Gloria Ironman 70.3 Türkiye – 2015

Gloria Ironman 70.3 Türkiye – 2015

Gloria Ironman 70.3 madalyaGeçtiğimiz hafta sonu yani 25 Ekim 2015 pazar günü Türkiye’de ilk kez Ironman markası altında bir orta mesafe triatlon yarışı gerçekleşti. Yarış, WTC’nin (World Triathlon Corporation-Dünya Triatlon Kuruluşu) markası olan resmi bir Ironman yarışıydı ama Türkiye’deki organizasyonu Gloria oteller zinciri gerçekleştirdi. “Gloria” ismini ilk duyduğumdan beri aklımda rock tarihine damga vurmuş, aslında 1964 yılında Them grubu tarafından yaratılmış ama inanılmaz çok sayıda grup ve kişi tarafından çalınıp söylenmiş “Gloria” şarkısı var. Yarış hakkındaki görüşlerimi ve kendi yarışımın raporunu aşağıda okuyacaksınız. Dilerseniz okumaya başlamadan şarkıyı başlatın ve şarkı eşliğinde okuyun. Ben onlarca cover arasından The Doors’unkini seçtim.


Öncelikle biraz bilgi ile kafa karışıklıklarını azaltmam gerek. Bu yarış 1.9 km yüzme, 90 km bisiklet ve 21.1 km koşu etaplarından oluşan bir triatlon yarışı. Genel adı “orta mesafe triatlon yarışı” ancak WTC kendi yarışlarına Ironman adını veriyor. Bu işin yaratıcısı ve uzun zamandır da en büyük parçası WTC ve Ironman olduğundan bu mesafelerdeki yarışların adları da bu marka ile anılıyor. Birisi Ironman yarışı koştuğunu söylediğinde aslında Ironman organizasyonunda yarışmamış ve sadece mesafeden söz ediyor olabilir. Türkiye’de (ve KKTC’de) aynı mesafelerde yarışlar organize edildi, ediliyor. Yani bu organizasyon Türkiye’de bu mesafedeki ilk yarış değil. İkinci konu ise şu, yarışın adındaki 70.3 sayısı. Markanın asıl yarışı olan Ironman yarışı bir uzun mesafe triatlon yarışı, yani 3.9 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42.2 km koşudan oluşuyor. Bu mesafelerin toplamı mil cinsinden 140.6 yapıyor ve aslında bu mesafe yarışlarını bitirenlere “Ironman” deniliyor. 70.3 ise hemen anlaşılacağı gibi bu mesafenin yarısı, yani orta mesafe triatlon yarışı ve paragrafın başındaki mesafelerdeki etaplardan oluşuyor. WTC ticari bir girişim, o yüzden katılımcılarını (“müşterilerini”) daha çok mutlu etmek istiyor. Uzun mesafeyi koşamayacak olanları “half” (yarım veya yarı) gibi kavramlarla üzmek istemiyor o nedenle bu “yarı demir adam” yarışına “Half Ironman” denmesini istemiyor. Onun yerine daha güzel ve çekici olan “Ironman 70.3” ifadesini kullanıyor. Bu konuya özellikle değinmek istedim çünkü yarışın büyük sponsorlarından olan CNNTurk kanalında -ki kanalın ana haber sunucusu Nevşin Mengü bireysel olarak, spor müdürü Cem Yılmaz da bir takımın koşucusu olarak yarışın katılımcıları arasındaydı- hem öncesinde hem de sonrasında yarış uzun uzun programlarda ele alındı. İzlediğim hiçbir programda bu yarışın bir orta mesafe triatlonu, yarı Ironman yarışı olduğunu dile getirdiklerini duymadım. Aynı ticari kaygıyla mı yapıldı yoksa tamamen unutuldu mu bilemiyorum ama her şeyi en doğrusu ile ele almaya çalıştığım bu blogda bu detayı ben atlamak istemedim. Sonuncu bilgi ise, her ne kadar bu yarış Türkiye’de, yerel bir kuruluş tarafından düzenlense de WTC’nin ve Ironman markasının tüm kuralları burada da geçerliydi ve yarışın teknik olarak tüm detayları ile Avusturyalı bir kuruluş ilgilendi. Federasyon bildiğim kadarıyla sadece izin verdi ve gözlemciydi. Kısacası bu bir WTC-Ironman yarışıydı.

2015 yarışlarım
2015 yarışlarım

Ben tam bir yıl önce, yarış açıklanıp ön kayıtlar alınmaya başladığında 10 Ekim 2014’te ön kayıt yaptırmıştım. Normal kayıtlar açıldıktan sonra 5 Ocak 2015’te, 220 Euro kayıt bedeli ve 15.30 Euro active.com komisyonu olmak üzere toplam 235.30 Euro vererek tam kaydımı yaptırdım. Aslında Ağustos 2014’te Kopenhag’daki yarıştan sonra 2014-2015 sezonunu tamamen koşuya ayırmıştım ama Türkiye’de düzenlenecek ilk Ironman yarışını da kaçırmak istemiyordum. Çok sayıda ve zorlu yarışlar koştuktan sonra Eylül başı itibariyle yüzmeyi ve bisiklete binmeyi hızla yeniden anımsamaya başlamam gerekiyordu. Hem çok zaman kalmamıştı hem de ben zihinsel olarak biraz yorgundum ve kendimi triatlona pek de hazır/istekli hissetmiyordum. Ne olursa olsun bu yarışa katılacak ve elimden geleni yapacaktım, o yüzden kendimi zorlayarak yüzme ve bisiklet antrenmanlarına dönmeye çalıştım. Çok da becerebildiğimi söyleyemeyeceğim. Ağustos ayında 6, Eylül ayında 7 ve Ekim ayında 4 adet olacak şekilde toplam 17 kere bisiklet antrenmanı yapabilmişim. Yaklaşık aynı sayıda da yüzmüşüm. Haftalık ortalama antrenman sürem 6-7 saat civarında kaldı. Kısacası böyle bir yarışa ciddi hedeflerle gitmeye yetecek düzeyde antrenman yapabildiğimi söyleyemem.
Ben bu halde ve hissiyattayken yarışın detayları belli olmaya başladı. Hem organizasyon duyurular yapıyor hem de parkurda antrenman yapmaya gidenler bir şeyler yazıyordu. Öncelikle katılımcı sayısının 1250 civarında olduğunu ve bunun yaklaşık 300 kadarının Türkiye’den olduğunu öğrendik. Daha sonra bisiklet parkuru hakkında düşündürücü detaylar belirmeye başladı. Birkaç aydır bisiklet etabının bir kısmında soğuk asfalt tabir edilen, mıcırların çok belirgin olduğu bir zemin olacağını duyuyorduk. Zaman yaklaştıkça kafa karıştırıcı bilgiler duymaya başladık. Kimisi “evet soğuk asfalt ama çok kötü değil” derken kimisi “o kısımlara yeniden asfalt atılacakmış” diyordu. Hatta bir ara yeni asfalt atılıyor olduğunu gördüğümüz fotoğraflar yayınlandı. Peki, neden bu kadar önemliydi bu bilgiler? Soğuk asfaltta bisiklet kullanmak pek de hoş bir his değil. Hem çok sarstığından rahat olamıyor ve dolayısıyla yapabileceğiniz kadar hızlı gidemiyorsunuz hem de bazen düşme riskini oldukça artırabiliyor. Bu rahatsızlık ve risk durumlarının seviyesi kişiden kişiye göre de değişkenlik gösteriyor. Kimisi hiç etkilenmeyip normal bir şekilde sürerken kimisi korkup tedirgin olabiliyor. Bu kafa karışıklığı içinde herkes birbirine yeni bir bilgi olup olmadığını sorarken yarış haftasına girmiştik.
Koşu parkurundan
Fotoğraf: Mehmet Vanlı

Yarış haftası da başka tedirginliklere sahne oldu. Tüm ülkede fırtına ve yağış kendini gösterdi. Özellikle Antalya körfezindeki fırtına parkura çok yakın olduğundan tüm katılımcıları endişelendirdi. Ben yarıştan önce bir hafta kadar Antalya civarındaydım, hem yağış hem de rüzgâr korkutucu seviyelerdeydi. Denizdeki fırtına da kıyıda bulanıklığa ve büyük dalgalara neden olmuştu. Neyse ki meteoroloji hafta sonu yağış ve rüzgârın azalacağını hatta yarış sabahı her şeyin normale döneceğini söylüyordu. Cumartesi günü Belek’e vardığımızda ilk iş olarak denize baktım ve giriş-çıkışın oldukça zor olacağını işaret eden dalgaların boyutunu gördüm. Aynı zamanda selden dolayı deniz tamamen kahverengiydi. Ama yarışlar böyledir, zemini, havayı veya denizi sipariş edemezsiniz, o gün koşullar neyse onu kabul eder ve elinizden geleni yaparsınız. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi katılımcıları tedirgin etmeye aday bir durum daha vardı. Saatler tüm dünyada cumartesi gecesi geri alınacakken Türkiye’de alınmayacaktı. Yani akıllı cihazlar kendilerini güncelleyecekler ama yerel olarak saat değişmeyecekti. Bu da sabah erkenden kalkıp yarışacak insanlar için bir dert oluşturuyordu. Ben de aynı gerginliği yaşadım ama bir çözüm bularak en azından bu sıkıntıdan kurtulmayı başardım.
Cumartesi günü yarışın ana merkezi ve bitiş noktası olan Gloria Sports Arena’ya ulaştım. Elitlere özel, İngilizce ve Türkçe olmak üzere üç bilgilendirme toplantısı vardı. Ankyra takım arkadaşlarımla İngilizce toplantıya katıldık. Geçen sene Kopenhag’da toplantıyı kaçırmıştım o yüzden bu sefer İngilizce sunumu dinlemek istedim. Bu bilgilendirme toplantısını izleyince işin gerçekten bir Amerikan ürünü ve bir ticari marka olduğunu daha net anlıyorsunuz. Bir skeç veya standup havasında geçen yarış toplantısı eğlenceli, öğretici aynı zamanda da “şunu yaparsanız şu olur haa” şeklinde uyarıcıydı. Toplantı sonrası yine takımla son kontroller için kısa bir bisiklet sürüşü ve koşu yaptık. Hava iyiye gidiyordu, rüzgâr dinmiş, bulutlar azalmış ve güneş kendini göstermişti.
Bu yarışta T1 ve T2 (değişim alanları) farklı noktalardaydı. Yani yüzmeden çıkıp bisikletinizi aldığınız yer ile bisikletten koşu etabına geçiş yapacağınız noktalar ayrı ve birbirinden uzak yerlerdeydi. Tesadüfen otelimiz (Soho – tavsiye etmem, çok kötü bir deneyimdi) yarışın başlangıcına ve ilk değişim alanına (T1) çok yakındı. Bisikletleri hazırlayıp T1 alanına bıraktık. Bu yarışlarda bisikletinizi, bisiklet etabı için olan torbanızı (genelde mavi torba) ve koşu etabı için olan torbanızı (kırmızı) genelde bir gün önce teslim ediyorsunuz. Kopenhag’da da T1 ve T2 farklı noktalar olmasına rağmen her iki torbayı da aynı yere bırakmıştık, koşu torbasını organizasyon olması gereken yere taşımıştı. Burada ise kırmızı torba için yeniden Gloria Sport Arena’ya gitmemiz gerekti. Sanırım sporcuları mümkün olduğunca o noktaya çekmek istiyorlardı. O iş için gittiğimizde fuar alanını da biraz dolaştık. Bu yıl ilk olduğundan ve ülkede bu işe yönelik çok fazla marka olmadığından biraz cılız bir fuardı. Ama Arena’nın kendisi gerçekten çok güzel yapılmış. Sports Arena ismini hak eden bir yer. IAAF standartlarında bir atletizm pisti var ve yarış burada bitecek şekilde organize edilmiş. Pistte biten yarışları herkes gibi ben de seviyorum.
Böyle iyi iklimlerde ve güzel havalarda düzenlenen Ironman yarışlarının en çok konuşulan konusu: wetsuit giymek serbest mi, serbestse giymeli mi giymemeli mi? Serbest veya yasak olması deniz suyu sıcaklığına bağlı olduğundan ve Antalya’da deniz suyu sıcaklığı tam da kurallardaki sınırlar civarında olduğundan konunun bilgilendirme toplantısına kadar netleşmeyeceği belliydi. Ben wetsuitimi yanımda götürmüştüm ve toplantıda serbest olduğu açıklandı. Wetsuit yüzmede gerçekten avantaj sağlıyor ama T1’de onu çıkarmaya uğraşmak da bir dert. Epey düşündükten sonra T1’de o sıkıntıyı çekmemek için nasılsa bu yarış hedef yarışım değil düşüncesiyle giymemeye karar verdim.
Pazar sabahı erkenden kalkıp saatin gerçekten 5:30 olduğundan emin olup 🙂 kahvaltıya indim. Otelin kahvaltılıkları çok iştah açan cinsten olmayınca çok hafif bir şeyler atıştırıp çıktım. Hava daha da iyileşmişti ve denizden artık o kadar korkutucu dalga sesleri gelmiyordu. Saat yediye doğru kısa bir yürüyüşle T1 alanına gittik. Bisikletleri ve mavi torbalarımızı son kez kontrol ettik. T1 alanı ince ve uzun tasarlanmıştı. Bunun anlamı hazırlandıktan sonra kalli ayakkabılarla uzuuuun bir yolu koşacak olmamızdı. Neyse ki düzgün bir halı serilmişti. Torbamın ve bisikletin yerini iyice zihnime kazıdıktan ve rastlaştığım birçok arkadaşla kısa sohbetler yaptıktan sonra sahile gittim.
Yüzme parkurunu anlamaya çalışırken
Yüzme parkurunu anlamaya çalışırken (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Önceki günlerde havanın çok kötü olmasından ötürü henüz yüzme parkuru hazırlıkları tamamlanmamıştı. Halen teknelerle dubaları ayarlıyorlar ve parkur hakkında anonslar yapılıyordu. Başlangıçta açıklanan yüzme parkuru tek turdu ama yarışa birkaç gün kala parkur biri uzun diğeri kısa iki tur olarak değiştirildi ve turlar arasında karaya çıkmayı gerektiren (Australian Exit) bir biçimde tasarlandı. Normalde her tur için iki duba olacak ve hep dubalardan sağa dönecektik ama sabah ara noktalara da dubalar konduğunu görünce herkesin kafası karıştı. Acaba ara nokta dubalarının solundan mı sağından mı geçecektik? O sırada sahilde çekilen tüm fotoğraflarda herkes elleriyle dubaları işaret edip yanındakine bir şey anlatırken veya sorarken çıkmıştır eminim. Tüm katılımcıların kafası karışmıştı. Son anlarda birkaç kez yapılan anonsla her şey netleşti de insanlar sakinleşti. Yüzme hakkında son gün belli olan diğer bir değişiklik de başlangıç şekliydi. Normalde yaş gruplarının beşer dakika arayla toplu çıkış yapacağı wave start (dalga başlangıç) olarak açıklanmıştı ama son gün herkesin sırayla çıkacağı ve başlangıçta halıdan geçerek çipinin okunacağı rolling start (sıra halinde başlangıç) olacağı söylendi. Bunun anlamı herkesin zamanının ayrı ayrı tutulacağıydı. Yani herkesin gitmesini bekleyip sonradan bile yüzmeye başlayabilecekti yarışmacılar. Çıkış koridorunda hedef yüzme zamanları yazılmıştı. Ben de 35-40 dk arasında bir yerde sıraya girip bekledim. Böyle bir organizasyonda beklenmedik gecikmeler ve bilinmezlikler olduğundan dolayı kızmak istiyorum ama önceki hafta havanın gerçekten çok kötü olması kızmamı engelliyor. Umarım gerekçe kötü hava koşullarıdır yoksa büyük hayal kırıklığı.
Yüzmede rolling start nedeniyle çok karmaşa olmadı. Dalgalar da azaldığından hızla girişimi tamamlayıp yüzmeye başladım. Su çok bulanıktı ve azalmış olsa da hala ciddi dalgalar vardı. Bu şartlar zaten kötü olduğum yön bulma işini benim için biraz daha zorlaştırdı. Bir ara tek başıma sola doğru gittiğimi ve kalabalığın sağda kaldığını fark ettim. Hızla dubaya dönüp düzletmeye çalışsam da sanırım çok fazla zigzag yaptım. Hem ilk tur sonunda hem de bitişte derinlik 30 cm olana kadar yüzdüm. Çıktığımda saatte 34 dk görünce çok şaşırdım. Bu benim için rekordu ve motive olmuştum ama yarış sonrasında öğrendim ki parkur kısaymış. Wetsuit olmadığından değişim kısa sürdü ama ince uzun T1 alanını koşmak epey zaman aldığından T1 sürem 5 dakika oldu.
Yüzmede büyük kalabalığın parçası olduğumdan (yani ortalama bir yüzücüyüm ve çok sayıda insanla aynı anda sudan çıkıyorum) bisiklet etabının başlangıcında kalabalık bir gruba denk geldim. Neyse ki kazasız bir şekilde normal yola girebildim. Etabın ilk 20 kilometresinin zemin olarak düzgün olacağını biliyordum. Bu kısımda kafamdaki hedef hızda (yaklaşık 35 km/s) ilerledim. Modern arnavut kaldırımı olan 1,5-2 km’lik bir kısım dışında çok güzel bir zemindi ve neredeyse dümdüz bir bölümdü. Ana yoldan ayrılıp dağlara doğru döndüğümüzde soğuk asfaltla karşılaştım. İlk bölümlerde “o kadar da fena değilmiş” diye düşünerek ilerledim ama bir süre sonra iyice bozuldu. Hem kaba mıcırlıydı hem de serbest mıcırlar vardı. Sürekli hem kendi tekerleğimden hem de diğer bisikletlerden sıçrayan mıcırların karbon kadroya çarpma sesini duyuyordum. Girişte de değindim, bu tip zemin insanları farklı etkileyebiliyor. Örneğin ben bu zeminlerde hem çok rahatsız hem de çok korkak oluyorum. Sanki bisikletin bir yeri kırılacakmış, lastik her an patlayacakmış veya bir şeyler bisikletten düşecekmiş hissini kafamdan atamıyorum. Bu düşüncelerle iyice yavaşladım. Hadi düz kısımlar veya yokuş yukarı olan yerler neyse ama bir de iniş başlayınca tedirginliğim iyice arttı. İnsanlar buralarda neredeyse 70-80 km/s hızlara çıkıp yanımdan hızla geçerken ben sürekli frenleri sıkıp sakinleşmeye çalıştım. Bir ara 4-5 km’lik yeni asfaltlanmış bir bölge vardı. En azından şurada hızlanayım diye düşündüm ama o kısım da aşırı derecede virajlıydı ve yer yer derin su ve çamur ile kesiliyordu. Bu kesintilerin bazıları o kadar tehlikeliydi ki başında jandarmalar duruyor ve gelenleri bağırarak yavaşlatıyorlardı. Bu kısımdan sonra yine insanın kemiklerini sızlatan asfalta geçtik. Canım artık iyice sıkılmış durumda, stresten epey gerginleşmiş olduğumdan yarışma benim için zihinsel olarak bitmişti. Bu kısım 47 km sürdü, toplam 10 km’lik uzun iki inişe rağmen burada ortala hızım 29.6 km/s olmuş. Kalan 23 km yine iyi zemindeydi ama hem canım çok sıkıldığından hem de aklımdaki bisiklet zamanının çok gerisinde kaldığımdan pedallara asılmak içimden gelmedi. Bir an önce koşuya geçmek için devam ettim. Son 23 km’de ortalama hızım 31.4 km/s olmuş. Bisiklet etabını 2 saat 54 dakika civarında tamamladım. Oysa çok hazırlanamasam da 2:40 yapabilecek kapasitem olduğunu biliyordum. O can sıkıntısı ile T2’ye girdim. Orada sağ olsun Emre Tacir beni karşıladı, değişimime çok yardımcı oldu. İki dakikada T2’den çıkabildiysem onun sayesindedir. Emimin o gün benim gibi birçok katılımcıya dakikalar kazandırmıştır.
Yüzme ilk tur çıkışı
Yüzme ilk tur çıkışı (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Koşu etabını merak ediyordum ve iple çekiyordum çünkü yarış tanıtım yazısında aynen şöyle yazıyordu: “athletes will run the picturesque 45-hole golf course at the Gloria Hotel and Resort” (atletler Gloria Hotel & Resort’un resmedilmeye değer 45 delikli golf sahasında koşacaklar). Değişim alanından çıktıktan sonra arenanın, çevresi çim olan toprak parkurunda koşarken “güzel parkur” diye düşündüm. Ama bir dakika sonra kendimi Belek’in kazı çalışması yeni bitmiş ana caddesinde buldum. Keyifsiz birkaç km koştuktan sonra bahsi geçen golf sahasına geldim ama parkur hemen aynı caddeye geri döndü. Ardından pek keyifsiz çarşı bölümünden geçip ikinci tura başlanıyordu. Yani bahsi geçen o pitoresk rota parkurun toplamda sadece 3-4 km’siydi. Geri kalansa trafiğin kapatılmasına kızmış şoförlerin kornaları eşliğinde koşulan cadde. Koşu parkurunda bir noktada İsviçre’de yaşayan ve o gün Türkiye’de olduğunu bilmediğim Nejdet abiyi görünce çok şaşırdım. Bu büyük sürpriz ve onun desteği ile kendimi motive etmeye çalıştım. Birkaç defa Başak’ı fotoğrafımı çekerken görmek de ruh halimi yükselten bir etken oldu. Koşu kısmında hoşuma giden tek şey iki istasyonda çalışan genç gönüllülerdi. O kadar hevesle ve istekle çalışıyorlar, her katılımcıyı tek tek isimleriyle öyle güzel motive ediyorlardı ki görmeyene anlatmak zor. Benim için bu yarışın en iyi parçası bu istasyonlardaki gönüllülerdir. Elimden geldiğince şükranlarımı dile getirdim ama hepsine tek tek teşekkür etmek isterdim.
Koşu parkuru hakkında bir detay da turların sayılması için atletlerin koluna takılan tokalarla ilgili. Normalde turun en son ucunda takılır bu tokalar ama burada ilk tur biterken taktılar. Parkurun ucundan döndükten sonra tokayı alana kadar “acaba ben mi kaçırdım” diye çok endişelendim. Ayrıca tokaları takan arkadaşlar yanlış sırada durmuşlardı. Yani önce ilk tur için olan mor tokayı takanlar, onlardan sonra da ikinci tur için pembe toka takanlar durmuştu. Bunun sorunu, kafası karışmış bir sporcuya yanlışlıkla ikinci tokayı takma riskinin olması. Örneğin kolumu uzatsam bana ikinci tokayı da takacaklardı. Burada çok belirgin ve sadece iki tane olan tur olduğundan böyle bir sorun olduğunu sanmıyorum ama bu daha iyi kotarılmalı çünkü riskli bir konu.
Gloria Ironman 70.3 finish
Gloria Ironman 70.3 finish (Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman)

Bisiklet etabının stresi ve sıkıntısı sonrası düşen moral ile vasat bir koşu çıkardığımı söyleyebilirim. 1 saat 44 dakika sonra koşuyu da tamamlayıp görkemli bitiş alanına girdim. Tüm Ironman yarışları gibi çok güzel hazırlanmış ve heyecanlı seyircilerce çevrilmiş alanda önümde biri koşuyordu. Kollarını açmış, zafer ifadesiyle yavaş yavaş koşuyordu. Bir an hızımı düşürüp bitişini bozmasam mı diye düşündüm ama sonra yanından geçip yarışı tamamlamak istedim. Bitişi 5 saat 21 dakikada geçmişim. Yukarıda anlattığım hazırlık dönemim, bisiklet parkurunun “benim için” uygunsuzluğu ve hedef yarış olmadığını düşündüğümde kötü bir sonuç değil ama çok daha iyisini yapabileceğimi biliyorum. Dolayısı ile ne çok mutluyum bu sonuçtan ne de üzüldüm.
Yarış konusunda çok pozitif olarak ayrılmadım Belek’ten. Bisiklet parkuru “bence” tehlikeli ve keyifsiz. Tamam, Avrupa’da da benzer parkurlar olabilir ya da diğer atletler çok etkilenmemişlerdir ama ben “kişisel” olarak bir daha böyle bir parkurda yarış amacıyla bisiklet sürmek istemem. Koşu parkurunun da hiç çekici olmadığını düşünüyorum. Ama bu iki konu tamamen kişisel konular. Kişisel olmayan negatif gözlemlerim de oldu. Örneğin ikinci turda son istasyonda su bittiğini gördüm. Gönüllüler üzülerek su kalmadığını dile getiriyorlardı. Böyle bir organizasyonda kabul edilemeyecek bir şey. Koşu parkuru trafikten arındırılmış ama ya sürücülere alternatifler sağlanmamış ya da duyuru önceden yapılmamış. Kızgın sürücülerin nefretine ve kornasına maruz kaldık. Hatta bazen koşucular arasında geçişlere izin de verildi. Draft yasak olmasına rağmen yarış sonrasında çok sayıda draft örneği dile getirildiğini duydum. Ben de birkaçına tanık oldum. Ne yazık ki ne hakem gördüm ne de ceza alan birilerini. Gerçi Ironman yarışlarının tümünde draft konusuna bilerek biraz göz yumulduğunu, böylece insanların daha iyi zamanlar yapmasının önünün açıldığını düşünüyorum, yani bu yarışa özel olduğunu düşünmediğim bir konu. Pozitif görüşün yok mu peki? Var tabii; çok güzel bir bilgilendirme toplantısı, düzenli değişim alanları, süper bir bitiş alanı, çok güzel bir madalya ve tişört, ve en önemlisi de çok iyi çalışan süper gönüllüler.
Bir daha gider miyim? Bisiklet ve koşu parkuru aynı olduğu sürece sanmıyorum. İlkinde bulunmak benim için önemliydi ama ne yazık ki ülkenin havasından mı suyundan mı bilmiyorum başka yerde olmayacak şeyler burada yaşanıyor işte ve ben bunları görmek istemiyorum.

“Gloria Ironman 70.3 Türkiye – 2015” hakkında 15 yorum var

  1. Selamlar
    Evet haklısınız ufak tefek aksaklıklar vardı
    İşin ticari olayı daha fazla gibi bana da geldi
    Ama bir ülke düşğnünki triatlon yapan kişi sayısı 1000 veya 1500 bu sayıyı artırmak böyle markalarla oluyor diye düşünüyorum
    İnşallah sayımız kornalar azalır seyirci sayımız çoğalır
    Parkur için söylediğiniz koşu kısmına sonuna kadar katılıyorum kötü bir seçimdi bence de
    Bisiklet için de çok acemi yarışcı olduğu için soğuk asfalt kısmını daha kısa yapılabilirdi
    Gönüllü olan su istasyonundaki arkadaşları gönülden ben de tebrik ediyorum
    Bunu bitirdik 6:46:12
    Gercek ıronman olmak için 140.6 yapacağım çok çalışarak 2017 yılında bu hedefimi gercekleştirmek istiyorum
    45 yaşında kendime doğumgünü hediyesi olarak yapacağım
    Yazıların için teşekkürler
    Öğretici ve keyifle okuyorum
    Saygılar
    Sinan aksu
    05497459399

  2. Çok güzel ve dürüst bir yarış raporu olmuş.Ellerinize sağlık, ayrıca sonucunuz için de tebrik ederim.
    Yüzme etabında çok dayak yedim açıkcası, rolling start’ın kalabalığı konusunda yorumunuz nedir?
    Bisiklet etabında draft yapmamaya hatta 10m kuralına uymak için ne kadar çaba sarfettim anlatamam. Draft yapmadım, ama 30-40.K’den sonra 10m kuralına uymak için uğraşmaktan sıkıldım. Çok da engebeli bir parkur olduğundan sürekli ya ben birilerini geçtim, ya da birileri, beni geçti. Diğer Ironman yarışlarında da bu kadar kalabalık oluyor mu, ya da nasıl önlem alınabiliyor?
    Ben yorgunluktan koşu etabının güzelliğine dikkat veremedim; sizin yorumlarınızdan sonra farkına vardım.
    Koşu parkurunda çukurlar ve zeminin kötülüğünü de koşarken değil, zaten az sayıda olan para-atletlerin o çukurlardan geçerken verdiği çabayı görünce fark ettim, bir kez daha utanç duydum.

    1. Ben de seni tebrik ederim.
      Çok daha kalabalık oluyor Doruk çünkü katılım 2000-2500 kişiye çıkıyor. Engebeli bölümlerde nispeten daha toleranslı davranıldığını biliyorum, o kadar kalabalıkta o in-çıkta o kurallara uymak cidden zor. Yapmamaya çabalamak ama yapıyormuş duruma zorunlu olarak düşülen noktalarda da fazla sıkıntı yapmamak en güzeli bence.
      Koşu parkuru hakkında para-atletleri anımsatman iyi oldu.

  3. bilgilendirici bir yazı olmuş teşekkürler.. Ironman yapmayı hiç düşünmeyen bir maratoncu olarak özellikle yolların kapandığına tepkili korna çalanlar beni üzdü ama şaşırtmadı.. Yine de ülke adına güzel bir organizasyonu yaşadığımız için mutluyum..tekrar tebrikler

    1. Teşekkürler. Ben aslında korna çalana çok kızamıyorum. Bir yerlere gitmesi gerekiyor ama gidemiyor, kızması çok normal. Yapılması gereken şey, kapanacak yolu ve alternatiflerini bir hafta önceden duyurmak (yollara büyük tabelalar vs. koyarak, el broşürleri dağıtarak ve artık ne gerekiyorsa yapılarak). Sonrasında yolun kapandığı veya daraldığı yerde görevlilerin her sürücüyü bilgilendirmesi de sağlanabilir. Sadece o gün sabah gelip yolu kapatır yada daraltırsanız insanların kızması kaçınılmaz.

  4. Mert kardeşim, çok güzel yazmışsın… Seni yüz yüze tanıdığıma çok sevindim, endişelerine bende katılıyorum, senin gibi pozitif ve objektif eleştiri yapan kişiler oldukça, çok daha güzel bir yarış olacağını düşünüyorum. Seni ayrıca gönülden tebrik ediyorum. Selamlar, sağlıcakla kal…

  5. sizinle tanışma imkanım olmadı ama,yazılarınızı sitenizden okuyorum.samimi hisle yazdıgınız bu rapor size olan güven duygusunu daha da artırmakta.ıronman yarışının oldugu gün bende ürgüpte yapılan kapadokyaultra trail yarışındaydım ordan çok güzel anı ile ayrıldım.bende 11okm yazılmama ragmen 62km ürgüp etabını bitirdim.gelecek yıl ürgüp te görüşmek üzere,selamlar.

  6. Tebrikler Mert;
    Tüm olumsuzluklara rağmen böyle bir yarışın bu topraklarda yapılmasını görmek çok güzel bir duyguydu. İstasyonlarda çalışanlar senin dediğin gibi muhteşemdiler.Yazında belirtmemişsin ama benim en çok hoşuma giden şey köy yolundaki çocukların heyecanıydı. Çocuklarımıza bu heyecanı yaşatabilmek bile bu ülkenin geleceği için atılmış olumlu bir adımdır diye düşünüyorum.

    1. Teşekkürler. İşte o köy yollarında o kadar stresliydim ki çocukları vs. hiç görmedim. Hatta Aspendos’u bile görmedim. Sadece bisiklete ve önümdeki 10-15 metreye baktım sürekli.

  7. Selamlar. Güzel ve samimi bir yazı. Bu yarışa sakatlığım dolayısıyla katılamadım. Ancak başından beri yakinen takip ediyorum. Bir kural vardır. “Bir organizasyonda %99 başarı başarısızlıktır.” Tabi bu çok sert bir söylem. Burada uyumadan çalışan, yorulan yüzlerce insan var. Onlara haksızlık olur. Burası Türkiye.. Her ne kadar yabancı bir marka olsa da, organizasyonun başında kısmen yabancılar olsa da burası Türkiye. Avrupa’ya benzemez. Avrupa da tüm kültürler birbirine çok yakın olduğundan organizatörler sıkıntı çekmezler. Ama iş Türkiye’ye gelince bir durup düşünmek lazım. Organizasyonun başında Genel koordinatör olarak bizlerden birileri olmalıydı. Ticari şirketler işin şow tarafına önem veriyorlar. Parkur onlar için 2 nci planda. Tüm paylaşılan resimler ve çekimler fınısh anında. Aslında lastiği patlayan çok olmuş, koşu parkuru senin dediğin gibi. Hatta kavga bile olduğunu yazdılar. Tek foto var mı? İşte Avrupalılar bu olaylara yabancı. Zannediyorlar ki her yol Paris. Onun için seneye de bu işi yapacaklarından şimdiden çalışmaya başlamaları ve bu işin başına getireceği kişiyi iyi seçmeleri gerekiyor. Bir cümle de Çılgın Türklere.. Hepsini tebrik ediyorum. Ama bu burada kalmasın. Seneye tüm triatlon müsabakalarında kendilerini görmek isteriz. Sevgi ve selamlarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir