İznikUltra 2013

İznikUltra 2013

Don’t fear moving slowly forward … fear standing still.
(Yavaş bir biçimde ilerlemekten korkma… Durmaktan kork.)
– Kathleen Harris

İznikUltra
Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman
Ben de İznikUltra‘nın 44. km’sinde tam olarak böyle düşünüyordum. Yarışın yarısı geride kalmıştı ama önümde duvar gibi yükselen ikinci büyük tırmanış uzayıp gidiyordu. Çıkışın bittiği yeri görmek için başımı neredeyse göğe kaldırmam gerekiyordu. Bu çıkış eğimi giderek artan sinir bozucu bir çıkış. Daha önce rota belirleme çalışması sırasında da burayı tırmanmıştım ama bir yarış değildi ve hiç acelem yoktu. 20 Nisan saat 12:15’de ise durum çok farklıydı. Arkamda, aşağıda bana gittikçe yaklaşan insanların seslerini duyuyordum. Sürekli durmaktan korkarak ama sadece yavaşlayarak o aptal tepeyi bitirdim. Önemli olan kendimi bitirmeden o tepeyi bitirmekti çünkü 80 kilometrelik bu yarışın o tepenin üstünde biteceğini çoktandır biliyordum.

Geçen yıl İznikUltra’nın ilkini kaçırdığımda çok üzülmüştüm. 60k parkuru için tüm hazırlığım tamdı ama gidemedim. Bu yıl ise gitmek konusunda hiç engel çıkmadı ama 80k’ya kaydolmama rağmen bu tip bir yarışın gerektirdiği özel bir antrenman yapma fırsatım olmadı. Beni tanıyanlar veya bu blogu takip edenler bilir; patika koşularında çok iyi değilimdir, daha çok bir yol ve/vaya pist koşucusu olduğum söylenebilir. Bunun nedeni patikayı beceremiyor veya sevmiyor olmam değil, çevremde o tarz antrenmanlar için çalışacak çok yer olmaması. Bir konuda iyi değilseniz fırsat bulduğunuzda da canınız yapmak istemez. Bunu yenmenin en kısa yolu konunun üstüne gitmektir. Ben de öyle yaptım. Patika koşularının önemli iki özelliği var; ilki parkurların düz olmaması yani iniş ve çıkışlar barındırması, diğeri ise zeminin her an değişebilmesi ve çok farklı özelliklere sahip olabilmesidir. Ben öncelikle bunlardan ilkini ele alıp bulabildiğim her yokuşu koşularıma kattım. Ardından her fırsatta çevremde az sayıda olan patika benzeri zeminlere daldım. Oturduğum civarda ilkini yapmak çok kolay oldu. İkincisini ise Geyik Koşuları‘nı antrenman olarak kullanarak becerdim. Bu yılki Geyik Koşuları bu iş için biçilmiş kaftandı. İlki çok çamurlu ve zorlu bir zeminde, ikincisi ise sertleşmiş çamurdan oluşmuş aşırı düzensiz bir zeminde koşuldu. Ne bu iki yarış ne de kendi kendime yaptığım antrenmanların mesafeleri 28 km’yi geçmişti. Yani Avrasya Maratonu’ndan beri en uzun 28 km koşmuştum. Haftalık toplam mesafelerim de oldukça düşüktü çünkü hayatımın ilk olimpik triatlonuna hazırlık amacıyla yüzüyor ve bisiklete biniyordum.
Salomon XT Wings çantaEkipman olarak ihtiyacım olan sadece iki özel şey vardı; bir çanta ve doğru bir ayakkabı. Çanta konusunu geçen seneki yarışa hazırlanırken aradan çıkarmıştım. Yurt dışından Salomon XT Wings çanta getirtmiş ancak İznik’te değil Kerim ile birlikte yaptığımız Elmadağ koşusunda kullanma fırsatı yakalamıştım. O koşuda çantadan o kadar memnun kalmıştım ki bir daha çıkarıp deneme ihtiyacı bile hissetmedim. Ama geçen sene temmuz ayında RunFire Kapadokya yarışında DNF olmama neden olan ayak tabanı yaralarından sonra yeni ve bana daha uygun bir patika ayakkabısı edinmem şart olmuştu. Yaptığım araştırmalar sonucunda tam olarak bir modele karar verememiştim ancak aralık ayında Kinvara 3 satın almak için gittiğim Selçuk’un mağazasından çıkarken elimde ikinci bir kutuda da Peregrine vardı. Hakkında olumlu şeyler okumuştum ve denediğimde de doğru ayakkabının bunlar olacağını düşündüm. Aklımda bu ayakkabıları önce Geyik Koşuları’nda test etmek ve testi geçerlerse onları İznik’te kullanmak fikri vardı. Testi geçtiler ve 19 Nisan cuma günü sabahı Ankara’dan yola çıktığımda çantamda yerlerini almışlardı.

Any idiot can run a marathon. It takes a special kind of idiot to run an ultramarathon.
(Herhangi bir deli maraton koşabilir. Ultramaraton koşmak için özel bir tür delilik gerekir.)
– Alan Cabelly

Cuma günü İznik’e varıp minik fuar alanında kaydımızı yaptırdıktan sonra bir yerde oturup arkadaşlarla sohbet etmeye başladık. Kayıt alanına yakın olduğumuzdan gelen geçen arkadaşların da katılımı ile kalabalık bir masada ultramaraton sohbetlerini koyulaştırmıştık. O sohbet sırasında grubun içinde özel biri daha vardı. 2010 Dünya 100 km Yol Yarışı şampiyonu Amy Sproston. Onunla o gün tanıştım. Çok mütevazı, sessiz ama bir o kadar da samimi tavırları ile sohbete olabildiğince katıldı. Bizim övgülerimizi sessizce karşılıyor hemen ardından da bizi yüreklendiriyordu. Akşam üstü makarna partisinde yukarıdaki Alan Cabelly’nin sözünü anımsadım. Çevreme baktım ve dedim ki “Türkiye’de ne kadar uçuk adam varmış, yarın bunların hepsi 42, 80 ve 130 km koşacak”. Bol makarna yedikten sonra Amy’nin çevresinde onunla sohbet etmekte olan birkaç kişi görünce ise aklıma şu geldi; “Türkiye’ye 100 metre dünya şampiyonu gelse, ortalık ayağa kalkar, tüm ulusal yayın organları bu makarna partisine akardı ama yanı başımda dünya 100 KİLOmetre şampiyonu var ve ona ilgi gösteren sadece şu küçük kalabalık.” Bir başarının medyatik olması tam olarak neye bağlı? Neden çok daha zorunu başarmış bu insana kimse ilgi göstermez? Neyse canım, zaten ultramaraton koşan biri bunları umursamıyordur bile. Bu iş çok büyük bir alçakgönüllülük yaratıyor insanda.

İznikUltra startı
Fotoğraf: Alessia De Matteis

Ertesi gün sabah 7:15’de start alanı şenlik yeri gibiydi. Herkes az sonra başlayacağı maceranın heyecanı içinde kıpır kıpırdı. Boston Maratonu’nda hayatını kaybeden koşucular ve koşucu yakınları için bir dakikalık saygı duruşu ardından saat tam 7:31’de yarış başladı. Hava bir koşu yarışı için ideal durumdaydı. Yaklaşık 10-12 derece, güneşsiz ve rüzgârsız bir havada başladık. Şehirden çıkmak çok zaman almadı, hemen tarlaların arasına daldık. Ben rota belirleme çalışmasında bu bölümü görmemiş, 13.kilometreden sonrasında koşmuştum. O nedenle ilk 13 km benim için bilinmezdi. Tırmanışın 4. km’de başlayacağını profil grafiklerinden biliyordum. O ana kadar lider grubu görüş mesafesinde tutmaya lider grubu izleyenlere de yakın kalmaya çalıştım. Tırmanışla beraber gruplaşmalar dağıldı ve aralarda kısa mesafelerle tek sıra şeklinde dizildik. Bu bölümde yarışın daha başı olmasına rağmen dik yokuşlarda hızlı yürüme temposuna geçtim. Elimdeki az sayıda kibriti erkenden yakıp tüketmek istemiyordum. Ama bir yandan da bu yarışın bir noktasında zaten çok fazla yorulup aşırı yavaşlayacağımı ve hatta uzun uzun yürüyeceğimi bildiğimden bu bölümlerde elimden geldiğince hızlı hareket etmeye kararlıydım.
İznikUltra planı
Yarıştan önce bu mesafeyi ne kadar zamanda koşacağımı kestirmeye çalışırken eğim grafiğini inceleyerek kendimce bir tahmin yürütmeye çalışmıştım. Yukarıdaki tabloyu bastırıp küçük kemer çantama koymuştum. Arada bir çıkarıp her kontrol noktasına (KN) ne zaman vardığımı bu kâğıt ile karşılaştıracaktım. İlk kontrol noktasına bir saat 23 dakikada ulaştım ve sadece boşalan su şişelerimden birini doldurup hızla devam ettim. Sanırım burada 20 sn. kadar zaman geçirmişimdir. Kontrol noktasını geçtikten sonra kâğıdı çıkarıp baktım ve bilmediğim bu bölümü tahminimden daha hızlı geçmiş olmak beni sevindirdi. Hemen ikinci KN’ye odaklandım. Yarış öncesi bunu kafama çok net biçimde kazımıştım; ne geride kalan hataları, olması gerekenden yavaş geçen bölümleri ne de ilerisini, seni bekleyen sıkıntıları düşün, sadece bir sonraki KN’ye odaklan. Bunu yarış boyunca çok iyi uyguladım. Benim için her an hedef sadece bir sonraki KN’ye ulaşmaktı. Bunun yanında aklımdan çıkarmadığım tek şey toplam mesafenin 80 km olduğu ve ona göre hareket etmem gerektiğiydi. İkinci KN’ye geldiğimde acıkmamış olsam da ağzıma birkaç parça kek ve bir iki bisküvi attım. Bir bardak kola içtim ve bunun kahvaltının midemde bıraktığı rahatsız hissi gidereceğini umdum. Çeşmeden çok az su doldurdum. Bu noktada çok hızlı hareket etmedim. Sanırım 1-2 dk. geçirmişimdir. Buradan sonra Narlıca’ya, yani yarışın yarısına ve sıcak çorbaya kadar yol sürekli inişti.
İznikUltra patika
Fotoğraf: Alessia De Matteis

Patika yarışlarına katılmamış olanlar veya çok uzun koşular yapmamış olanlar iniş aşağı bölümlerde insanın çok daha rahat ettiğini yanılgısına kapılabilir. Oysa durum böyle değil, en azından benim ve tanıdığım birçok koşucu için. Çünkü iniş aşağı, özellikle de 2. ve 4. KNleri arasındaki gibi eğimi fazlaca olan bölümlerde ya hızlı koşup darbelerle dizlerinizi ve ayaklarınızı yıpratacaksınız ya da hızlanmaya karşı koymak için bacaklarınızı yoracaksınız. Bu nedenle öncelikle düz bölümleri sonrasında ise yokuş yukarı bölümleri tercih ederim. İşte ikinci KN’den biraz sonra bu inişte buldum kendimi. Daha önce burada koşmuştum, çok çamurluydu, kayıyordu ama sert olmadığından fazla rahatsız etmiyordu. O gün ise çamurlar güneş altında kurumuş, pişmiş, beton kıvamına gelmişlerdi. Her adımda darbeyi dizlerimde hissediyordum. Bu kısımda optimum hızı bulana kadar zorlandım ama sonrasında o hızda aşağıya kadar indim. İnerken aklımda sürekli bazı sert inişli araç yollarında gördüğüm “Kamyonlar, çıktığınız vitesle ininiz” uyarısı vardı. Ben de tam olarak böyle yaparak 3. KN’ye vardım. Bu kontrol noktasında eşimi görmek beni çok şaşırttı. Çünkü konuşmamıza göre onu ilk Narlıca’da görecektim. Onu görmek ve “çok iyi gidiyorsun, tahmininden hızlı gidiyorsun” dediğini duymak beni epey motive etti. Hızla çantamda taşıdığım çipi okutup yoluma devam ettim. Zaten büyük KN’ye sadece 6 km vardı ve yol düzdü.
Evet, yol düzdü ama az önceki 10 km süren sert zeminli iniş bacaklarımı iyice dövmüştü ve toplamda 3 saat 40 dakikadır koşuyordum. Biraz acıkmış ve yorulmuş olmam dövülmüş bacaklarla birleşince bu asfalt bölümdeki çok hafif tırmanışlar bile beni yürümeye zorladı. Narlıca’ya bir kilometre kala eşim Başak koşarak yanıma geldi. Hem fotoğraflarımı çekiyor hem de motive ediyordu. Yavaş yavaş da olsa Narlıca KN’ye vardım. Yarış öncesi aldığım bir karar da sakatlık veya net bir sıkıntı olmadıkça KNlerinde hiçbir zaman oturmamaktı. Çünkü biliyordum ki oturduğum anda kalkmak çok zor olacak. Burada bir tas bol tuzlu çorba, bir iki dilim ekmek, bir iki küçük kek parçası, birkaç dilim muz yedim ve bir bardak kola içerek bu yediklerimin yaratacağı sıkıntıyı azaltmayı umdum. Sanırım 2-3 dk harcadım ve önümdeki duvar gibi tırmanıştan dolayı isteksizce KN’den ayrıldım.


Narlıca kontrol noktası

I never met a hill I couldn’t walk.
(Yürüyerek çıkamayacağım bir tepeye rastlamadım.)
– Larry Stice

Yarış öncesi kendime bir söz vermiştim. Ne olursa olsun pozitif olacaktım. Bir an olsun olumsuz düşüncelere dalmayacaktım. Bu sözü vermeme neden olan şey sevgili Aykut’un yazdığı şu güzel yazıydı. Birkaç defa okumuş olmama rağmen yarış sabahı uyanır uyanmaz bir daha okuyup bu sözü verdim kendi kendime. Yarış boyunca da sözümü tuttum diyebilirim. 42. km sonrası başlayan ve daha önceden bildiğim için gözümde büyüyen tırmanış sırasında hep bu sözümü anımsattım kendime. Bu tırmanış sırasında bir iki defa durma noktasına geldim. Birkaç kişi bu tırmanışta bana yetişti ve geçti. Tırmanırken bir jel çıkarıp yedim ve fayda sağlamasını umdum. Son bölümdeki en dik yeri tırmanırken aşağıdan “ahhh, ohhh, offf, puff” sesleri geliyordu. İçimden “siz biraz sonra göreceksiniz ahı offu” diye geçirdim. Son bir gayretle o bölümü de çıkıp nispeten düz bölüme ulaşınca “tamam artık bu yarış bitmiştir” diye düşündüm. Bu noktada bana yetişen Faruk ve Ergün ile birlikte ilerlemeye başladık. Yaklaşık 50. km civarı inişin başlaması gerekiyordu. İlerlerken sürekli “herhalde şu dönüşten sonra iniş başlar” deyip duruyorduk. Baktım her yanlış tahminimizde bu umutlu bekleyiş olumsuz düşüncelere dönüşüyor “bence bırakalım inişe geçeceği yeri beklemeyi, nasılsa kısa bir süre sonra başlar, olumsuz düşüncelere hiç kapılmayalım” dedim. Öyle de yaptık. Bu sırada sevgili Alper Dalkılıç batonlarıyla yanımızda belirdi. Tırmanış konusunda deneyimli olması ve batonlarının yardımı ile o ciddi tırmanışta bize yetişmiş ve hatta bu bölümde önümüze geçmişti.

İznikUltra patika
Fotoğraf: Alessia De Matteis

Yarış başlayalı 6 saat olmuştu ve ben hala hiç işememiştim. Farklı bir konuda yazıyor olsaydım bu detaya girmek biraz garip kaçabilirdi ama uzun mesafe koşu yarışı ile ilgili bir yazıda bu önemli bir detay. 6 saattir işememiş olmam az sıvı aldığıma işaret ediyor olabilirdi. İniş başlamadan bu işi halletmem gerek diye düşündüm. Bu konu üzerine biraz odaklanınca ihtiyaç hissettiğimi fark ettim. Bu az sıvı almamla değil diüretik hormonlar nedeniyle olduğuna bir işaretti. Çişin renginin de koyu olmaması bu tahminimin doğru olduğunu ortaya koydu. Ama ne olursa olsun 6 saat çok uzundu ve hemen biraz daha sıvı aldım. Bunlar olurken iniş başlamış ve biz sabit bir hızla aşağıya doğru koşmaya başlamıştık. Hiç durmadan yavaşlamadan Sölöz’e yaklaştık. Sölöz’e girmeden önce rota saçma bir yere gidiyor. Yaklaşık 1 km kadar küçük dere yatağı gibi bir oluktan ilerleniyor. Zemin kuru olmasına karşın çok zorlayıcı ve tehlikeli olduğundan bu bölümde iyice yavaşladım. Bu sırada yanımdan hızla bir 130k yarışçısı geçti. Koşarken arada bir böyle ataklar görünce insan ya olumsuz etkileniyor ya da bunu iyi değerlendirirse motive oluyor. Ben genelde ikincisini yapmayı başardım. “Bu adamlar bizden 50 km fazla koşacaklar ve şu azimlerine bak, ben de böyle olmalıyım” diye düşünerek bir miktar güç kazandım. Sölöz’e girince yine eşimi (ve arkadaşımız Berçem’i) görünce moralim iyice düzeldi. Birkaç espri ile yüzümü iyice güldürdüler sağ olsunlar. İşte 60 km’yi geride bırakmıştım. Hayatımın en uzun mesafesi 60 km’ydi. Geçen yıl RunFire Kapadokya’da uzun günde 95 km’lik parkurun 60. km’sinde yarışı bırakmıştım. Yani bundan sonra gideceğim ilk metreler benim için mesafe rekoru olacaktı. İniş sırasında bizi geçen üç 130k yarışcısı da birer sandalyeye oturmuş dinleniyorlardı. Bizse hızla ağzımıza bir şeyler tıkıştırıp biraz kola içtikten sonra hızla yola devam ettik. Sanırım burada 2 dk. kadar kaldım.
Sölöz’den çıkarken yarış öncesi tahminimin 9 dakika önündeydim. Hiç beklemediğim kadar iyi gidiyordum. Bu düşünce beni daha da motive etti. Hesabıma göre bir sonraki KN olan 63. km’ye 20 dakikada varacaktım. Ama bu kısım öyle kötü çamur olmuştu ki yoldan çıkıp tarlalarda yürümek zorunda kaldık. Bu bölümde bırakın koşmayı hızlı yürümek bile imkânsızdı. Bu biraz moral bozucuydu ve tam olumsuz düşünceler saldırıya geçmişti ki KN’yi gördük. KN, hemen bir derenin karşısında kurulmuştu. KN çalışanlarına dereden mi geçeceğiz diye bağırdım, “evet” cevabını duyar duymaz atladım suya. Bilek boyu derinlikteydi ve buz gibiydi. Girmeden önce “off ya ayaklar ıslanacak, kötü olur mu acaba” diye düşünmüştüm ama girince soğuk su öyle iyi geldi ki hemen rahatladım. Çipi okuttuktan sonra devam ettik.
İznikUltra 75.km
Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman

Bundan sonra ne zihinsel olarak hoşumuza gitse de bacaklarımızı yoran inişler ne de yürürken utanmayacağımız çıkışlar vardı, sadece dümdüz 17 kilometremiz kalmıştı. Kafamda yarış bitmişti, sadece 75. km’deki son KN’ye gelmek yetecekti. Ama bu bölümde bir miktar düşüş hissettim. Hatta bu sıkıntılı anlarda Faruk ve Ergün 100-200m kadar önüme geçtiler. Anladım ki biraz ek yakıta ihtiyacım var. O gün sadece ikinci kere çantamın yiyecek bölümünü açtım. Bir Snickers çıkarıp hızla yedim ve moralimi hızla toparlayacak şekerin kana karışmasını bekledim. Gerçekten de beklediğim oldu, belki de tamamen plasebo ama hemen hızlanıp iki arkadaşıma yetiştim. Tam göl kıyısındaki bölüme gelmiştik. İleride ağaçlar ve ağaçların bittiği yerde de son KN zor da olsa görünüyordu. Artık çok sık ve uzun yürümeye başlamıştık. O an aklıma son silah olan o küçük oyun geldi. “Şu ilerideki tabelaya kadar koşalım” dedim. Başladık koşmaya, sonra biraz yürüyüp “şu ilerideki küçük ağaca kadar koşalım” dedim. Arkadaşlar hemen oyuna katılıp biraz da geliştirdiler. Karar verdiğimiz noktaya ulaşınca Faruk “ben bunu değil şu ileridekini kastetmiştim” demeye başladı ve koşuları uzattık. Bu bölümde Alessia bize yetişti ve birlikte koşmaya başladık. Artık KN çok yakın görünüyordu, hiç yürümeden koşmaya ve oraya ulaşmaya odaklandık. Yine Başak’ı görmek yüzümü güldürdü. Burada da ağzımıza bir şeyler atıp hızla ayrıldık. Tüm KNlerde kararımı uygulamış çok az zaman harcayarak durduğum süreyi kısıtlamıştım. Buralarda kaybettiğim zamanın hesabını yapmıyordum sadece durduğum süreyi kısa tutup kendimi durmaya alıştırmamaya çalışıyordum. O ünlü kitabın başlığındaki gibi “Durmak Bilmeyen İleri Doğru Hareket” (“Relentless Forward Progress“)…


75. km Örnekköy kontrol noktasına girerken

The only way to define your limits is by going beyond them.
(Sınırlarınızı tanımlamanın tek yolu onları aşmaktır.)
– Arthur Clarke

Arthur Clarke’ın dediği gibi sınırlarımı aşmıştım ve artık yenilerini tayin edebilirdim. Ben bile 75. km’de hala koşuyor olmama şaşırdım. Yarış öncesi “herhalde 50 km sonra sürekli yürürüm” diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Doğru zihin yapısında olunca insan ilerleyebiliyor. Son 5 km gerçekten çok keyifsiz bir bölümdü. Şehrin sokaklarında hatta kalabalık caddelerinde koştuk. Bu son bölümde çok az yürüdüm. Finish takını görünce Faruk ve Ergün’ün önden gitmelerini izledim. Birkaç saniye arkalarından ben de takın altından geçtim. İnsan gerçekten neyi başardığını en net bitişten sonra fark ediyor. Yumruklarımı havaya kaldırıp bir zafer nidası attım ve beni bekleyen eşime sarıldım. 80K yarışında 9:29:47 ile genel sıralamada 10. kendi yaş kategorimde 6. oldum. Biliyorum aslında bunların bir önemi yok ama bir yarış sonucu vermek gerek. Yarış öncesi tahmin tabloma bakacak olursanız sadece 10 dakika yanıldığımı görebilirsiniz. 🙂 Bitişte bizi bekleyen az sayıda insanın arasında Amy de vardı. Bu beni şaşırttı. Çünkü onun yarışı biteli 2 saatten fazla zaman olmuştu ve o gelenleri tek tek karşılamak için ayakta bekliyordu. Hatta üzerimizi değiştirip İznik’e dönmek için araca binerken onu da çağırdığımızda insanların bitirmesini bekleyip hepsini tebrik etmek istediğini söyleyerek gelmeyi reddetti. Sonradan öğrendiğime göre kendi finishinden sonra 5 saatten fazla orada bekleyip her geleni kutlamış. İşte bu tam da alçak gönüllü bir şampiyonun yapacağı bir şey.
İznikUltra sonuç ara zamanlar
O akşam kendimi çok yorgun hissetmedim. Güzel bir duştan sonra bir şeyler yemek için meydana döndüğümüzde çok şaşırtıcı bir haber aldık. Saat daha 21:30 bile olmamıştı ama Mahmut Yavuz’un bitirdiğini ve Aykut‘un çok yakında olduğunu öğrendik. Eğer haberler doğruysa ikisi de inanılmaz hızlı gitmişti. Ben Aykut’un o kadar da hızlı gelemeyeceğini düşünüp finishe yakın bir yerde yemek yemeye koyuldum. Tam yemeği bitiriyordum ki çanlar çalmaya başladı. “Hadi canım” diye düşündüğümü anımsıyorum. Aykut, 14 saat 15 dakika gibi inanılmaz bir zamanda 130 km koşup gelmişti ve yarışı birincinin 23 dakika arkasından ikinci olarak tamamlamıştı. Onun gelişini kutlarken Elena’nın da yaklaştığı haberini aldık. O da 15 saatte tamamlayarak bir inanılmaza imza attı. Kadınlarda ikinci gelecek kişiden 4 saat 53 dakika gibi devasa bir farkla bitirmiş neredeyse erkek yarışmacıları zorlamıştı. Bu şaşırtıcı ama bir o kadar da sevindirici olaylardan geceyi göl kıyısında birer bira içip yarışı kutlayarak sonlandırdık.
O gece yorgunluktan uyuyamadım. Ertesi sabah 10k yarışı için meydandaki kalabalığa karıştık. 300’e yakın insan start aldı. Onların start almasından sonra bir yerlerde yarışın tamamlanmasını beklerken sıcak bir şeyler içerek dinlenmeye devam ettik. Hem 10K yarışı öncesi hem de bu dinlenme sırasında Ilgaz ile birlikte Koşturmaca Podcast‘te kullanmak üzere kısa röportajlar yaptık. Umarım 42. bölümde bunlara yer verebileceğiz. Öğle saatlerinde İznik’ten artık bir ultramaraton koşucusu olarak ayrılırken neredeyse tüm uzun mesafe koşucularının toplandığı bu festival havasında geçen hafta sonunun bitmesinden dolayı biraz buruktum.

İznikUltra bitiş sonrası
30 km birlikte koştuğumuz Ergün ve Faruk. (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Caner Odabaşoğlu‘nun, Macera Akademisi‘nin yarışlarındaki kaliteden sürekli bahsediyoruz. Bu yılki İznikUltra’da bu gerçeğin altını bir daha çizdiler. Rota seçimi, işaretleme, kontrol noktalarının yerleşimi ve içeriği, çalışanlar, gönüllüler, yarışa paralel gereksinimler (bitişten transfer, diğer organizasyonlarla birlikte çalışma vb.), her şey çok iyiydi. Hep mi öveceksiniz biraz da gelişime açık şeyler yazın diyebilirsiniz ama ben organizasyonda herhangi bir aksama veya eksiklik göremedim. Bu yarışta da kaybolanlar oldu. Her zaman olacak, çünkü patika koşularının bir parçası da yolu takip edebilmek. Ama bunu olası en aza indirmek için gereken neyse yapılmıştı. İşaretleme neredeyse eksiksizdi. Ben hiçbir zaman tereddütte kalmadım, doğru yolda olup olmadığım konusunda. Yarışın başında 5-6 km sonra işaretleme mantığını, şablonunu anladım ondan sonrası kolaydı. Önümde birileri koşsa dahi ben her zaman işaretleri aradım ve izledim. Bu konuda tek söyleyebileceğim, kullanılan işaretin beyaz değil doğada daha hızla ve kolay görülebilecek bir renk olması belki daha iyi olabilir. Kontrol noktalarındaki masalar nefisti. “Yahu şu da olsa” demedim hiç birinde. Kendi taşıdıklarımdan sadece bir jel ve bir Snickers yedim. Sularımın ikisini birden sadece Narlıca-Sölöz arasında doldurdum. Diğer bölümlerde gerek kalmadı, kontrol noktaları yetti. Aynı anda ikisi ultra üç patika koşusu, hemen ertesi gün de 300 kişilik bir 10K yarışı düzenlemek, bunların her şeyiyle ilgilenip hiç sorun yaşatmamak gerçekten kolay değil. 130k’da 43 kişi başlamış 29 kişi bitirmiş, 80k’da 68 başlamış 55 kişi bitirmiş ve 42k’da 102 başlamış 94 kişi bitirmiş. Emeği geçen herkese çok teşekkürler. Tek bir sorun var, Macera Akademisi yarışlardan beklentimizi yükseltiyor, farklı yarışlarda bunları bulamayınca kötü olacak. 🙂
Özetle:
– Tüm mesafeyi düşünmeyin, parçalara bölün. Ben kontrol noktası bazında böldüm. Ek olarak bir de ikinci tırmanışın sonunu yani 50. km’yi düşündüm. Böylece yarışı 9 parçada ele aldım. Bu çok işe yaradı.
– Bu bir enerjiyi doğru şekilde zamana yayma oyunu. Bu kurala uyarsanız gerisi kolay. Ben de sanırım bunu doğru yaptım.
– Ultramaratonda olumsuz düşüncelere yer yok. Her zaman moralinizi yüksek tutmak, bunun için bir şeyler yapmak şart. Aksi taktirde düşüş başlar ve o düşüşü geri çevirmek çok zor. Ben bu konuda da başarılıydım.
– Sevdiğiniz bir insan yanınızda olsun ve her kontrol noktasına gelebilecek şekilde plan yapsın. İnanılmaz motive edici. Eşim Başak’a sonsuz teşekkürler.
– Yeri gelir yürümeniz gerekir, gerekiyorsa yürüyün ama durmayın. Ben böyle yaptım, faydasını gördüm.
– Böyle yarışlardan önce yokuş antrenmanı olmazsa olmaz (hem çıkış hem de özellikle iniş). Ben bu antrenmanlardan daha fazla yapmış olmayı isterdim. Çıkış ve inişlerde biraz zorlandım.
– Doğru ayakkabı seçiminin önemini Kapadokya’da kötü sonuçlanacak biçimde deneyimlemiştim. Burada da olumlu olarak deneyimledim. Seçtiğim ayakkabı bana en uygunuydu. Hiçbir sorun yaşamadım. Ne vurma, ne su toplaması ne de kararmış tırnaklar. Sıfır sorun… Patika ayakkabım bundan böyle Saucony Peregrine’dir.
– Benden önce bitirenlere saygı duyuyorum. Benden sonra gelenlere de saygı duyuyorum. Zaman sınırlarına takılanlara da, yarışı bırakanlara da saygı duyuyorum. Aslında yarışa başlama cesaretini göstermiş ve başarmayı aklına koymuş herkese saygı duyuyorum. Hepsini başarılı görüyorum. Hepsini tebrik ederim.
Son olarak;

Everywhere is within running distance … if you have the time.
(Her yer koşma mesafesindedir… Eğer yeterli zamanınız varsa.)
– Anonim

Amy Sproston ile birlikte
100km Dünya Şampiyonu Amy Sproston ile… Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman

“İznikUltra 2013” hakkında 15 yorum var

  1. 80 koşmadım ama geçen yıldan kalan km hatıraları canlandı gözümde !!!
    Süper olmuş yine hocam, çok ders var buradan çıkarılacak…kendime aldığım notlar olacak :))

  2. 42k yı tamamladım ultra maratonlarda kişinin tek rakibi yine kendisidir limitler ancak zorlandığında netleşir bunun sonu varmıdır bilinmez seneye 80k kişisel limit deneyim olacak

  3. tebrikler mert derman inanılmaz bir yarış serüveni ve inanılmaz bi anlatım bir yarış detaylarla bu kadar güzel anlatılır. maraton koştum ama açıkcası ama ultrayı hiç düşünmedim düşünmek bir yana aklımın ucundan bile geçmedi ama seni yazını okuyunca neden olmasın diye düşündüm inşallah günün birinde bende koşarım seni tekrardan tebrik ediyorum…

  4. Öyle güzel şeyler yapıyor ve öyle güzel şeyler yazıyorsunuz ki, bu kadar zor, bu kadar kolay anlatılır……. emeğinize yüreğinize sağlık…..

  5. Mert, tebrikler gerçekten kendinize güzel hefef belirleyip ve başarı ile sonuçlandırmışsınız..Sizin İle zaman zaman yol koşularında karşılaşıyordum..Yaklaşık olarak aynı zamanda bitiriyorduk..80 km Faruk ve Ergün ile birlikte devam ettiğinizi belirmişsiniz.Finiş sonrası Faruk sizden oldukca bahsetti Adınızın Mert olduğunu o zaman öğrendim, gerçekten birlikte güzel koşu çıkarmışsınız.Faruk ile idmanlarımı birlikte yapıyorum.Yol koşularında başlangıç ve bitişimiz aynıdır.O gün 42 km Faruk ve Ergun ile birlikte girdik.42 den sonrakı zorlu yokuşta aşırı su kayıbından ben oldukca rahatsızlandım.Kenara çekilip biraz dinlendim Ultra maratonda deneyimli ve başarılı olan Ender TOPBAŞ beni görünce hemen müdahale etti Hatta Caner Beyi arayarak yardım istemiz o da bana telefo ile ulaştı, üzerimdeki ıslak elbiselerimi değiştirdim. 2 adet tuz ile su içtim.Eğer düzelmesen hemen geri dönmemi belirtti. tuz ve su bana gerçekten çok iyi geldi 10-15 dk sonra yarışa devam etmeye başladım O arada Muammer BÜYÜK geldi onunda ayaklarında sıkıntısı vardı Birlikte biraz yürüyerek biraz koşarak 80 km bitirebileceğimize inandık ve zorda olsa 11.saat 24 dk da bitirdik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir