi geçti. Düz çayırlarda hayvan sürüleri, güzel çiftlik evleri, ormanlık alanlar ardı arkasına içinden geçtiğimiz güzelliklerdi. Bir süre sonra yeniden düz ve akıcı bir bölüme geldik. Bisiklet parkuru büyükçe bir üçgen sayılabilecek bir döngüde iki turdan oluşuyordu. Bahsettiğim ilk düz ve akıcı bölüm üçgenin ilk uzun kenarı, burası da ikincisiydi. Aradaki güzel ama in-çıklı bölüm de kısa kenarıydı. Bunun anlamı ilk turu bitirmek üzere hızla pedallayabileceğimdi. Parkurda tırmanış denilebilecek tek nokta da bu yolun sonlarındaydı. Ankara’da bisiklet antrenmanı yapmış biri olarak o yokuş bana pek tırmanış gibi gelmedi desem yeridir. Ama tek uzun yokuş olduğundan iki tarafı seyircilerle kaplanmıştı ve insanlar sürekli tezahürat ediyorlardı.
Beslenme planımı 30 kilometrelik dilimlere bölmüştüm. Aşağıdaki planda adı geçenleri bisiklet jerseyimin ceplerine doldurmuştum. Enerji içeceklerini de istasyonlardan edinecektim.
0-30 > powerade – 1 jel – 1 muz (powerade ve muz t1’de)
30-60 > aerobardaki şişenin yarısı – 1 jel – 1 bar
60-90 > aerobardaki şişenin yarısı – 2 jel – 1 muz
90-120 > high5 içecek – 2 jel
120-150 > high5 içecek – 2 jel – 1 muz
150-180 > high5 içecek – 1 jel – 1 bar
İstasyonlardan rahatça muz alabildiğimi görünce, jelden daha iyi olacağını düşünerek bazı jeller yerine muz tüketmeyi uygun buldum. İlk tur boyunca plana uygun kaldım ve bir sorun yaşamadım. Bahsettiğim yokuşu çıkınca yine “so far so good” diyerek pedallara asılmaya devam ettim. Bir süre sonra yolun tamamı arnavut kaldırımına dönüştü. Bu bölüme hızla girdiğimden ciddi miktarda sarsıntı yaşadım. Yaklaşık bir kilometre kadar bu yolda gidip yeniden asfalta çıkınca “bu sefer atlattık, ikincide de burada lastikleri patlatmazsam bu iş tamam” diye düşündüm. Bitişe giden yolla ikinci tura giden yolun ayrıldığı yerde yine sesimi haykıran birilerini bulmak beni bir kat daha motive etti. Bu sefer Berk’in abisi And beni görmüş ve “çok iyi gidiyorsun Mert” diye bağırmıştı. İkinci tura bu gazla başladım. Şaşırtıcı derecede rahat ilerliyordum. Hatta birkaç kere “aman Mert, daha bunun maratonu var, bacaklara yüklenme” diye düşünerek eforumu düşürdüğümü hatırlıyorum. Ayrımdan bir süre sonra aerobara yatmış durumdayken sağ dirseğimin altındaki dirseklikten sesler gelmeye başladı. Önce anlam veremedim ama sonra dirsekliğin gevşediğini ve alttaki karbon bölüme çarptığını gördüm. Bu şekilde hem aero pozisyonuna geçemeyecektim hem de o dirsekliğin düşme ihtimali vardı. Yarış öncesi alyen setini yanıma almama kararımın ne kadar yanlış olduğunu fark ettim. İstasyonlarda teknik yardım da sağlanıyordu. İlk istasyonda böyle bir alan göremedim. Canım sıkılmıştı. Bir süre sonra vidayı elimle biraz sıkıştırabildiğimi fark ettim. Sıkıştırıp aero pozisyona geçtim. 10-15 dakikada bir gevşeme yineleniyor ben de elimle sıkıştırıyordum. Bir süre bundan sıkılıp normal pozisyonda sürdüm. Etabın sonuna kadar biraz sık biraz normal sür şeklinde devam ettim. İkinci turda insan artık yollara aşinalık kazanmış oluyor ve biraz daha rahat olabiliyor. Yukarıda sözünü ettiğim üçgenin kısa bölümüne geldiğimde yolun zorlayıcılığına bir de hava eklendi. Sürekli kapalı ve rüzgârlıydı zaten ama bu sefer bir de yağmur başlamıştı. Rüzgârla birlikte yağmur bisiklette görmek isteyeceğim son şeydi. Neyse ki çok uzun sürmedi de bir kaza veya sakatlık yaşamadan son bölüme doğru döndüm.

IM Copenhagen bisiklet
IM Copenhagen bisiklet (Foto: Başak Gürbüz Derman)

Bisiklet parkurundan çok sayıda insan birlikte ilerlediğinden yasak olan drafttan kaçınmak çok zordu. Draft yapıyormuş gibi görünmemek için ya hızlanıp birilerini geçiyordum ya da daracık yolda sola kayıp arkadan gelenlerin önünü kapatmak zorunda kalıyordum. Bir süre sonra bunun için çabalamanın anlamsız olduğunu, bir şekilde draft yapıyormuş gibi görünürsem de cezaya katlanmanın daha mantıklı olduğuna karar verdim. Yarış boyunca birkaç kez hakemlerin geçtiğine tanık oldum. Ceza noktasında bekleyen insanlar da vardı ama benim başıma böyle bir talihsizlik gelmedi neyse ki.
Bir başka konu da tuvaletti. Kılavuzda kesinlikle portatif tuvaletler dışında hiçbir noktada ihtiyaç giderilmemesi gerektiği yazıyor olmasına rağmen sağda solda bunu yapan bisikletçiler gördüm. Ben bu riski almak istemiyordum bu nedenle ikinci turun ilk istasyonundaki tuvaletlerde durdum. 10-11 yaşlarında birkaç küçük kız bu noktada sporculara yardım ediyordu. Ben durup bisikletten inince başlarındaki kadın birine “hadi çabuk tut bisikleti” gibi bir işaretle beni gösterdi. Küçük kızlardan biri bisikletimi tuttu ben de tuvalete girdim. Çıktığımda hemen bisikletimi alıp yola koyuldum. Bu destek hem bisikletçiler için faydalıydı hem de o çocuklar eminim olaya dâhil oldukları için çok heyecanlıydılar. Birinin yarışı bitirmesinde küçük de olsa bir katkıları vardı. Bu küçük hadiseyi ve etkilerini düşünürken zaman hızla aktı. İkinci turda da beslenme planına sadık kaldım. Tüm planda tek uyamadığım şey barlar oldu. High5’ın enerji barı çok şekerli ve hissi biraz yağlı. Yanımdaki iki bardan sadece birinin yarısını yiyebildim. Zaten sürekli şekerli şeyler yemekten bıkmış durumdayken bir de bu barı yemek benim için imkânsızdı. Tek tırmanış diyebileceğim bölüm ikinci geçişimde daha da kalabalıklaşmıştı. Bu sefer yorulmuş bacaklarımla tırmanışı daha ciddi hissettim ama neyse ki böyle yorgun bacaklarla çok daha zorlu yerlerde antrenman yapmıştım. Ardından yine sarsıntılı bölümden, ama bu sefer daha temkinli geçtim. Lastik patlatmamıştım ve 170. kilometredeydim, ayrım noktasını geçmiş bisiklet etabının sonuna doğru iniyordum. Çok daha güzel ve derin bir “so far so good” geçti aklımdan. Şehre girdiğimizde biz gelmeden önce yoğun bir yağmur yağmış olacak ki yerler çok ıslaktı ve yer yer su birikintileri vardı. Önde giden bisikletliden sular sıçrıyor, kendi lastiğimden de bol bol ıslanıyordum. Ama hiçbiri önemli değildi 15-20 dakika içinde bisikletten inip koşmaya başlayacaktım. 178. kilometrenin sonunda bir virajda yine adımı duydum. Eşim Başak ve arkadaşlarım oradalardı, çok iyi göründüğümü bağırdılar. Aşağıdaki videoyu da Başak o sırada çekmiş. O virajdan hemen sonra T2 noktasına geldik.
Bisiklet 5:30:45

T2

Bisikletten inip çip ölçüm halısını geçtiğim anda biri “have a nice run” (iyi koşular) diyerek bisikleti elimden kaptı. Böyle bir yardımı, özellikle de bu kadar hızlı beklemiyordum. Şaşkınlığım kısa sürdü ve koşu torbalarının asılı olduğu yere koştum. Torbamı bulmakta zorlanınca bir gönüllü numaramı sordu ve hemen torbamı bulup bana verdi. İçimden “böyle yarışı herkes koşar, bu ne hizmet” diye geçirip değişim çadırına girdim. Bulduğum ilk boş yere oturup hızla üzerimi değiştim. Jersey altına giydiğim fit tişörtü kuru ve temiz olanla değiştirmeyi planlamıştım ama hava sıcaklığını düşünüp ikinciyi diğerinin üstüne giydim. Bisiklet eşyalarını torbaya doldururken gözüm kolumdaki boş quick release saat kordonuna takıldı. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, saati bisikletin üzerinde unutmuştum. Hemen ters yöne doğru yürüdüm. Aklımda gidip saatimi almak vardı ama bir görevli beni durdurup artık yarış sonuna kadar bisikletime erişemeyeceğimi söyledi. Bir an şaşkınlık yaşadım ama yapacak bir şey yoktu. Torbamı ilgili kutuya attım, seyyar pisuarda işedim (3 mü oldu! 🙂 ) ve koşmaya başladım.
T2 0:5:48

IM Copenhagen koşu etabı
IM Copenhagen koşu etabı (Foto: Deniz İren)

Koşu

Saatsiz nasıl olacaktı? Ne kadar hızlı veya yavaş koştuğumu bilmeden nasıl kendimi ayarlayacaktım? Hem saat bisiklette güvende miydi? Geri döndüğümde 910xt yerinde olacak mıydı? Hadi onu artık kaybettim diyelim peki ya koşu sırasında ne yapacaktım? Böyle sıkıntılar içinde koşmaya başladım. Çevredeki kalabalığın tezahüratları kendime gelmemi sağladı. Olan olmuştu, saati unutacak hislerime göre koşacaktım. Bunu unutmaz, sıkıntı yaparsam daha da kötü olacaktı. O an bu konuyu bir daha düşünmemeye karar verdim, birkaç saat gerçekten de hiç aklıma getirmedim. Koşunun ikinci kilometresinde ellerimdeki bisiklet eldivenleri görünce gülmeye başladım. Aceleyle onları da çıkarmayı unutmuştum. Koşu etabı boyunca Kertenkeleler her turda beni desteklemeye devam ettiler. Onlara ne kadar teşekkür etsem az. Sürekli motive olmamı sağladılar. 10,5 kilometrelik dört turdan oluşan koşunun ilk turunda eşim ve arkadaşlarımı da gördüm. Hatta onlara çok iyi hissettiğimi anlatabilmek için eğlenceli birkaç hareket yaparak önlerinden koştum. Gerçekten de yarı maraton mesafesine kadar kendimi çok iyi hissetim. Koşuda turun uzak ucunda, kolunuza her tur için özel renkte tokalar takılıyor. Bu tokalardan 4 tane olunca finishe gidebiliyorsunuz. Bu uzak nokta 7. kilometre civarında. İşin kötü tarafı ayrıca her turda finish noktasının 20 metre yakınından geçiyor olmak. Sürekli bitirenlerin anons edildiği bu ortam çok kalabalık. Finish takını görüyorsunuz, sunucunun sesi geliyor, çok yakınsınız ama gidip 30 km daha koşmanız gerekiyor. Yıkıcı… Ama bir o kadar da motive edici. Bu noktadan ilk geçtiğimde yarışı bitirmiş kadar heyecanlandım. Koşu boyunca “haydi bir sonraki tokayı almaya” motivasyonu ile koştum. Hava şizofrenliğine devam ediyordu. Bir ara sert rüzgârla birlikte epey yağmur yağdı. Akşam olmaya başladığından hava da iyice soğudu. Hiç maraton koşarken bu kadar üşüyeceğim aklıma gelmezdi. En az 5 defa durup seyyar pisuarları kullanmak zorunda kaldım. Hava serin olduğundan terleme de çok düşük düzeyde kaldı ve içtiğim o kadar sıvı bir şekilde vücuttan çıkmalıydı. Bisikletteki sıkı beslenme planımın aksine koşu için hiç plan yapmamıştım. İstasyonlarda su, enerji içeceği, kola, red bull, jel, bar, meyve ve tuzlu bisküvi vardı. O kadar seçeneğin içinde sadece bir tane tuzlu. Sabahtan beri jel ve diğer şekerli şeyleri tükettiğimden 21. kilometre sonrası bir şey yiyemez oldum. Midem bulanıyordu artık. Sürekli tuvalet ihtiyacından da sıkılmıştım, bu nedenle sıvı da almayı kestim. Bunun geri dönüşü olacağını biliyordum ama elimden bir şey gelmedi. 10 kilometre sonra hızım inanılmaz düştü. Yürümelerim arttı. Sonradan incelediğim kadarıyla 30 ve 31. kilometrelerde paceim 6:40 dk/km seviyelerine gerilemiş. Bir ara karşıdan gelen Berk’i gördüm ve hemen saati sordum. Başladığımızdan beri 9 saat 34 dakika olduğunu söyledi. Bulunduğumuz yeri düşününce 11 saatin altında olacak gibi görünüyordu. Tabii saatim olmadığından bunu ayarlayabilmem imkânsızdı. Birkaç kez yanımda koşanlara pacelerini sordum ama kimse konuşmak istemiyordu. Böyle bir yarışta stressiz insan bulmak zor. Aklıma tek bir hedef koydum; “son tokayı al gerisini boş ver”. Zaten 3-4 km kalacaktı, bir şekilde bitecekti. Son tura girerken kenarda bana destek olan eşimi görünce gidip sarıldım. İyi göründüğümü söyledi. O motivasyonla daha da hızlandım. Son tokayı alırken veren çocuğa “I’ll not come back here again” (bir daha buraya dönmeyeceğim) dedim, o da gülerek “don’t” diye bağırdı. Son tur da tamamlanınca finish yönüne dönüp 200 metre koşulan bir bölüme dönülüyor. Orayı dönünce gerçekliğin farkına varıyorsunuz. Mavi halı üstünde koşarken karşıda Mert Derman 11:04:48 yazısını gördüm (ben finishi geçene kadar 15 saniye daha geçmiş demek ki). Hiç bu kadar yoğun antrenman dönemi geçirmemiş, bu kadar uzun bir yarışta yer almamıştım. O çizgiyi geçmek inanılmaz bir rahatlama, keyif ve heyecan demekti. Hemen madalyamı boynuma taktılar ve sırtıma bir alüminyum battaniye verdiler. Ben de içimden son kez “so far so good” dedim. 🙂
Koşu 4:04:11

Finish Sonrası

Yarışı bitirenleri yönlendirdikleri alana geçtim. Hava çok soğuktu ve battaniyeye rağmen titriyordum. Tuzlu bir şeyler yemem gerekiyordu, hemen yemek çadırına girdim. Bakliyatlı bir salata ve biraz da makarna aldım. Biraz yiyebildim ama midem fazlasını almadı. Yanında verdikleri çikolatalı sütten içebildim neyse ki. Biraz toparlanınca kalkıp beyaz torbamı ve finisher tişörtümü aldım. Bir duş kamyonu vardı, üzerimi değiştirmeden önce duş alsam mı diye düşündüm ama içerisi tıka basa dolu bir belediye otobüsü gibiydi, hemen vaz geçtim. Bir değişim çadırında üzerimi değiştirdim. Kuru ve kat kat giyinince ısınabildim. İyice kendime gelince diğer torbaları da alıp alandan çıktım. Kapıda eşim ve arkadaşlarım bekliyordu. Tebrikleri kendimi çok iyi hissetmemi sağladı. Hemen sonra tüm yarış boyu beni destekleyen Kertenkeleleri gördüm. Ben onlara teşekkürlerimi onlar da bana tebriklerini ilettiler, bir fotoğraf çektirip ayrıldık. T2 noktasına gidip bisikletimi ve tabii hala oradaysa saatimi almam gerekiyordu. Bisikletlerin olduğu alana kimseyi sokmuyorlardı. Bilekliğimi gösterip içeri girdim. Numaramı söyledim, bilgisayardan bisikletimin yerini bulup küçük bir karta yazdılar ve bana verdiler. Kartın arkasında 15 gün sonra yapılacak Ironman70.3 Kronborg yarışının reklamı vardı; “Do you still have energy left?” yazıyordu. Kartta yazan yere gidip bisikletimi ve üzerindeki sapasağlam saatimi aldım. Saat hala bisiklet etabında kalmıştı ve 10:30 saati gösteriyordu :). Alanın çıkış kapısında bilekliğimi bir barkod okuyucu ile okudular, çipimi aldılar ve çıktım. Sonrası heyecan, keyif ve gururla eve doğru yürüyüş…
Yarışa 2883 kişi kaydolmuş. Yarışa başlayan ve hatta yüzmeden çıkan toplam 2509 kişi. Bunlardan 2372si yarışı tamamlamış. İşin ilginç yanı kayıtlı sporcuların 1780 tanesi Danimarka vatandaşı. Yani katılımcıların %60’dan fazlası. Sporun, hele de bu seviyede yarışların Avrupa ülkelerindeki durumunu göstermesi açısından çok etkileyici bir rakam. Yarışın birincisinin süresi 8:03, sonuncunun ise 15:42.

IM Copenhagen sonuç ortalamaları
IM Copenhagen sonuç ortalamaları (Kaynak: coachcox.co.uk)

Hazırlık Dönemi

Ironman hazırlığı ile ilgili nerede bir şeyler okuduysam hazırlık döneminde minimum haftalık 14-15 saat yoğunluk önerildiğini gördüm. Ben de başlangıçta planımı böyle yapmıştım ama bunu sürdüremeyeceğimi fark edip vazgeçtim. Yeni planımda haftada iki yüzme, iki bisiklet ve iki koşu olacak şekilde 6 antrenman vardı. Yoğunluk üzerinde çok durmayacak elimden geldiğince anahtar denilebilecek antrenmanlar yapacaktım. Bence kritik olan 100 km üzeri bisikletler, 20 ve üzeri koşular ve 3000 metreden az olmayan yüzme antrenmanlarıydı. Bisiklette hiç detaylı teknik antrenman yapamadım, mesafe kazanmaya ve sele üstünde vakit geçirmeye odaklandım. Koşuda önceleri interval ve sert tempolar sonlara doğru da uzunlara yer verdim.
1 Mayısı başlangıç noktası kabul ettiğimde aşağıdaki gibi bir antrenman dönemi geçirmişim.

Tür adet adet % süre süre %
Bisiklet 35 37,6 93:11:09 62,0
Koşu 36 38,7 37:33:51 25,0
Yüzme 22 23,7 19:28:29 13,0
Toplam 93 100,0 150:13:29 100,0

 
Yüzmemi çok geliştiremeyeceğimi bildiğimden %13 iyi bir oran gibi görünüyor. Bisiklette çok yeni olduğumdan süre olarak büyük ağırlığı ona verdim. Son 16 haftaya baktığımda haftada ortalama 0.47 adet brick, 1.4 yüzme, 2.2 bisiklet ve 2.33 adet de koşu antrenmanı yapmışım. Yani başlarken koyduğum 2-2-2’den yüzme aleyhine biraz kaymışım. Ortalama haftalık sürem 10 saat 5 dakika. En çok 15 saat 36 dakika en az da 7 saat 43 dakika yoğunluk görmüşüm. Bisiklette haftalık ortalama 183 km, koşuda 30 km, yüzmede ise 3,5 km mesafe yapmışım.
Bisiklet antrenmanları içinde 100 km üzeri 12 sürüş yapmışım, bunlardan 7 si 130’un üstünde ve içlerinde bir de 180 kmlik antrenman var. Son 4 hafta içinde bir 25 iki tane de 32 kilometrelik koşu da anahtar olarak gördüklerimden.
Hazırlık dönemimin özeti böyle. Daha çok veya daha teknik antrenman yapabilir miydim? Tabii ki… Sonuç daha iyi olur muydu? Çok emin değilim. Olabilirdi ama ne kadar fark ederdi bilmiyorum. Hedefim 12 saatin altında kalmaktı. 11 saatin altına inebilirsem çok sevinirim diye düşünüyordum. Saatim kolumda olsa eminim 10:59 yapacaktım. Dolayısıyla sonuçtan çok memnunum. Antrenmanlar sırasında bir daha bu mesafede yarış koşmam diye çok söylendim ama yarışın ertesi günü bu süreyi daha ne kadar azaltabilirim diye düşünmeye başladığımı itiraf etmeliyim.
IM ilişkiAntrenmanlar sırasında beni en çok zorlayan sürekli erken yatıp erken kalkmak oldu. Özellikle sabahları çok erken uyanıp, hazırlanıp evden çıkarken eşimi uyandırmamaya çalışmak beni çok yordu. Bunu birçok kez başaramadım da zaten. Benim yüzümden çok zaman eşim de uykusundan oldu. Ama hiçbir zaman bunu sorun etmedi. En büyük destekçim odur. Beslenme, dinlenme ve motivasyon konusunda onun desteği olmasa mümkün değil bu işi yapamazdım. Antrenmana çıkmaya zorlandığımda beni motive etti, tatil gününün yarısından çoğunu antrenmanla geçirmeme rağmen bir kere olsun bunu sorun etmedi. Antrenman arkadaşı olarak da Serdar’a (Ünalan) teşekkür etmeliyim. Ankara’daki birçok antrenman arkadaşım desteklerini esirgemediler ama Serdar’ın desteği ayrıca dile getirilmeli. Kendisine teşekkür ederim. Neyse ki ailem, arkadaşlarım ve çevremdeki diğer kişiler hiç köstek olmadılar. Herkes (her ne kadar bu yarışı imkansız görse de) motive etti. Ben de koltuktan kalkmayan birinin 6 yıl içinde böyle bir noktaya gelebileceğini, üç sporda da istenirse epeyce yol alınabileceğini, kendini hırpalamadan, yıpratmadan da böyle yarışların altından kalkılabileceğini göstererek onlara haklarını geri verdiğimi düşünüyorum.
Son olarak; bence antrenmanda da yarışta da kendini bilmek her şeyden önemli. Kendini tanıyan amatör sporcu doğru hedefler belirleyerek, yeterli zamanı harcayıp yeterli antrenmanı yaparak sorun yaşamadan gelişebilir. Hiç bir şey imkansız değil.

“Knowing is not enough; we must apply. Willing is not enough; we must do.”
“Bilmek yetmez, uygulamalıyız. İstemek yetmez, yapmalıyız.”
_ Johann Wolfgang von Goethe

“Ironman Copenhagen Yarış Raporu” hakkında 24 yorum var

  1. Teşekkürler Mert, ironman’e katılmak isteyenlerin faydalanabileceği bir yazı olmuş. İlk half ironman’e katılırken senin yazılarından ve tecrübelerinden faydalanmıştım. Uzun mesafe ironman için danışabileceğim kaynak bir yazı olmuş. Tekrar tebrikler ve teşekkürler. Barcelona hala açık ve farenin imleci register’ın üzerinde bekliyor.

    1. Yazının sonundaki Goethe’nin cümlesi diyorum o zaman. Yapabileceğine inanıyorsan ve antrenman verileri yapabileceğini gösteriyorsa deneyebilirsin… 🙂

  2. Kaleminize yüreğinize sağlık …
    Şu ana kadar ki bütün yazılarınızı okudum ve faydalanıyorum halen . Miskin hayat süren insanlar içinde aktif spor yapanlar içinde çok faydalı olduğunu düşünüyorum .
    Allah gücünüze güç katsın , sıhhatiniz daim olsun. Sağlıcakla kalın

  3. tek kelime ile helal olsun…(gerçi iki kelime oldu) 🙂
    başarılarının devamını dilerim…

  4. 5K’dan uzun koşmam diyordum, soluğu google’da “iron man nearest event” yazarak aldım. Öyle yazmışsın hocam, kendim demir adam olmuşcasına sevindim.
    Nicelerine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir