İlk Triatlon

İlk Triatlon

Triatlon ilustrasyonDenizde, büyük bir kalabalıkla aynı anda, üç duba ile oluşturtulmuş üçgenin etrafında iki tur atarak 1500 m yüzmek… Sudan koşarak çıkıp bisiklet için ayakkabı ve kask kuşandıktan sonra yine yüzlerce diğer bisikletli ile 5 kilometrelik bir turda keskin virajlar dönerek 8 kez dönmek… Bu ikisini sağ salim bitirip, koşu ayakkabısı giyip 2,5 kilometrelik bir parkurda 4 tur atıp 10 km koşmak… Okuması 20 saniye sürüyor ama gerçekleştirmesi ortalama 2-3 saat sürebiliyor.

Karar ve hazırlık

2008 yılının ortalarında başladığımdan bu yana büyük zevk alarak koşuyorum. Bazen hız antrenmanları yaparken rüzgârı hissetmek bazen de saatler süren uzun koşular sırasında kendimle baş başa kalmak çok hoşuma gidiyor. Sabahın erken ve buz gibi saatlerinde insanlar uyurken yollarda olmak ya da bomboş bir kampusun kimsenin uğramadığı koşu pistinde potansiyelimin sınırlarını aramak benim için birer zevk. Koşmaktan bunca keyif alıyorken bir triatlon bitirme fikri aklıma ilk ne zaman düştü hiç bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var ki eğer yapmak aklıma düştüyse gerçekleştirmek için elimden geleni yaparım.
Bu fikre ne zaman kapıldım hatırlamıyorum ama bir hedef olarak netleştirmem 2011 yılında oldu. 2012 için bir triatlon bitirme hedefi koymuştum. Ne yazık ki o yıl bu hedefi tutturamadım. Hedefi bir yıl kaydırıp geçtiğimiz Ağustos ayında bu doğrultuda ilk adımımı attım ve yüzmeye başladım. Başım suyun içindeyken kulaç atabiliyordum ama 50 metre bile yüzemiyordum. Özel ders almadım. Her zaman önerilen drilleri de çok yapmadım (belki hata ettim, hala da ediyorum). Başlama hikâyemi ve deneyimlerimi şu yazıda uzun uzun anlatmıştım. İlk adımımı yüzmeye yönelik atmamın nedeni en çok ondan korkmamdı. Ama zaman geçtikçe alıştım, geliştim ve rahatladım. Yüzme için havuzda çalışmanın yanı sıra masa başında da çalıştım :). Çok sayıda kulaç analizi videosu izledim. Kendimi videoya kaydedip eksiklerimi görmeye çalıştım. Bazen kısa ama hızlı antrenmanlar yapıp hızlanmaya bazen de uzun uzun yüzerek bu uzun yüzüşlere alışmaya çalıştım. Kendime sesli bir tempo trainer edinip kulaç frekansım ve kulaç uzunluğum üzerinde çalıştım. Başlangıçta hedefim 1500 m için 40 dakikaydı ama bir ay önce havuzda 27,5 dakikada bu mesafeyi yüzebildim.
Bu sırada bir sonraki adım olan bisiklet beni daha çok korkutur hale gelmişti. Hedef yarışım olan Avrasya Maratonundan önce dışarıda bisiklete binip düşmekten ve sakatlanmaktan korktuğumdan maraton bitene kadar bu işi erteledim. Ama Ankara’nın kışın bisiklete çok uygun olmaması beni bisiklet çalışmaya trainer (çalıştırıcı) üzerinde başlamaya zorladı. Bir yandan sağ kalçamda baş gösteren ağrılar nedeniyle henüz başladığım bisiklet antrenmanlarına ara vermek zorunda kaldım. Zaman hızla geçti, kış bitmek bilmedi. Öte yandan bir an önce triatlonla olan randevumu aradan çıkarmak istiyordum. Kendimi daha hazır hissetmek için bekledikçe korkacak, korktukça bekleyecektim. Bu nedenle sezonun ilk olimpik yarışı olan Taşucu Triatlonuna kaydımı yaptırmaya karar verdim.
Triatlon yarışlarına katılmak koşu yarışlarına katılmak kadar kolay değil. Öncelikle bir lisansa sahip olmak gerekiyor. Tamam, bu lisansı almak zor değil ama benim gibi bu tip işleri sevmeyen biriyseniz gözünüzde büyüyebiliyor. Ben tam lisans için ilk adımlarımı atacakken Dailymile’dan tanıştığımız İzmirli arkadaşlar yeni kurdukları triatlon takımına katılmak isteyip istemediğimi sordular. Aslında triatlon bir takım sporu değil ama daha önce bu işlerle haşır neşir olmuş insanlarla birlikte hareket etme fikri çok cazip geldi. Başvuru formu, fotoğraf ve doktor raporunu onlara gönderdim ve Mavi Karga takımına dâhil oldum. Takım, o sıralarda triatlon mayosu tasarlama ve yaptırma aşamasındaymış. Bu da benim için çok güzel oldu. Hemen mayo organizasyonuna dâhil olup güzel bir trisuit edinmiş oldum. Lisans, kayıt ve mayo hazır olduğuna göre geriye antrenman yapmak ve beklemek kalmıştı.
Kilitli pedalYarış günü yaklaşıyordu ve ben hala kilitli pedal ile dışarıda bisiklete binmemiştim. Belki de bazılarınız bu kilitli pedal konusuna yabancısınızdır, kısaca bahsedeyim. Yarışlarda kullanılan bisikletlerde, hem basarken hem de çekerken güç verebilmek için pedallarda kilitli bir sistem kullanılıyor. Bu sistemle uyumlu bir de ayakkabı kullanılması şart. Kilit sistemleri birkaç değişik tasarıma sahip. Ben birkaç yıl önce keyif için kullanmak üzere bir şehir bisikleti edinmiştim. Dağ bisikleti ile yol bisikleti arası bir forma sahip olan bu bisikletimi evde trainera bağladım. Onunla kullanmak için bir pedal çifti ve ayakkabı satın aldım. Dağ bisikletlerinde daha sık kullanılan SPD yerine yol bisikletlerine ve triatlona uygun olduğunu okuduğum LOOK pedallardan edindim. Buna uyumlu olarak da Northwave marka bir ayakkabı satın aldım. Bir yıl kadar önce satın aldığım ama kullanmadığım TacX Sirius trainerımı da hazır hale getirip içeride antrenman yapar oldum. Evde trainer kullanmak ile ilgili kısa bir yazı yazmıştım, detaylar için o yazıya göz atabilirsiniz. Tamam, evde bir saat civarı bisiklet antrenmanları yapıyordum ama ya dışarıda binme deneyimi ne olacaktı?
Yazın Eymir Yarı Maratonu parkuru üzerinde çalışırken yaptığımız bir koşu sırasında triatlon hedefimi duyduğunda, Zeynel, evdeki bisikletini kullanmamı önerdi. Hem kendisi yeni bir bisiklet aldığından bunu kullanmıyordu hem de ben bu işte ilerlemeye kesin karar verene kadar çok fazla masraf yapmam gerekmeyecekti. Bu cömert teklifi kabul ettim. Trek marka bu bisikletin üzerinde SPD tipinde bir pedal vardı. Oysa ben evdeki bisiklet için diğer türden pedal ve ona uygun ayakkabı satın almıştım. Aynı pedaldan bir de Trek için edindim. Normal şartlar altında bir bisikletin pedalını değiştirmek çok kolay bir iş ama bu bisikletin pedalı hem çok sıkılmış hem de bir miktar pas tutmuş olduğundan beni çok uğraştırdı. Yeri gelmişken pedal sökmek konusunda küçük bir ipucu vereyim. Bisikletin her iki pedalının da vidası aynı yöne gevşeyip, sıkışıyor. Bunun nedeni dönerken açılmasının önüne geçmek. Standart olarak 15 numara anahtar kullanılabiliyor ama bu iş içim özel üretilmiş pedal anahtarı (pedal wrench) denen aletler de var. Her iki taraf için de arkaya doğru çevrilerek sökülüyor. Sıkarken de çok hafif bir güçle sıkmak yetiyor çünkü pedal hep tersi yöne döndüğünden açılması pek mümkün değil. Ne yazık ki o bisikletin pedalını ben sökemedim, bir bisikletçiden destek almam gerekti. Bu işi de hallettikten sonra uygun hava koşullarını beklemeye başladım.
Kilitli pedala alışmak gerçekten biraz can sıkıcı olabiliyor. Beyin bu duruma alışana kadar birkaç kez komik düşüşler yaşıyorsunuz; ya da ben yaşadım diyeyim. Bulduğum ilk fırsatta uzun zamandır bisiklet antrenmanı yapan bir arkadaşımla Eymir’de bir biniş yaptım. Sağ olsun ufak da olsa birkaç ipucu ile alışmamı kolaylaştırdı. Yeni deneyecekler için ben de birkaç şey yazayım. Öncelikle bisiklet kullanırken duruş anında hangi ayağınızın aktif çalıştığına dikkat edin. Yani duruş anında hangi tarafa hafifçe yatıp o taraftaki ayağınızı koyuyor olduğunu iyi anlayın. Ben hep benim için bunun sağ taraf olduğunu düşünürdüm ve bu düşünce bana birkaç komik düşüşe mal oldu. Tolga’nın uyarısı ile duruşta sol ayağımı kullandığımı fark ettim. Bundan sonrası sık sık durup pedaldan ayağımı kurtarıp yere koyma alıştırmasına kaldı. Hatta bir gün evin çevresinde 45 dakika kadar sürekli dur kalk ile duruş konusunu alışkanlık haline getirme çalışması bile yaptım. Tüm bu bisiklet macerası sonunda yarışa bir hafta kala aslında çok az antrenman yapabilmiş, inip binme ve kilitli pedal ile keskin dönüşler yapma konusunda da hala acemi bir haldeydim. Yani en zayıf olduğum konu yüzme diye düşünürken onu fazlasıyla çalışmış daha iyi olduğumu (olacağımı) düşündüğüm konuda zayıf kalmıştım.
taşımak kolay oldu

Yarış öncesi

Yarışın olduğu hafta sonu cuma günü akşamüzeri yola koyuldum. Planım o gece Mersin’de ailemin yanında kalıp ertesi gün Taşucu’na gitmek, hem daha az yorulmak hem de ailemle biraz vakit geçirmekti. Öyle de yaptım. Cumartesi günü öğleden sonra Mavi Karga ekibi henüz gelmeden pansiyonumuzu bulup yerleştim. Pek iç açıcı bir yer değildi ama bu durumları tolere etmeye çoktan alıştım. Çirkinliği ve pisliği görmezden gelebiliyorum artık konaklamalar sırasında. Bir süre sonra ekip de geldi ve hemen bisikletlerini toparlamaya başladılar. Ben bisikleti sökmeden olduğu gibi arabanın arkasına sığdırmayı başarmış olduğumdan (arabanın arka koltuklarını yatırınca devasa bir bagaja sahip oluyor) böyle bir derdim yoktu. Takım olarak mayolarımızı giyip önce parkurda bir tur bisiklete bindik, ardından koşu parkurunda 15 dakika jog attık, son olarak da denize girip biraz yüzdük. Deniz suyu gerçekten çok soğuktu. Çıktığımızda güneş de yavaş yavaş batmakta olduğundan otele doğru yürürken titredim diyebilirim. Otelin önündeki hortumdan akan soğuk suyla hızlı bir duş alıp giyindik. Teknik toplantıya katılım zorunluydu. Uzun konuşmalar yapıldı ama hiç kimse dinlemedi sanırım. İlginçtir birileri kürsüde konuşurken salondaki herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Bu durum sanırım beni konuşmacılardan daha çok rahatsız etti. Tüm sporcular birer form doldurdu. Sonrasında makarna, köfte ve patatesten oluşan yemeğimizi yanında ayran ile alıp karnımızı doyurduk. Yemek sonrasında numara ve çip alımına geçildi. Ne yazık ki hiçbir işimizi yapamadığımız gibi bunu da sırayla yapamadık. Bir hengâme içinde bu iş de halloldu. Sanırım bu sene alınan bir kararla bisikletlere takılacak numaralar tüm yıl için geçerli olacakmış dolayısıyla burada aldığımız numaralar yıl boyu tüm yarışlarda geçerli olacakmış. O nedenle iyi saklamak gerekiyor. Bisikletin selesinin altına tutturabilmemiz için iki adet de plastik kelepçe vermeleri hoş oldu. Numaranın yanında bir de ayağa takılabilmesi için bir bantla birlikte verilen çiplerimizi aldık. Çipler tek kullanımlık değil, bu bant vasıtasıyla ayak bileğinize takıyorsunuz ve yarış sonunda alıyorlar. Küçük bir uyarı bant ayak bileğini kesiyor.
Toplantı ve yemek sonrası açık havada bir iki bardak sıcak çay eşliğinde sohbet edip odaya döndük. Gece kaldığımız binanın yanında düğün vardı sanırım. Canlı müzik berbattı. Şarkıyı söyleyen arkadaş sanki çok beceriksizce ilk defa karaoke yapan biri gibi böğürdü durdu gece 2’ye kadar. Ayrıca oda arkadaşlarımızdan biri de bize sabaha kadar horultu dinlettiğinden gece doğru dürüst uyku alamadım. Buradan horlayanlara sesleniyorum; oda ayarlarken utanmayın, horladığınızı söyleyin, size ayrı oda ayarlayalım :). Bir şekilde sabahı edip kahvaltıyı da aradan çıkarınca hazırlanma zamanı geldi. Sabah belirli bir saat aralığında tüm triatletlerin (tüm kategoriler) değişim alanına bisikletleri ve diğer eşyaları ile gelmeleri gerekiyor. Bu sırada isim kontrolü kola, bacağa numara yazma ve donanım kontrolleri de yapılıyor. Herkes değişim alanını hazırladıktan sonra ilk kategori yarışları başlıyor. Hayatımda ilk defa değişim alanı hazırlığı yaptığımdan epey gözlem yapmam gerekti. Bisiklet boruya nasıl takılıyor, sepete eşyaları nasıl koymak gerekli gibi detayları orada gördüm. Arkadaşlar kaskı nasıl koyarsam en hızlı olabileceğim (bisikletin gidonuna kafaya takacak yönde hazır etmek) gibi detaylar konusunda yardımcı oldular, sağ olsunlar. Ardından birkaç fotoğraf çekip yeniden odaya gittik. Biraz dinlenme, sıvı alımı ve son hazırlığın ardından 11:30’da başlayacak yarış için start alanına gittik. GPS destekli bir saat kullanmayacaktım. Çünkü hem yüzme etabı için uygun bir saatim yoktu hem de bir zaman hedefim olmadığından ihtiyacım olmayacaktı. Sadece tur saymak yerine zamanı kullanmak için Nike Triax saatimi yanıma aldım.
Taşucu triatlonu değişim alanı

Yüzme

Yüzme etabı için sahilde toplandık. Hakem gelip nasıl yüzüleceğini açıkladı. Teknik toplantıda anlatılmasına rağmen başlangıçtan hemen önce yapılan bu açıklama çok işe yaradı. Çünkü bizden önceki kategoriler toplantıda söylenenin ve gösterilenin tersine istikamette yüzmüşlerdi. Bizse orada gösterilen gibi yüzecektik. Birçok insanın kafası karışmıştı. Bu son açıklama ile karışıklık ortadan kalktı. Doğrudan ikinci dubaya yüzecektik, sonra dubalar hep solumuzda kalacak şekilde sırayla 3. ve 1. dubalardan dönüp tekrar 2. ve 3. dubalardan dönerek direkt sahile çıkacaktık. Önce “on your mark” çağrısını sonra da başlama sesini duyacaktık. Ben arada bir iki saniye geçer diye düşünmüştüm ama önceki gün arkadaşların da söylediği gibi arada bir salise bile beklenmiyormuş. Herkes ilk çağrıyı duyunca denize koştu. Ben de kalabalığın içine daldım.
Bu anı yazıyla ya da sözle anlatmak pek mümkün değil. En iyi şekilde kalabalık bir triatlon başlangıcını izleyerek anlayabilirsiniz. Hatta o bile yetmez bir kere bunu yaşamalısınız. Tam bir arbede. Her yanda insan var. Ne sağa sola gidebiliyorsunuz ne de hızlanarak veya yavaşlayarak kurtulabiliyorsunuz. Belki deneyimli triatletler “yahu burada 70-80 kişi start aldı, bu ne ki, sen bir de 1000 kişilik startları gör” diyeceklerdir ama ben yüzme etabının başında yarışı bırakmayı bile düşündüm. Sağdan soldan darbeler alıyorum, hızlanayım da kurtulayım diyorum birinin ayakları burnuma geliyor. Sağa kaçayım diyorum ben birine tokat atıyorum. Bir yandan yüzecek su ararken bir yandan da dubaya doğru yüzmem gerekiyor. Devamlı yolumdan sapıyorum. Arbede ilk dubaya kadar biter dedim ama bitmedi. Dönüş çok kalabalık olduğundan yüzmeyi bırakıp köpekleme döndüm dubanın etrafını. Tekrar yüzmeye başladım ve aynı kargaşa yeniden başladı. O an “lanet olsun triatlonu da yüzmesi de” diye düşündüm. Kendimi zorlayamadığım için yorulmadım da. Yani önüm boş olsa çok daha hızlı yüzebilecek durumdayım ama bir debelenmedir gidiyor. İlk turu tamamlamak için sahildeki dubaya yaklaşırken bir anda sol gözüme ağır bir darbe geldi. Resmen yumruk yemiş boksör gibi grogi duruma düştüm. Boks hakemi olsa altıya kadar sayardı :). Meğer ilk dubayı bizden önce dönen hızlı yüzücülerin oluşturduğu grup da bizim gibi biraz eğri gidince yollarımız çakışmış. Elimi gözüme götürdüm, göz kapağıma dokunabildim. “Ya gözlük dağıldı ya da cam kırıldı” diye düşündüm. Ama düzeltmek için ne zaman var ne de istek. Sol gözümü kapayıp tek gözle ikinci turu da tamamladım.
Taşucu triatlonu yüzme

T1

O yarım saat boyunca bir daha triatlon yarışına katılmayacağımdan emindim. Yüzme etabını bir sürü darbe alıp bir kova su yutarak tamamladım. Sahilde elim dibe değinceye kadar yüzdüm sonra koşarak sudan çıktım. Değişim alanına girerken ciddi biçimde başımın döndüğünü fark ettim. Bırakın koşmayı düz yürüyemiyordum. Neyse ki değişim alanı küçüktü de bisikletime hemen ulaştım. Ayaktayken bisiklet ayakkabısını giymeye çalıştım ama ayakta duramıyordum. Yanımda Noyan’ı gördüm ve “abi çok pis başım dönüyor” dedim. O da benim aklıma gelmeyen çok basit bir öneri de bulundu “oturarak giyin” :). Yüzme etabındaki dayağın ve soğuk suyun yarattığı sersemlikle bu basit çözümü düşünememiş olmama gülerek ayakkabımı giydim. Kaskı takıp (ki önce kaskı takmadan bisikleti almak ceza yemek anlamına geliyor, dikkat) bisikleti elime aldım ve koşmaya başladım. Zaten o ayakkabılarla normalde bile yürümek zulümken bir de baş dönmesi eşliğinde koşmaya çalışmak beni darmadağın etti. Neyse ki değişim alanından çıkmadan önce binmeyecek kadar aklım başımdaydı. Sonradan öğrendim ki bu değişimi 1 dakika 10 saniyede tamamlamışım.

Bisiklet

Çizgiyi geçer geçmez bisiklete atladım, kilitleri takıp çevirmeye başladım. Baş dönmesi geçmemişti ve bisiklet üzerinde, koşarken olduğundan daha fazla tehlike arz ediyordu. 200 m sonraki ilk dönüşte arkadaşlarımdan destek bağırışları duydum (Özgür ve Sedef). Ben de “başım dönüyoooor” diye onlara bağırdım. Odaklanmamı söylediler. Gerçekten kendimi hemen önümdeki yola odaklamaya çalıştım ve 30 saniye sonra baş dönmesinden kurtuldum. İşte 40km’lik biniş böyle başladı.

Taşucu triatlonu bisiklet
Fotoğrafın aslı CyclingTr’den Mustafa Sezen’e aittir.

Düz yolda pedallara asılıp bisikleti hızla ilerletmek kolay ama dönmek konusunda çok acemi ve ürkek durumdaydım. Parkurda da ne yazık ki iki tane U dönüşü iki tane de 90 derecelik dönüşler vardı. İlk tur kendi kendime ilerlemeye çalıştım çünkü drafting nasıl yapılır bilsem de hiç deneyimlemediğimden korkuyordum. Saatte 30+km hızla giderken öndeki bisikletin hemen 30 cm arkasında olmak korkutucu geliyordu. Bir ara saate bakıp nasıl gittiğimi görmek istedim. Saatim su almış ve camı tamamen buğulanmıştı. Buğunun arkasında da hiç hayat belirtisi yoktu. Yüzme etabındaki kavga dövüşten sadece sol gözüm değil saatim de zarar görmüştü anlaşılan.
İkinci turda bir yarışmacı yavaşlayıp beni bekledi ve “birlikte gidelim yoksa bitmez bu iş” dedi. Ben de ona takılmaya başladım. Sonra birisi daha eklendi ve bu şekilde sürdük. Düz yolda ayak uydurmak sorun olmadı ama dönüşlerde hep gerilerinde kaldım. Hatta birkaç dönüş sonra onları kaybettim. Bir ara sanırım birçok iyi triatletin de içinde olduğu büyük bir grup beni geçti. O gruba tutunmayı düşünürken ilerideki U dönüşü aklıma geldi. Dönüşten sonra onlara takılabilmemin tek yolu öncesinde önlerine geçmekti. Bu amaçla epey iyi bir gruba 30-40 sn kadar tempo vermiş oldum. Grubun içindeki takım arkadaşlarımdan biri “Mert manyak mısın?” diye bağırınca yavaşladım :). Sonrasında yine biraz yalnız ilerledikten sonra arkadan gelip bana bir tur daha (yüzmeden önce çıktıklarından zaten bir tur öndelerdi) bindirmek üzere olan iki bisikletli gördüm. “Yok artık bir tur daha yemeyeyim” diye düşünüp peşlerine takıldım. Her dönüşte biraz daha iyiye gittiğimden 3-4 tur onlarla sürdüm. Draftingi de yarış sırasında öğrenmiş deneyimlemiş oldum. Son iki turda da başka bir ekibe takılıp bisiklet etabını bitirdim.

T2

En çok korktuğum şey olan durup bisikletten inme işi de heyecan içinde olup bitiverdi. Sorunsuzca bisikleti bırakıp ayakkabılarımı değiştirdim. Hiç acele etmeden bağcıkları düzgünce bağlamaya dikkat ettim. Sudan çıktıktan sonra da koşuya geçerken de çorap giymemek bana 20-30 saniye kazandırmıştır sanırım. Yine sonradan öğrendiğime göre bu değişimi 1 dakika 9 saniyede tamamlamışım.

Koşu

Sonunda kendimi rahat hissettiğim etaba gelmiştim. Bu sefer de güneş iyice yakıcı ve bunaltıcı olmaya başlamıştı. Koşu parkuru çok saçma bir şekle ve zemine sahipti. Değişim alanından 350 m kadar bir tarafa uzanıyor sonra yeniden değişim alanı yanından geçip diğer tarafa doğru 900 m kadar gidip geri geliyordu. Aralarda küçük dönüşler, kaldırımlar vs. olması da iyice garipleştiriyordu parkuru. Bunlara çok takılmadan sürekli önümdekini geçmeye odaklanarak koştum. Kolumda, bırakın GPS destekli bir saati, normal bir süreölçer bile olmadığından (yüzme etabında saatim pert olmuştu) tempomu kestiremiyordum. Amacım sadece yarışı tamamlamak ve keyif almak olduğundan ne hızda koştuğumu pek de umursamıyordum açıkçası. Koşu sırasında beni en çok zorlayan turları saymak oldu. Hem bisiklette hem de koşuda turları kendiniz saymak zorundaydınız. Süre veya mesafe ölçmeye yarayan bir cihaz da taşımayınca bu düşünüldüğünden çok daha zor oluyor. Bisiklet etabı görece daha düzgün olduğundan o kısımda zorlanmadım ama koşu parkuru acayip bir şekle sahip olduğundan aklım karıştı. Devamlı insanlara soruyordum. En son bisikletten birlikte indiğimiz birini geçerken ondan son tur olduğu teyidini alınca finish takına yöneldim. Bu kısım normal turları attığımız parkurdan ayrılıyor ve 50-60 m farklı bir yöne gidiyordu. Yarışı tükenmemiş bir halde gülerek bitirdim. Sonuçta tek hedefim büyük bir sorun yaşamadan, düşmeden, çarpmadan yarışı tamamlamaktı ve bunu başarmıştım.
Taşucu triatlonu koşu

Sonuç

Sonuç 2:36:09 (yüzme 30:34; T1 1:10, bisiklet 1:19:15; T2 1:09; koşu 44:03)… Çok iyi bir sonuç değil ama kötü de denemez. İddia ediyorum denizde tek başıma o parkuru 27 dakikada yüzebilirim. Hiç, ama hiç yorgunluk hissetmedim çünkü bittiğinde. Denizde daha kolay yüzülüyor. Ama işte o arbede bitirdi beni. Bisiklette de bundan sonra biraz dışarıda sürüş yaparsam yarışta daha iyisini yapabilirim sanırım. Biraz daha disiplinli çalışma ile yarı IronMan bile olabilir ama bu deneyimden sonra IronMan fikri çok çılgınca geliyor.
Triatlon koşudan çok ama çok farklı bir spormuş onu öğrendim. İçindeki koşu etabı bile değişik. Hazırlanması zor, teknik detayları çok fazla. Yarışın yapılacağı yere ekipman taşımak büyük dert. Ben yaşamadım ama bunu net bir biçimde gözlemledim. Koca bisikleti oradan oraya sürüklemek çok zor. Artık yarıştan çok bu korkutuyor beni. Traitletler her saniyenin her detayın hesabını yapıyorlar. Belki de haklılar. Yarış bittikten sonra “şurada 1 dakika kazansam, şuradan 20 saniye kessem” gibi bir sürü şey geliyor akla. Bu zihniyete adapte olmak alışmak lazım. Bir de çok iyi güneş kremi sürmek lazım, yoksa kola yazılan rakamların altı yanmadığından kolunuzda 300 yazıyor şekilde yanıyorsunuz ve ortaya şunun gibi komik bir görünüm ortaya çıkabiliyor :).
Bundan sonra sırada ne var? İnanın bilmiyorum. Bu yazımı koşuya adamak istiyorum. Uzun uzun koşmak sonbaharda hızlı bir maraton için hazırlanmak istiyorum. Ama yazın çok güzel traitlonlar var aklımı çelebilirler. Ya da bir sonraki yılı tamamen bu işe adayıp nereye kadar gidiyorsa gitmek olabilir plan. Şu an düşünemiyorum. Bakalım hep beraber göreceğiz. Sonuçta bir hedefi daha geride bıraktım, içim rahat. Şimdi ilk tek günlük, tek etaplık ultramaratonuma odaklanmam gerek. İznik Orhangazi Ultramaratonu

“İlk Triatlon” hakkında 20 yorum var

  1. Üstad yine harika bir deneyim ve aktarım. Eline emeğine sağlık çok teşekkürler.

  2. Buyuk keyifle okudum.. Donuste geriye dusmemek icin hizli grubun onunde donuse girme dusuncen ve uyariya cok guldum:).
    30 dk bile cok iyi bir derece yuzme icin, cok iyi kavramis/calismissin demek yuzmeyi…
    Bisiklet zamani 3-4 dk cok geldi ama… Hem de o kadar draftinge ragmen.. Sanirim 40k’dan biraz uzunmus..

  3. Koşudan hevesimi henüz alamadım. Ama birgün ben de mutlaka triatlon yarışını deneyimlemek istiyorum. Bisiklet konusunda değil de yüzme konusunda sıkıntı yaşayabilirim. Onu da bol antrenmanla aşabilirim diye tahmin ediyorum. O zaman sizinle birlikte katılabiliriz belki yarışlara. Ama dediğiniz gibi şimdi ilk hedefim iznik 130K yarışı. Orada görüşmek üzere.

  4. Mert , artık yasımda geldiğinden bende bir triatlon denemek istiyordum . Ta ki senin yazını okuyana dek .))))Şaka bir yana resmen acemi triatleth el kitabı gibi olmuş.Ama bu kadar olumsuzluğa ragmen cok iyi derecelerde yapmışssın tebrikler tebrikler.Özgür PAla

  5. Bu güzel yazı için kutluyorum Mert. Ben de bir triatlon hedefliyorum. İpuçları ilaç gibi geldi, teşekkürler:)

  6. Geri bildirim: İznikUltra 2013 | Ritim
  7. Eğlenceli bir yazı oldu. Denizden çıkınca baş dönmesi aslında yatay pozisyonda harekete alışan vücut birden ayağa kalkınca sendeliyor. Eğirdire beklerim

  8. Yazı için teşekkürler. Yolun çok başındaki bir triathlete olarak bana ilham verdiğini söyleyebilirim. Sizin tersinize benim branşım yüzme ve en çok koşudan korkuyorum, gerçi henüz yüzmeyi adam etmiş değilim.
    Sigarayı bıraktıktan sonraki ilk antrenmanımda 1 kilometre 70 dakika sürmüştü, 20. antrenmanımda ise 1,5km 38 dakikada bitti. Daha çok gelişim alanım var ama 10-15 antrenman sonrasında 30 dakika altına inebileceğimi biliyorum.
    Sonrasında bisiklete odaklanıp onu sağlama almak istiyorum. Bu arada, koşuya kadar sigarayı bıraktıktan sonra aldığım kiloları da atmış olacağımdan, koşu için daha hazır olabileceğime inanıyorum.

  9. triatlon koşmayı düşünenler için gerçekten güzel ve faydalı bir yazı. bence tek eksiği yarış sırasındaki beslenme konusuna değinmemiş olmanız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir