Kartalkaya'ya koşarak tırmanmak

Kartalkaya'ya koşarak tırmanmak

Kartalkaya tırmanışıYaklaşık üç yıl önce, bisiklet antrenmanlarına yeni başladığım dönemde, Kartalkaya’ya bisikletle tırmanışımızdan söz ettiğim bir yazı yazmıştım. O yazıyı “İnsan acı çekmeyi de sevmeye hatta özlemeye başlayabiliyor demek ki” diyerek bitirmiştim. Geçen yıl ilki düzenlenen Tahtalı Run To Sky koşu yarışına katılmış ve o “acıyı” da sevmiştim. Hatta özlemeye başlamıştım ve bu yılkini de iple çekiyordum ama Paris Maratonu raporunda sözünü ettiğim sakatlık nedeniyle yarışa katılamadım. Uzun tırmanışlar yapmak hem fiziksel hem de mental olarak insanı çok geliştiren antrenmanlar ama bir o kadar da zorlayıcı olduklarından böyle bir yarışa tam sağlıklı olarak gitmek şart. Bu yılki yarışı kaçıracağım belli olduktan sonra Ritim Blog’da eski yazıları kurcaladığım bir anda başta bahsettiğim Kartalkaya tırmanışı yazısına denk geldim. “E bisikletle oluyorsa koşarak neden olmasın” fikri o an aklıma geldi. Çok uzun zaman geçmeden gittim ve koştum. Biraz o koşudan söz etmek istiyorum.

Aslında henüz tam olarak iyileşmediğim bir dönemdi. Zaten bu kadar erken planlamıyordum o tırmanışı koşmayı. Eşimle birlikte, arkadaşlarla Bolu civarlarında doğada iyi vakit geçirmeyi planlamıştık. O civardaki son hava durumlarını kontrol ediyorduk. Hava, gitmeyi düşündüğümüz her yerde yağmurlu görünüyordu. Son ana kadar nereye gideceğimize karar vermemiştik. Madem her yerde hava kötü, o zaman neden Kartalkaya’ya gidip bu koşuyu gerçekleştirmeyeyim diye düşündüm. Halen bacağımda hafif de olsa sıkıntı vardı ama nasılsa bir yarış değil, ağrım olursa bırakabilirim diyerek karar verdim. Arkadaşlar için de kendi kafalarındakini gerçekleştirmek için uygun bir yerdi. Plan belli olmuştu.

Kartalkaya tırmanışına başlarken
Başlarken (Fotoğraf: Can Özbek)

Kartalkaya, Ankara’ya çok uzak değil, arabayla iki saatin altında ulaşılabiliyor. Ankara’dan erken saatlerde ayrıldığımızdan sabah saat 8:30 civarında tırmanışın başladığı E-5 üzerindeki ayrıma varmıştık. Hızla hazırlandım ve koşmaya başladım. Hava kapalı olsa da çok soğuk değildi, şort ve biri uzun kollu olan iki tişört giyiyordum. İçinde, poşete koyduğum telefonum, yağmurluğum ve biraz atıştırmalık olan çantamın suluklarında toplam 1,2 lt su vardı. Eşim ve arkadaşlar arabayla yukarıya gidecekler ve belki beni yolun bir yerlerinde yine göreceklerdi, ama tam bir plan yapmadığımızdan yanıma bolca su aldım. Bir de köylerden ve ıssız yerlerden geçerken olası köpek vakalarına karşı tek bir baton aldım yanıma. Başlarken hava yağmursuz, kapalı ve ılıktı.
Tırmanışın ilk 3 kilometresi çok sert değil ama hafif de sayılmaz. Henüz ısınmadığımdan bu kısmı sakince çıkmaya çalıştım. Üç ve dördüncü kilometreler arasında eğim epey azalıyor, düz denebilir. Bu kısımda yolun civarında hala evler ve bahçelerinde bağlı köpekler var. Sonrasında eğim 6. kilometreye kadar yine çok sertleşmiyor, ama o noktadan sonra zorlayıcı kısım başlıyor. Zaten orman örtüsü tam bu sırada beliriyor. Burada 3 km kadar gerçekten zor bir bölüm var. Ama çevre o kadar güzel, doğanın sesleri o kadar çekici ki insan zorluğu ara ara unutuyor. Omzun önünde su taşıyan çantalardan kullandığım için koştukça çıkan su sesi rahatsız ediyor. Sırf bu yüzden durup yürümek, doğayı dinlemek istiyorum. Yürümeye zorlayan eğim sessizliği de beraberinde getirdiğinden hoşuma gidiyor. 9. kilometreye geldiğimde tam bir saat geçtiğini görüyorum. Tüm tırmanışın ne kadar süreceğini tahmin edemiyordum ama 3 saat civarı süreceğini düşündüğüm için iyi gittiğime karar veriyorum. Zaten zamanı zorlamak gibi bir düşüncem yok. Hem sakatlık hala yüzde yüz iyileşmemiş hem de zorlanıp işin keyif kısmını es geçmek istemiyorum.
Kartalkaya tırmanışı
Yol harika (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Sonraki 5 km eğim görece hafifliyor. Bu bölümde çok fena sis bastırıyor. Görüş mesafesi neredeyse 20 metreye kadar düşüyor. Etrafım bembeyaz, biraz ötesi ise koyu yeşillik. Çok nadiren bir araç geçiyor, yapayalnızım. Bir ara ürpermedim desem yalan olur. Ormandan sesler geliyor, sisten sırılsıklam olmuşum ve koşarak tırmanıyorum. Kendime “asıl korkulacak şey insan; doğadan, ormandan çekinmene gerek yok” diyerek ritmimi artırıyorum. Bir yerde sisin içinde çıngırak sesleri duyuyorum. Bu bir sürü olduğu ve sürüye göz kulak olan bir köpeğin de etrafta olabileceği anlamına geliyor. Yürümeye geçip su sesini bertaraf ediyorum ki çevremi daha iyi duyabileyim. Oysa eğim çok az ve hızla koşabilirim. Çok dert etmeyip yürüyorum. Bir anda sisin arasında evler ve bir evin önünde de bir adam beliriyor. Günaydın dedikten sonra etrafta köpek olup olmadığını soruyorum, adam “yoook” diye bağırıyor. Tamam o zaman, deyip koşmaya başladığım anda evlerin arasından 5-6 farklı köpeğin havlaması başlıyor. Bir yandan tedirgin olmuşken öte yandan adamın cevabının üstüne bu sesleri duymak beni epeyce güldürüyor. Neyse ki adamcağız bağlı olmayan köpek yok demek istemiş. Ben mis gibi az eğimde koşamadığımla kalmış oluyorum. Ardından yine artan eğim ve düşük ritimli koşu.
Nedense, Sarıalan düzlüğünün 18. kilometrede başlayacağını düşünüyorum. Oysa tırmanışı incelemiş ve 14. km sonrası inişin başladığını hafızama almıştım. Zorlanmaktan veya keyiften olacak bu detayı unutmuşken, onca tırmanışın ardından bir anda eğimin sıfıra düşmesi ritmimi inanılmaz artırıyor. Biraz koştuktan sonra da orman azalıp bitiyor. Sarıalan yaylasına varmışım. Sis, yağmur denilebilecek kadar yoğunlaşmış, yağmayan yağmur misali beni iyice ıslatmış. Düzlükte, uzaklarda, koşan iki kişi görüyorum. Bunlar Can ve Başak’tan başkası olamaz. Beni beklerken onlar da koşu antrenmanlarını yapacaklardı ve sanırım koşularının sonunu tam benim gelişime denk getirmeyi başarmışlar. Onları görmek keyfimi iyice yerine getiriyor. Yaylanın otlakları inekler ve mandalarla dolu. Bir adam Can’a ve Başak’a “ayıyı, kurdu boş verin asıl korkulacak şey bu mandalar” diyerek onlara dikkat etmelerini öğütlemiş. Birlikte koşarken bana bunu anlatıyorlar, ama düzlüğün ortasından geçen yolda mandalardan sakınmak ne mümkün, her yerdeler. Arabalara vardığımızda önce Başak, bir süre sonra da Can ayrılıyor yanımdan ve yeniden yalnız kalıyorum. Sarıalan düzlüğünde eğim genelde sıfır veya eksi olduğundan güzel koşmuştum, ama buradan sonraki kısım belki de tüm tırmanışın en zorlu kısmı olacak.
Sarıalan düzlüğü
Sarıalan düzlüğü (Fotoğraf: Can Özbek)

Düzlük tam anlamıyla bir yayla ve ağaçtan yoksun. Can’dan ayrıldıktan hemen sonra düzlük sonlanıyor ve orman yeniden başlıyor. Bu sefer daha yoğun, yola daha yakın bir orman örtüsü. Yolun bir sağına bir soluna geçen dere ve kuş sesleri bana eşlik ediyor. Biraz yorulmuşum, çok fena ıslağım ve hava soğuyor ama aldığım keyfin de haddi hesabı yok. Son 3 kilometrede eğim abartıyor, tam o sırada bizimkiler geliyor arabayla. Az kaldığı için çantayı ve batonu onlara veriyorum, artık biraz daha hafif ve rahat koşabilirim düşüncesiyle. Uzun süren koşu nedeniyle arkadaşlarımın sıkılacağından korkuyordum, ama bakıyorum onlar da çok mutlu ve doğanın, manzaranın keyfini çıkarıyorlar, içim iyice rahatlıyor. Bisiklet segmentinin 26,7 km olduğunu biliyorum ve artık o zor kısımlarda kalan metreleri saymaya başlıyorum. Tepeye vardığımda saat 26,95 km’yi gösteriyor, “tam olsun” diyerek otelin önüne kadar koşuyorum. 27 km, 1500 m yükseklik kazanımı, harika doğa ve bolca keyif: 2 saat 52 dakika 15 saniye. Mayısın sonu olmasına rağmen yukarısı çok soğuk. Islak bir şekilde birkaç saniye bile dayanamıyorum. Neyse ki hazırlıklıyım, bir binanın içinde hızla üstüme değiştirip arabanın sıcaklığına koşuyorum.
Kartalkaya tırmanışı
Siste manzara bir başka güzel (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Birkaç not: Koştuğum kısmı Strava’da bir segment olarak işaretledim. Şuradan inceleyebilirsiniz. Yolda birkaç noktada ayrım var, o nedenle önceden bu segmenti harita üzerinde incelemekte fayda var. Bahsettiğim gibi bir havada 1,2 lt su rahatlıkla yetti ama güneşli ve daha sıcak bir günde yetmeyebilir. Yol üstünde birkaç çeşme gördüm ama her zaman akıyorlar mıdır ya da suları içilir mi bilmiyorum. Ben yanıma aldığım yiyeceklerden sadece bir adet bar tükettim ama fazladan taşımak iyi fikir olabilir.
Not: Yazıyı yazdıktan sonra, yani ilk denemeden iki hafta sonra yeniden oradaydım. Bu sefer takım arkadaşlarım da yanımdaydı. Kimisi bisikletle kimisi de benim gibi koşarak tırmandı. Çıkışı bu sefer 2 saat 43 dakikada tamamladım. Takımdan bir arkadaşımız bundan iki dakika daha hızlı koştu.
Kartalkaya tırmanışı

“Kartalkaya'ya koşarak tırmanmak” hakkında 1 yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir